Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
Defne Suman’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni romanı Çember Apartmanı, insan hafızasıyla mekânın hafızasını birleştiren; bu ortak hafızada insana/insanlığa dair ne kadar çok acı hatıranın yer alabileceğini sorgulayan; bu toprakların, Beyoğlu’nun, İstanbul’un, Türkiye’nin sancılı yakın tarihini merkezine alarak geçmişle ânı birleştiren, aynı ânda kurgunun bir parçası hâline dönüştürüveren bir kitap.
Defne Suman’ın Çember Apartmanı, perdesini coronavirüs döneminde, pandeminin en şiddetli olduğu günlerde açar. Hikâyenin merkezinde yer alan ana kahraman Periklis Drakos, içerisinde bulunduğu sıkıntılı süreçten kurtulmaya çalışan, tam da bu noktada kendisini bir yanda anılarını yazarken, diğer yandan genç bir kadına âşık olmuş buluveren, kimsesiz biridir. Bay Periklis’in git-gellerle dolu bu zorlu pandemi günleri, hayatının dönüm noktası olarak tanımlayabileceğimiz bu aşk ve hayal örgüsüyle yeni bir anlam kazanır, onda hayata tutunmak için yeni bir umut, neşe ve çaba belirmesine yol açar. Bay Periklis’in yolculuğunun başladığı bu nokta, zamanla içerisine geçmişe dair köklü meseleleri de alarak ana hattını sürekli olarak genişletir, pandemi günlerinden hızla erken dönem Cumhuriyet yıllarına doğru uzanır.
Çember Apartmanı’nda hikâyesine yer verilen Periklis ailesi, İstanbul’un zengin tarihsel mirasını ve çok-kültürlü, çok-dilli ve çok-dinli yapısını içerisinde barındıran oldukça özel bir ailedir. Kuşaklar boyu kendilerine yurt olarak İstanbul’u mesken tutmuş bu aile, cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan çeşitli dayatlamalarla zamanla parçalanmış, ailenin bir tarafı Yunanistan’a göç ederken bir diğer tarafı tüm zorluklara rağmen Türkiye’de kalarak mücadeleye devam etmeye çalışmışlardır. Ancak tüm mücadele arzusuna rağmen önce Varlık Vergisi ve bu uygulamanın ardından gelen sert devlet müdahaleleri, ardından 6-7 Eylül olayları her şeyi kökünden sarsmıştır. İstanbul’da tutunacak bir dal bulmaktan yoksun kalan aile, kendisini zorunlu olmayan bir zorunlu göçün içerisinde bulmuş, zira ellerindeki her şey sistematik bir şekilde kendilerinden alınmaya başlanmıştır. Tüm bu sorunların ortasında Periklisler’in aile ocağı olarak tanımlayabileceğimiz Çember Apartmanı, ailenin hafızasıyla mekânın, mekânın hafızasıyla yakın geçmişin hikâyesinin birleştiği nokta olmuştur. Roman da tam olarak buradan doğmuştur.
Pandemi döneminin getirdiği sıkıntılı günlerde Çember Apartmanı’ndaki dairesine kapanan Bay Periklis, anılarını yazmaya karar vermiş, yaşlı bir eczacıdır. Evde oldukça zor duran, hayata tutunmak için yeni bir amaç arayan Bay Periklis, tam da bu günlerde kendisine kalacak bir yer arayan Leyla ile karşılaşır. Leyla’ya ilk görüşte âşık olan Bay Periklis, ondan ayrı kalamayacağına karar verir ve ona hemen Çember Apartmanı’ndaki bir daireyi önerir. Bay Periklis’in aile apartmanı, Leyla da bu apartmana taşındıktan sonra artık üzerindeki ölü toprağını atar, yeni bir maceranın merkezine yerleşir. Leyla’yı etkilemek için kendisini sürekli yeni bir hareketliliğin içerisinde bulan Bay Periklis, nihayetinde onunla anılarını yazma fikrini paylaşır. Beyoğlu’nun, daha da genel planında İstanbul ve Türkiye’nin toplumsal, sosyal ve politik olarak zamanla nasıl bir değişim gösterdiğini kendi hayat hikâyesiyle deneyimlemiş olan Periklis, böylelikle kendi kişisel hayatıyla ortaya toplumsal bir hikâye de çıkarmaya karar verir. Leyla, bu noktada ona hem projesini tamamlamak için yeni bir güç verir, hem de anılarını büyük bir şevkle anlatma isteğinin merkezinde yer alır. Leyla ile birlikte gelişen bu süreç, zamanla bu hikâyede aslında ne denli sarsıcı ve hüzünlü olayların saklo olduğunu gün yüzüne çıkarır.
İstanbullu bir Rum aile olan Periklis ailesi, kuşaklardır varlığını İstanbul’da sürdürmüş, âdeta şehir ile özdeşleşmiştir. Dede ve baba Periklis’in ardından oğul Periklis de aile mesleğini sürdürme kararı almış, eczacı olma arzusunu ailesiyle paylaşmıştır. Kuşaklar boyu eczacılık yaparak geçinen bu aile, birçok kişinin derdine deva olmuş, birlikte yaşadıkları toplum ile özdeşleşmiştir. Ancak her şey, önce Varlık Vergisi, ardından gelen 6-7 Eylül olayları ile hızla değişmiş, tıpkı diğer İstanbullu Rumlar gibi Periklis ailesinin kaderi de bu sancılı dönemin arından hızla karanlık bir noktaya doğru evrilmiştir.
Romanın ana kahramanı Bay Periklis’in çocukluğuna dair beliren ilk imgelerden biri, “Önce malınıza sonra canınıza!” ve “Kahrolsun gavurlar!” nidalarıdır. Henüz bir çocuk için oldukça ağır olan bu söylemler, ona kendisini ana vatanında, İstanbul’da bir yabancı gibi hissettirmiş, içerisinde olduğu ortamı yabancılaştırmıştır. İstanbullu Rumlar çeşitli zorbalıklara boyun eğerken vatanlarında kalmak için ellerinden gelen her şeyi yapan Periklis ailesi, tüm zorluklara rağmen mücadeleden geri durmamıştır. Ancak onlar için de her şeyin bir sınırı vardır. 1964 yılına gelindiğinde 30 bin Rum geri dönüşü olmayan bir sürgün ile neredeyse hiç bilmedikleri Yunanistan’a doğru yola çıktığında aile için de yeni bir dönem başlar: “1964 yılında otuz bin İstanbullu Rum sürgüne mahkûm edildi. Karar meclisten bir gecede çıkmıştı. Sınır dışı edilecekler arasında babam ve Stelyo Enişte de vardı.” (Suman, 2022: 102)
Önce babanın, ardından diğer aile fertlerinin maruz kalacağı bu sürgün, Periklis ailesini hızla dağıtırken verilmesi oldukça güç birtakım kararların da önünü açar. Zira bu sırada mevcut olaylara hızla yenileri eklenmekte, 6-7 Eylül olayları da her şeyi daha karanlık bir yere doğru sürüklemektedir: “Gazetelerin kışkırttığı öfkenin devamında sadece bizim apartmanın değil, yabancı isimli semtlerin, sokakların da ismi değişti. Neyse ki bizim sokağın adı Türkçeydi. Ona dokunmadılar. Leyla’ya söylediğim gibi Kaymakçalan’ın Yunanistan’da bir dağ adı olduğunu bilselerdi belki değiştirirlerdi.” (Suman, 2022: 131)
Bay Periklis, zorla sürgüne gönderilen babası ve onunla birlikte Yunanistan’a giden annesinden ayrı düşer, İstanbul’da kalarak eczacılık eğitimine devam eder. Böylelikle aile, hızla büyük bir dağılma sürecinin içerisine girer. Bay Periklis bu dönemde sadece anne babasını veya diğer aile üyelerini değil, aynı zamanda bütün bir geçmişini, aile sevgisini, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını da kaybeder. Dolayısıyla tek bir karar, tek bir sürgün ve kanun emri, beraberinde birçok acı hatırayı getirir. Bir ânda herkes gölgelere karışır, Bay Periklis ise bu karanlığın içerisinde yaşamaya mahkûm kalarak Çember Apartmanı’nda yaşamını sürdürür.
Romanın ana örgüsünde Bay Periklis’in anıları üzerinden işlenen bu uzun süreç, bir toplumun kendi içerisinde ne derece travmatik dönemler barındırabileceğine işaret ederken bireylerin de bu gibi karanlık gelişmelerden nasıl derinden etkilenebileceğini ortaya koyar. Nihayetinde Defne Suman, Bay Periklis üzerinden İstanbullu Rumlar’ın hikâyesini somutlaştırırken bunu salt tek yönlü yapmamış, örgüye dâhil ettiği yan karakterle de bu durumu desteklemiştir. Burada anlatılan sadece Periklisler’in değil, bütün bir toplumun hikâyesidir ve vurgulanması gereken de tam olarak budur.
Çember Apartmanı, İstanbul ve Türkiye’nin geçirdiği tarihsel süreci işlerken güncel sorunların da işin içerisine katıldığı bir eserdir. Bay Periklis, ailesinin başından geçenleri dile getirirken halihazırda nelerle boğuştuğunu da açıkça ifade eder. Beyoğlu, yeni rant projelerinin merkezi hâline gelmiş, artık kimsenin önünde duramadığı büyük inşaat şirketlerinin bir tür ava çıktığı yeni bir zenginleşme sahasıdır. İş böyle olunca yaşamanın giderek daha da güç bir hâl aldığı bu bölge, mafyanın, büyük şirketlerin, emlakçıların ve onca çıkarcı kişilerin uğrak yeri hâline gelmiştir. Apartman imgesi ve Beyoğlu üzerinden vurgulanan bu durum, geçmiş ile şimdiyi birbirine bağlarken salt bir mekân olarak Çember Apartmanı’nı daha da özel bir yere koyar. Nihayetinde bir yandan Periklis ailesinin acı dolu geçmişine tanıklık bu apartman, bir diğer yandan günümüzün çağ-dışı uygulamalarına, rant ve hızlı zenginleşme projelerine karşı da iştah uyandırmaktadır. Dolayısıyla geçmiş kadar şimdi de içerisinde birçok sıkıntılı durumu barındırmaktadır.
Bay Periklis, hayatında birçok travma barındırmasına rağmen hayata umutla tutunmaya çalışan bir kahraman olarak değerlendirilebilir. Ailesi sürgüne yollanmasına rağmen İstanbul’da kalıp aile ocağında yaşamayı sürdürmesi, tüm zorlu gelişmelere rağmen haklarını talep etmesi, gerektiğinde kavga etmekten, gerektiğinde isyan etmekten vazgeçmemesi, nihayetinde ise Leyla’ya karşı duyduğu aşk, Bay Periklis’i hayata, Çember Apartmanı’na ve İstanbul’a bağlayan en önemli şeydir. Her zaman damarlarında varlığını hissettiği bu enerji ile hareket eden Periklis, ilerleyen yaşına rağmen Leyla’ya duyduğu yakınlık ile geçmişin tozlu sayfalarından çıkmayı başarır. Onu anılarından sıyrılıp şimdiye getiren de tam olarak budur. Geçmişi Leyla’nın ilgisini çekmek için bir tür hile olarak kullanan Periklis, böylelikle gizil arzularını da hayatta tutabilmiş, kendisine yaşamak için yeni bir amaç, yeni bir heyecan icat edebilmiştir. Onun bütün neşesi ve yardımseverliğiyle Leyla’yı kuşatması da, Leyla’nın bu iyiliksever ihtiyarla kurduğu samimi diyalog da tam olarak bundandır.
Defne Suman, Çember Apartmanı’nda kökü geçmişte yatan oldukça sancılı birtakım sorunları işlerken bunu salt bir romantizme indirgemeden, hikâyelerin farklı yönlerini de vurgulayarak yapar. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, sürgünler, rant mücadeleleri, mafyalar ve daha nice ülke problemi, geçmişten bugüne yok olmadan, sadece boyut ve biçim değiştirerek ulaşmış, bu da halihazırda sorunlu yapıları daha da problemli bir hâle getirmiştir. Çember Apartmanı, İstanbul ve Türkiye’nin artık kronik bir hâl alan sorunlarını merkezine alırken bunu toplumsal meselelerle kişisel yaşantıları iç içe geçirerek yapmış, Bay Periklis etrafında kurduğu örgü ile bu durumu daha öznel bir hikâyeyle birleştirmiştir.