
Abdullah Ezik – Esin Hamamcı
Abdullah Ezik ve Esin Hamamcı, Odak Yazar dosyası konuğumuz Gül Ersoy ile edebiyatı, sesli kitap projesi ve öykücülüğü üzerine konuştu.
Abdullah Ezik: Trakya Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nü ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nü bitirdiniz. Yazmaya nasıl başladınız ve yaratıcı yazarlık bölümü bu süreçte size neler kattı?
Aslında arada serigrafi bölümü de var. Resim, özgün baskı, plastik sanatlar çalışmayı sevdiğim alanlar. Şimdi de felsefe bölümündeyim.
Yazmaya 12 yaşımda başladım. Evde çok fazla kitap vardı, okuyan bir aileden olma gibi bir şansa sahiptim. Yaratıcı Yazarlık Bölümü’ne girdiğimde sene 1998’di. Yazıyla ilgili çok fazla bölüm, şimdiki gibi sayısız üniversite yoktu. İşin doğrusu devlet okuluna gitme isteğim de yoktu. Müjdat Gezen Sanat Merkezi özgür, bağımsız, çağdaş ve renkli kişilikli bir okuldu. Dört sene boyunca çok değerli hocalarımız vardı. Edebiyat sosyolojisini Emre Kongar’dan, mitolojiyi Güngör Dilmen, tiyatro tarihini Melisa Gürpınar, senaryoyu Sevin Okyay’dan, şiiri Sunay Akın’dan dinlemek ayrı bir zevkti. Sayamadığım değerli başka hocalarımız da oldu. Bölümde yazı teknikleri, kuramları, estetiği, felsefeyi, sinemayı, tiyatroyu, sanat tarihini öğrendim. Tabii bunlar bir basamaktı. İnsanın okuyarak kendini geliştirmesi ve ilerlemesi önemli. Bence okul insanın gideceği yolu gösteren bir tabela gibi. Yola çıkmak, yolda ilerlemek kişiye kalmış…
A.E.: İlk kitabınız Sahilden Bostancı’nın ardından Storytel için Daha Uzaklarda Ne Var isimli bir sesli roman kaleme aldınız. Sesli kitap yazmakla basılı bir kitap yazmak arasında ne tür farklar gördünüz? Bu durum sizin yazarlığınızı nasıl etkiledi?
Sesli kitap ve basılı kitap arasında epey fark var. Öncelikle seslendirmeye uygun yazmak gerekli. Bazı yerlerde okurken uzun kaçan ve sıkıntı veren bölümleri atmak gerekti. Çevreyi ve karakterleri ayrıntılı anlatmaya, iç seslerden ve monologlardan kaçınmaya çalıştım. Benim için sesli kitap yazmak bir ilkti. Romanı beş ay gibi kısa bir sürede yazdığım için yazı disiplinime katkı sağladığını düşünüyorum…

A.E.: Sahilden Bostancı da Sen Kimseyi Sevemezsin de öykü türünde kitaplar. Sesli kitap olarak ise bir roman tercih ettiniz. Öncelikle öykü ve öykü yazmanın sizin için anlamı nedir? Bir önceki sorunun devamı olarak, sesli kitap olarak neden roman türünü tercih ettiniz?
Öykü samimi geliyor bana. Öykü yazmanın anlamı ne derseniz, eski bir geleneği sürdürüyormuşum gibi hissediyorum ve bu hoşuma gidiyor. Sesli kitabın roman olmasını şirket istediği için tercih ettim. Anlaşmamız böyleydi.
Sahilden Bostancı:
Esin Hamamcı: Metinlerinizde müzikle birlikte kaybolan bir “zaman” var. Hatta bir öykünüzün ismi Charles Aznavour’un “La Boheme” parçası ile aynı. Müziğin eserlerindeki işlevi nedir? Sahilden Bostancı’da kent ön plana çıkıyor. Kent manzarasında sizi çeken nedir?
Müziğe uygun yazıyorum. İşlevi, notaların titreşiminin yazıya etkisi.
E.H.: Kentin içinde var olan “kimlikler” Sahilden Bostancı’da dikkat çekici. Öykü kişileri kentin içinde dolaşırken okur olarak biz de gündelik yaşantıya tanık oluyoruz. Gündelik yaşantı için yazmadan önce yaptığınız özel bir araştırma var mıdır?
Kent manzarasında beni çeken o rengarenk kalabalık, her penceresinde ayrı hikâye olan evler, canlılığıyla toplumsal hafızamızı oluşturan caddeler, sesler, kokular…
E.H.: Mülteciler, yabancılar, jigololar, fahişeler… Farklı karakterler bir araya nasıl geliyor? Bir söyleşinizde kendinizi “gezgin” olarak tanımlıyorsunuz. “Yurtsuzların arasında yaşadım, göçmenlerle arkadaşlık ettim,” diyorsunuz. Bu hâlin edebiyatınıza etkisi nedir?
Her yazar kadar gözlemciyim. Ama bazen bukalemun gibi hikayelerin içine girdiğim, insanlara yakından baktığım, empatiyle yaklaştığım durumlar olabiliyor, buna da özel araştırma diyebiliriz sanırım.

E.H.: Sahilden Bostancı’da “gitme” meselesi de dikkat çekiyor. Gitmek ve kalmak arasında gidip gelen karakterlerin haletiruhiyesi üzerine ne söylemek istersiniz?
Evet, eskiden kendimi gezgin olarak tanımlıyordum. Yurtsuzluk, göçmen olmak, evsizlik, güvencesizlik yani o zamanki ruh halim yazılarımı etkiledi. Son yıllarda gezgin olduğum söylenemez… Gitmek ve kalmak arasında gidip gelen karakterlerin kaderi huzursuzluk…
Sen Kimseyi Sevemezsin:
A.E.: Öncelikle kitabın isminden başlamak istiyorum, çünkü oldukça mesaj yüklü ve sert bir ifade var burada: Sen Kimseyi Sevemezsin. Öykü kitabınız için bu başlığı seçmenizdeki temel sebep nedir? Bir kitabın ismindeki vuruculuk sizin için ne derece önemlidir?
Çağımızın insanlarına bir gönderme bu isim. Sevmeyen, sevilmeye izin vermeyen, sevgi hakkında konuşmayan garip bir kitle.
A.E.: Tükenmişlik, çağımızın en önemli meselelerinden/sorunlarından biri olarak görülebilir. Sizin de özellikle kitaba giriş yapan metninizde ve öykülerinizde bu durumu yakından hissediyoruz. Bu konu hangi noktadan sizin dikkatinizi çekti ve öykülerinizde kendisine nasıl bir karşılık buldu?
Dünya’nın iklim kriziyle mücadelesi, savaşlar, göçmenlik durumu, her alanda yozlaşma, yaşanan bireysel haksızlıklar, ekonomik krizler, yaşamın gittikçe zorlaşması insanları tüketiyor. Görmemek, duymamak imkansız. Toksik pozitifler dışında hemen herkes tükenmiş durumda. Öykülerime de bu yüzden girdi tükenmişlik.
A.E.: İlk kitabınız Sahilden Bostancı’da da Sen Kimseyi Sevemezsin’de de oldukça zengin bir karakter havuzuyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Oldukça renkli, birçok farklı konu ile ilgilenen derinlikli bir karakter dünyası söz konusu. Öykü karakterleriniz ve onların gelişim süreçleri üzerine ne söylersiniz?
Hayatımda da farklı farklı insanlar var. Biraz onlardan etkilendim. Öykü karakterlerimin bazılarını severek, bazılarını hiç sevmeyerek yazdım. Gelişim süreçleri de bir iki yılı buldu.

A.E.: Yine bir önceki sorunun devamı olarak, öykü karakterlerinizin oldukça farklı sınıflardan geldiğini, bu anlamda karakterlerinizin geniş bir sosyal ve sınıfsal yapı ile birlikte değerlendirildiği söylenebilir. Sizin bu anlamda toplumun birçok farklı kesimine baktığınızı söyleyebilir miyiz? Karakterleriniz ve onların sosyal/sınıfsal durumları/ilişkileri nasıl gelişir?
Söyleyebiliriz. Yazı ve hayat ortak bir paydada ilerliyor, karakterlerin gelişmesi de gözlemlerin ardından yazıyla gelişiyor.
A.E.: Sen Kimseyi Sevemezsin’de Paris’ten İstanbul’a uzanan çizgide birçok farklı hikâyeye şahit oluruz. Bu anlamda coğrafya ve coğrafya-insan ilişkisi, sizin üzerinde durduğunuz temel konulardan da bir tanesi. Coğrafya, şehirler ve kent kültürü, sizin öykü dünyanızda kendisine nasıl bir karşılık buluyor? Bu durumun kişisel yaşantınızla bir ilişkisi var mı?
Evet, kişisel yaşantımla bir ilgisi var. Coğrafyayı, şehirleri, kent kültürünü önemsiyorum. İlgilendiğim alanlar. Öykülerimde de bu temaları kullanmayı seviyorum.
A.E.: Modern bireyin yalnızlığı ve psikolojisi, Sen Kimseyi Sevemezsin’de önemli bir yerde durur. Sizin ve öykü dünyanızın merkez noktalarından birisinde, modern kentli bireyi bu kadar yalnız kılan ve psikolojisini biçimlendiren temel noktalar nelerdir?
Klişe bir laf “modern ve kentli birey.” Pek kullanmayı sevmiyorum. Modern olmayan karakterlerim de var. Kentli olmayanlar da var. İnsanı yalnız kılan ve psikolojisini biçimlendiren temel noktalar neler desek, daha iyi olur.
İlişkiler artık çıkar ilişkisine döndü. Sadakatmış, güvenmiş, dostlukmuş bunlar geçer akçeler değil. Güzel duygulara antika muamelesi yapılıyor. Bencil olmak moda oldu ve çılgınca bencil olun mesajı pompalanıyor sosyal medyada.
Yüzeysel, oldukça boş ve sığ, hayatlarındaki eylemleri tanımadıkları insanlardan like almak için yapan; kabul görmenin karakterli olmakla değil çok takipçili olmakla eşitlendiği; sahte, göstermelik hayatlar yaşayan milyonlarca insan var. Eninde sonunda bu insanlar çöküyor. Altı boş çünkü…Ayrıca hiçbir kuruma inancımızın kalmadığı, oldukça güvencesiz, yarın ne olacağı belli olmayan bir sistemde yaşıyoruz. Tüm bunlar insanların psikolojisini etkiliyor. Yerle bir ediyor hatta. Temel noktalar bunlar denebilir.
A.E.: Karakterlerinizin öykü boyunca değiştirdikleri ruh hâlleri ve hikâyenin başladığı nokta ile bittiği yer arasında dönüştükleri kişiler, oldukça şaşırtıcı ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını da vurgulayan bir konu. (Sözgelimi “İspiyoncu”.) Bu değişim/dönüşüm hikâyeleri salt insan doğası ile mi ilgilidir? Bu konu ve insandaki dönüşüm, hiçbir şeyin başlangıçtaki gibi olmaması hâli nereden gelir?
Sıradan bir adamın, yardıma muhtaç bir kadın karşısında ne kadar kötü biri haline dönüşebileceğini anlatmaya çalıştım o öyküde.
İnsanın içinde hem iyi hem kötü tohumlar var. Hangisi beslenirse o büyüyor. Değişim ve dönüşüm de çocukluktan, eğitimden, hayat şartlarından, ama en önemlisi seçimlerden ileri geliyor. İnsanlar artık çok kolay bir şekilde kötü insan olmayı kendilerine bir kimlik gibi yakıştırıyor. Övünüyorlar hatta kötü olmakla. Kötülerin güçlü olduğu gibi acayip bir inanç var. Aslında en zayıf kişiler kötü kişilerdir. İyi olmak için öfkesini bastıramaz, iradesini kontrol edemez, kendini yönetemeyen bir zavallıya dönüşür. Ve en fenası bu halini göremeyecek kadar körleşir…

A.E.: Aile, dost ve sevgili ilişkileri, güven-güvensizlik, içine kapanma ve kendini ifade edememe, birçok öyküde kendisini gösteren çeşitli ortak tema ve konulara işaret ediyor. Sizi genel olarak bu konular üzerine düşünmeye/yazmaya yönlendiren bir sebep oldu mu? Sen Kimseyi Sevemezsin’de bu konuları ön plana çıkaran ana düşünce nedir?
Bu konular üzerinde düşünmeme/yazmama sebep olan şey bu acımasız çağ. İçinde yaşadığımız bu berbat zaman dilimindeki insanların iç dünyası ilgimi çekiyor.
A.E.: Pandemi süreci sizin yazarlık serüveninizi nasıl etkiledi?
Pandemi sürecinde ailemleydim. Babamı kaybettim. Pek yazmadım. Şimdi yeni bir roman yazıyorum.