Furkan Öztekin
“Dışarısı, ah o kahrolası dışarısı…”[1]
Mine Söğüt’ün belki de en kızgın ve sert yönüyle karşılaştığımız, ilk baskısını 2019 yılında yapan Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, hayatta kalmanın zor olduğu bir iklimden dem vurarak başlar. Yapayalnız bırakılmışlığın öfkesini sonuna kadar hissettiğimiz bu iklimde içerisi en az dışarısı kadar tekinsiz bir yerdir. Hâl böyle olunca zihnimizde güvenli alan olarak işaretlediğimiz ev, Mine Söğüt’ün soluduğu sert iklimde her geçen saniye sekteye uğrar. Kapılar ardına kadar kapanır. Perdeler dışarıdan tek bir ışık zerresi sızmayacak şekilde çekilir. Odaları birbirine bağlayan eşikler bir anda geçilmez olur.
İçeriye hapsolmuş bir ailenin portresini gösteren Köpekdişi Düşü bölümünde içerisi ve dışarısı arasındaki sınırları keskin bir şekilde hissederiz. Hatta bu hisler bizi yer yer klostrofobiye doğru sürükler. Ailenin en küçük ferdi olan çocuk, içerisiyle olan boğucu deneyimini şöyle aktarır;
“Dışarı çıkmamız mümkün değil. Her yer içerisi. Kapıları ve pencereleri ve bacaları var evimizin. Babam hepsini sıkı sıkı kapatıyor. Pencerelerin etrafına içeri hava girmesin ve içeriden hava çıkmasın diye kalın plastik şeritler yapıştırıyor. Kapıların altlarına süngerler sıkıştırıyor. Bacalara gazete kâğıtları tıkıştırıyor.”[2]
Kutsal ailenin tüm yönleriyle ele alındığı bu bölümde baba figürü önemli bir rol oynar. Dışarısıyla olan diyaloğu tamamen kesen baba, kendi dahil tüm aile fertlerini içeri hapsetmiştir. Bu süresiz hapse odadaki kafeste ölümünü bekleyen evcil kuş da dahildir. Kitabın sonraki bölümlerinde de sıklıkla karşımıza çıkacak olan kafes, Köpekdişi Düşü’nde doğrudan ev kavramıyla ilişkilenir. Gittikçe çıkmaz sokağa dönüşen bu orta sınıf ailenin evinde; “Evle kafes arasında ne fark vardı? Annemi televizyona, ablamı kafese? Peki kendisini nereye kapattı? Peki babalar kendilerini nereye kapatır?”[3] gibi sorular durmadan yankılanır. Tüm bunlar olurken televizyonda Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un 2009 tarihli Köpek Dişi filmi oynar. Film, tıpkı Köpekdişi Düşü’nde olduğu gibi izole bir hayatı tercih eden, ev dışındaki dünyayla bağını tamamen koparmış bir aileyi konu alır. Mine Söğüt, filmle pek çok ortak noktaya sahip olan çekirdek aile hikâyesiyle edebiyat ve sinema arasında kurulabilecek ortaklıkları işaret eder.
Dört bölümden ve birbiriyle tematik olarak ilişkilenen hikâyelerden oluşan Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, içerisi ve dışarısı arasındaki gerilimi merkeze alarak devam eder. “Biz ne zaman dışarı çıkacağız?” sorusunu akıllarımıza kazıyan Köpekdişi Düşü, “Bizim evde küçük bir pencere. O kadar küçük ki ne dışarıdan bakıldığında içerisi görünüyor ne de içeriden bakıldığında dışarısı.” cümleleriyle başlayan İstiklal Kırlardadır’a uzanır. Kırlarda özgürce salınmak isteyen çocukların hikâyesini okuduğumuz bu bölümde de manzara farklı değildir. Dört duvar arasına hapsolmuş kadınlar mutfakta erkeklere durmadan hizmet eder. Kapılarda tıpkı pencereler gibi açılırken kapanır, kapanırken açılır. Hummalı bir hazırlıktan sonra pikniğe gitmek için kapıya yönelen aile bir türlü eşiği geçemez. Sonsuza kadar ait oldukları yerde, evde kalmaya devam ederler.
Mine Söğüt’ün şiirsel ve öfkeli bir üslupla ele aldığı Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, edebiyattan sanata, tiyatrodan sinemaya kadar uzanan geniş bir referans yelpazesine sahip. Kitapta yer alan hikâyelere yeni perspektifler geliştirmemizi sağlayan bu referansların en önemlisi de ilk defa 1959 yılında sahnelenen Eugene Ionesco’nun Gergedanlar isimli oyunu diyebiliriz. Türkiye’deki pek çok şehir tiyatrosunda sahnelenen Gergedanlar’ın ele aldığı konu kısaca şöyledir; “İkinci Dünya Savaşı öncesinde başlayan, totaliter rejimlerin insanları ve toplumları nasıl ele geçirdiğini anlatan oyunda, bir kasabada yaşayan insanlar gergedanlara dönüşmeye başlarlar. Bir din, bir öğreti ya da bir düşünce bulaşıcı hastalık gibi tüm insanları ele geçirir. Ele geçirilen her insan insanlığını yitirir gergedanlaşır.”[4] Mine Söğüt’ün kitabında da durmadan karşımıza gergedanlar çıkar. Bu gergedanlar bazen geceleri sokaktan usulca geçer. Bazen de iki bina arasındaki boşluğa konulmuş kafeslerin içine hapsolur. Okuyucuyu düşünsel anlamda eleştirel bir yolculuğa çıkaran, metaforik anlatımlarla örülü kitapta gergedanlar pek çok şeyi temsil eder. Sakin bir yapıya sahip ancak kızdırıldığında son derece vahşi bir kimliğe bürünebilen bir hayvan olan gergedan, Söğüt’ün dünyasında ilk bakışta saflığın ve acımasızlığın simgesidir. Eşikleri aşıp içeriden dışarıya çıktığımızda, bir türlü insan olmayı beceremeyişimizin simgesine dönüşür. Kayıtsız kaldığımız, bile isteye gözümüzden kaçırdığımız, isteyip de vazgeçtiğimiz, başabilecekken başaramadığımız her şeyi temsil eder.
“Sana devamlı aynı şeyi söyleyeceğim. İnsanların arasına dalmış gergedanlardan daha tehlikeli tek şey gergedanların arasında yapayalnız kalmış bir insandır, diyeceğim. Sen yine bir şey anlamayacaksın, susmayı ve katlanmayı sürdüreceksin. Kendi aklından yaptığın yıkılmaz demir bir kafesin içindesin. Ne küfrün küfür, ne isyanın isyan. Kaderin senin o gergedan.”[5]
Evin duvarlarından, pencerelere, üçlü kanepelerden kırlara doğru uzandığımız kısa hikâyelerden sonra nihayet sokaklara ulaşırız. Bu sokaklara ulaşırken asfalt yollardan, ıssız otobanlardan geçeriz. Mine Söğüt’ün Gergedan: Büyük Küfür Kitabı’na ilham veren ve bir yazar olarak insana yaklaşımını betimleyen bu bölümler, kişisel bir yerden ortaya çıkar. Araba sürmeyi, seyahat ederek uzun yollar katetmeyi seven yazarın yol boyunca en çok düşündüğü şey bir hayvana çarpma tehlikesidir. İnsanların şehir içinde ve şehir dışındaki yollarda arabalarıyla devamlı bir takım lekelerin üzerinden geçtiğine, bu lekelerin birer canlıya ait olup olmadığını umursamadığına dikkat çeker.
“Bazen değil sık sık, sık sık değil her zaman durup düşündükçe, rasyonalize ettiğimiz bu durumun aslında ne anlama geldiğini düşünmeye başladığımız anda insan olarak, insanlık olarak başka bir şeye dönüşmek zorunda kalacağımızı hissediyorum. Neden bunlar üzerine düşünmediğimizi, neden üzerinden geçtiğimiz o lekelerle hayata, dünyaya, diğer canlılara, kendi varlığımıza ve sorumluluklarımıza dair şüpheler içinde kalıp silkelenmediğimizi çok düşünüyorum.”[6]
Kitabın Sokakta isimli bölümünde yazarın dışarısıyla ve asfaltın üzerinde zamanla silinen lekelerle kurduğu ilişki gün yüzüne çıkar. İnsanlığın ve gün geçtikçe kana bulanan dünyanın bugün geldiği o noktayı tüm keskinliği ve olağanlığıyla aktarılır. Gergedan bu andan sonra soyu tükenmek üzere olan bir hayvanı değil, yüzleşmekten kaçtığımız tüm acı gerçekleri temsil eder.
“Az önce otobanda ölü bir şeyin üzerinden geçtin. Her gün geçiyorsun Arabanla. Bazen sen eziyorsun onu. Bazen bir başkası. Hep birlikte üzerlerinden geçiyorsunuz. Hep birlikte hepsini eziyorsunuz. Arada bir kedi eziyorsun. Sonra bir sincap. Sonra bir kirpi. Sonra bir köpek. Sonra ne olduğu anlaşılamayan şey. Sonra bir gelincik. Geç. Bir tilki. Geç. Bir kaplumbağa. Geç. Bir tavuk. Geç. Bir kertenkele. Geç . Bir yılan. Geçiniz. Bir kunduz. Geçiniz. Bir ceylan. Bir gelincik. Onu da geçiniz. Bir inek. Geç. Bir koyun. Geç. Bir devekuşu. Geç geç geç. Bir ejderha. Geç geç. Bir Zümrüdüanka eziyorsun. Geçiyorsun. Bir gergedan eziyorsun. Geçiyorsun.”[7]
Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, ölüm kalım savaşı verdiğimiz bir iklimle başlayıp iki binanın arasında bir kafese sıkışmış, çaresizce ölümü bekleyen bir gergedanın hikâsiyle son bulur. Sokağa ilk geldiğinde mahalleli tarafından çok sevilen fakat gün geçtikçe unutulan ve görmezden gelinen bir gergedandır bu. Türü “yabani” olarak bilinse de, tıpkı tüm hayvanlar gibi kendisine bir saldıran olmadıkça kimseye zarar vermez. Tahmin etmesi pek zor değil, onun da en büyük düşmanı insandır. Mine Söğüt de kendine bile düşman olan insana, kutsal aileye, değişmeyen sisteme, iktidara ve ikiyüzlü topluma doğrultur eleştirel dilini ve kalemini.
Köşe bucak kaçıp saklandığımız gerçekler, Söğüt’ün dünyasında kucağımızdan yere bırakmak istediğimiz günahlar gibi yığılır yol ortasına. Asfaltın üzerinde kime ve neye ait olduğunu bilmediğimiz kan lekeleri üzerinden arabalar geçtikçe silinir. Zeminde günden güne kuruyarak yok olurlar. Fakat şiddet içeren deneyimler ve bu deneyimlerin bizde bıraktığı izler kolay kolay silinmez. Söğüt de silinmemesi, silinse bile unutulmaması gerekenlerin altını çizer daima. Hiçbir şeyin değişmediği o eski sokağın asfaltında yatan yamyassı bir gergedan ölüsüyle, dinmek bilmeyen bir öfkeyi gün yüzüne çıkarır. Zihni çıkmazlara sokan, pencere korkuluklarından taşıp gökyüzünün griliğine uzanan hikâyelerle okuyucuyu da kendi öfkesine ortak eder.
[1] Mine Söğüt,Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, Can Yayınları, s.88
[2] Mine Söğüt, Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, Can Yayınları, s.45
[3] Mine Söğüt, Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, Can Yayınları, s.48
[4] Şule Tüzül, Ionesco’dan Mine Söğüt’e bir gergedanın yolculuğu, Edebiyat Haber, 14.02.2019
[5] Mine Söğüt, Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, Can Yayınları,s.129
[6] Kısa Dalga, Kitap-Konuk-Kahve: Mine Söğüt yazma hallerini anlatıyor, 25.12.2022
[7] Mine Söğüt, Gergedan: Büyük Küfür Kitabı, Can Yayınları, s.115