.

Küçük Prens 80 Yaşında (I)

Nedret Öztokat Kılıçeri

Fransız edebiyatının en ünlü kahramanlarından Küçük Prens, Petit Prince adıyla Amerika’da dünyaya gelmiştir. Sade, masalsı ve alçakgönüllü bir mizahı barındıran anlatı Saint-Exupéry’nin New York’ta kaldığı dönemde yazılmıştır (1940-44). Kitap Fransa’dan önce ABD’de ilk kez okura ulaşır. Yayın tarihi kaynaklarda 6 Nisan 1943 olarak geçer. İncil’den sonra en çok okunan kitap unvanını korumaktadır. Exupéry’nin geniş kitlelere ulaşan bu yapıtını iki ayrı yazıyla Esrik Gemi köşesine taşıyacağız. Sanat Kritik köşemizdeki ilk yazıda Küçük Prens’in kitaplaşma serüvenini yazarının hayat hikâyesiyle sunuyoruz. İkinci yazı ise bu efsanevi romanı ele alacaktır.

Küçük Prens ile 12 yaşımda hazırlık sınıfında tanıştım. Fransızca öğretmenimizin yazma ve ezberleme ödevi olarak verdiği metinde küçük bir prens vardı ve tilki ondan kendisini evcilleştirmesini istiyordu. “Ne olur evcilleştir beni, dedi. Çok isterdim ama vaktim az. Dostlar edinmeli, yeni şeyler tanımalıyım. -Yalnız evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin, dedi tilki, İnsanların tanımaya ayrıca zamanları yok artık. Dost istiyorsan evcilleştir beni.” (s.80). Bu cümleleri şimdi buraya C. Süreyya- T. Uyar Türkçesiyle yeniden yazarken elli yıl öncesinin bir Fransız lisesinin karanlık sabahında kenarları süslenmiş bir yazı defterinden daha fazlası yok anılarımda; tek bir dilsel gösterge, “evcilleştirmek” köprüyü kuruyor. 

Bu paragrafta tilkinin Küçük Prens’le arkadaş olmak istediğini anlamıştım ve ilk kez karşılaştığım “apprivoiser” fiilinin “tilki gibi diğer vahşi hayvanları evcilleştirme” anlamına geldiğini öğrenmiştim. Üniversite öğrenciliğimde ise Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nın “Tepe” bölümünde karşımıza çıkan o sevimli, oyuncu tilkiciğin küçük prensin tilkisiyle akraba olabileceğini düşünmüştüm, bir yazınsal akrabalık aklıma düşmüştü. 

Küçük Prens’in gezegeninde tanıştığı pilotun Antoine de Saint-Exupéry olduğu, Fransızların hitabıyla “Saint-Ex”’in Fransa’nın büyük bir yazarı olduğunu ortaokulda öğrendim. Edebiyat derslerinde tekrar ele alındı. Tam anlamıyla bir çocuk masalı değildi; anlatıcı “Bu öyküye peri masallarındaki gibi başlamak isterdim. Yani şöyle: “Evvel zaman içinde bir Küçük Prens varmış,” dese de “hayatı yakından bilenler” için yazdığını saklamaz (s.22). Gerçekten de Küçük Prens büyüklerin dünyasına, onların toplumsal kabullerine, ahlakına, ritüellerine bakar ve yeniden/sıfırdan başlayarak anlamlandırmaya çalışır: Bir tür tabula rasa’yı varsayar çocuğun gözlemleri. Metni yetişkin gözüyle okuduğumuzda yazarın sesinin dünyanın kurallarına, oyunlarına yabancı kalmış bir çocuğun sesine karıştığını açık açık duyarız. Küçük Prens Saint-Exupéry’nin alter-ego’sudur.

Sürekli Bir Yolculuk Hali: Antoine de Saint-Exupéry

Saint-Exupéry’nin hayat hikâyesi[i] özel hayatında sıkıntıları olan bir erkeği (kadınlar, arkadaşlar, aile), bir yazarı ve politik duruşunu gizlemeyen bir hümanisti karşımıza çıkarır. Lyon’a kırk kilometre uzaklıkta, Saint-Maurice de Rémens/Bugey kasabasında bir on sekizinci yüzyıl şatosunda başlayan hayatı, uçağıyla kıtaları, okyanusları, bitimsiz çölleri kat etmekle geçecek, Küçük Prens’in can bulduğu New York’ta devam ederken Marsilya açıklarında, Akdeniz’in sularında kaybolan bir keşif uçağında son bulacaktır. 

1900’de doğan yazar baba tarafından eski ve köklü bir aileden gelir. 41 yaşında beyin kanamasından ölen babasının ardından çocukların bakımını üstlenen Marie de Saint-Exupéry, ondan geriye kalanlarla aileyi çekip çevirir. Yazmayı, okumayı, desenler çizmeyi seven, dikkatli, sabırlı bir annenin sevgili oğlu olarak kalacaktır Antoine. Baba kaybı değil de (Antoine o sıralar üç yaşındandır) 15 yaşında kalp romatizması yüzünden hayatını kaybeden kardeşi François’nın ölümü onu derinden etkileyecektir. 17 yaşındaki Antoine kardeşinin hastalığını, onu çevreleyen hemşireleri çok iyi anımsar. Üstelik François’nın ona emanet ettiği bisiklet çocuk dünyası için ağır bir mirastan başka bir şey değildir. Uzun zaman bundan söz etmez Saint-Exupéry. Ama ilk gençlik yıllarına sinen bu yasın onun hüzünlü karamsar kişiliğiyle ilişkisini biyograflar sıklıkla vurgulayacaktır.

Okul öğrenciliği pek parlak değildir, şiir dışında kayda değer bir başarı göstermez. Zaman geçtikçe her işi yapmaya hevesli bir genç adam görürüz. Pilotluk ve yazarlıkta karar kılması da biraz tesadüflerin sonucudur. Uzun süre denizci olmayı ister, ancak Deniz Lisesine giriş sınavını geçemez, sonra mimar olmak ister ancak Güzel Sanatlar Fakültesindeki dersler yerine güzel kuzini Yvonne de Lestrange’ın edebiyatçıların da toplandığı salonunda boy göstermeyi tercih eder ve mimarlık hevesi suya düşer. Uçak ve uçmak için de çok büyük bir hevesi olmadığı söylenir. Uçak araba gibi bir taşıttır ona göre. Yine de çocukluğunda bisikletinin kanatları olması fikrine sahip olduğunu ve 12 yaşındayken tanıştığı Wroblewski kardeşlerin kendi imal ettikleri uçağa bindiğini biliyoruz. Hoş iki kardeş çok geçmeden uçak kazasıyla hayatlarını kaybeder. Saint-Exupéry’ye gelince onun da birçok uçakla birçok kazaya karıştığı bilinir. Küçük Prens’e esin kaynağı olan da 1935 yılında Paris-Saygon hattında uçarken Libya Sahra çölünde dört gün mahsur kaldığı kazadır.

Liseden sonra Strasbourg’da askerliği sırasında pilotluğu öğrenir. Çok başarılı değildir, irili ufaklı bazı kazalar atlatır; kilidini kontrol etmeden uçağı kaldırmasıyla 1933’te geçirdiği kaza sık anılanlar arasındadır. Donma tehlikesiyle karşılaştığı, Manş üzerinde yolcularla okyanusa indiği bilinir. Kayıt defterini almayı unuttuğu, kalemsiz yola çıktığı hep anlatılır. İlk kazasını 23-24 yaşında geçirir.

Gençliğinde ne yapmak istediğine karar vermesi zaman alır. Parasız kaldığında annesinden ister, parası varken harcar, cömerttir. Ancak parasızlığın belini büktüğü de bilinir. İşte böyle gençliğinin parasız zamanlarında kuzini Yvonne de Lestrange’ın evinde kalmaktadır; burada NRF’in yeni kurulan ekibiyle tanışır. Gaston Gallimard ve André Gide’i hemen analım. Gaston Gallimard Joseph Kessel’in hem gazetecilik hem yazarlık kariyeriyle öne çıkan ve güzel satış yapan keşif anlatılarının kazandığı başarıları düşünerek Antoine de Saint-Exupéry’den gezi anlatıları yazmasını ister. İşte bunu ciddiye alacaktır genç adam. 1919’da yedi kitaplık bir sözleşme imzalar Gallimard ile.

Patagonya, Sahra, Saygon… derken sınırların silindiği neredeyse sonsuz bir uzamı deneyimlemiş olsa da annesinin yakınlığını hissetmeyi sevmiş ve annesine mektuplarında bunu sık sık dile getirmiştir. Anneyle dertleşmelerinde çocukça bir soru da yükselir, “Peki benim yerim hangi yıldızdadır?” Küçük Prens’in satırlarında hep yazarın sesini duyarız.

Artık Paris’te gezmeli tozmalı, hareketli bir sosyal çevrededir. Saint-Exupéry, Fas’ın güneyinde, Cap Juby’de hava postacılığında çalışmaya başladığında artık hareketli bir hayatın içindedir. Bölgede, İspanyollar ve uçakları düşürerek para kazanmaya çalışan Berberî kabileleri arasında kaldığını da biliyoruz. Zamanla hep aile kurmayı, sakin bir hayata sahip olmayı istemiştir. Ama kimse parasız birisiyle evlenmek istemez. 1935 yılında El Salvador kökenli Consuelo Suncin Sandoval ile karşılaşana kadar.

Consuelo sıradan bir kadın değildir; çarpıcı, ilgi odağı olmayı bilen bir kadındır ve Saint-Exupéry ile evlenince kendisine bir imaj yontmayı becerir. Küçük Prens’teki çiçeğin kendisi olduğunu, eserde önemli yer tuttuğunu sık sık anlatacaktır. Saint-Exupéry soyadını alana kadar Consuelo’nun paraya dayalı başka evlilikleri olduğu ve yazarla serbest bir evliliği olduğu bilinir.

Pilot olarak ilk uçuşlarını yirmili yaşlarında, 1921-1922 yıllarında yapar. İlk kez Fas’a uçar. 37. uçuş birliğinde avcı uçağında görev alır ve önce sivil pilot sonra da askeri pilot brövesine hak kazanır. 1927-1929 arasında Toulouse-Casablanca-Dakar hattında posta uçuşlarında görevlidir. Batı Sahra’da Cap-Juby’de şef olarak görevlendir. Güney Posta’sını bu sırada yazar. 1929’da Arjantin Hava Postasında görev alır, Gece Uçuşu’nu yazar. 1930’da yazarlığı ve sivil havacılık hizmetlerinden ötürü Légion d’honneur’ün Şövalye nişanına layık görülür. And Dağları yakınında kaza geçirir; Consuelo Suncin ile burada tanışır. 1931’de Fransa’ya dönerek evlenirler ve Kazablanka Port-Etienne hattında görevlendirilir.  Gece Uçusu André Gide’in önsözüyle yayımlanır, 1931 yılında Fémina Ödülünü kazanır.

1933-1937 arasında gazeteci olarak çeşitli seyahatlere çıkar. Air France’ın tanıtımında görev alır, Saygon’a gider. Çeşitli basın toplantılarında söz alır. İspanya Savaşı sırasında röportajları yayımlanır. 1938-1944 arasında çeşitli kereler Amerika’ya gider. Guatemala’da bir kaza geçirir. Beş gün komada kalır. New York’ta nekahet döneminde yazdığı İnsanların Dünyası / Terre des Hommes 1939’da Fransa’da yayımlanır ve Académie Française Büyük Ödülü’nü kazanır. Eser, Wind, Sand and Stars adıyla ABD’de yayımlandığında National Book Award ve Légion d’Honneur nişanının üst derecesine layık görülür. 1940’ta Almanya üzerinde gerçekleştirdiği keşif uçuşları ona Fransa’nın Savaş Madalyasını getirir.

Saint-Exupéry uzun süre pilot yazar olarak görülmüştür. 1931 tarihli Gece Uçuşu savaş öncesi romanlar arasında önemli bir yere sahiptir. Ölümünden sonra 1948’de yayımlanan Kale bitmemiş bir kitaptır [ii] . Orada yeni bir edebiyat tarzını dener; parçalı bir yazınsal tür yaratmaya çalışır. Modern bir edebiyat tasarlar. Büyük destansı anlatıların yanında parçalardan oluşan bir roman kaleme alır. Gece Uçuşu ABD’de filme çekilir ve Saint-Exupéry büyük ün kazanır, 2. Dünya Savaşı sırasında burada misafir olur. 31 Aralık 1940’ta Fransa ateşkes imzaladıktan altı ay sonra New York’a gelmiştir. Yaşı nedeniyle 5 Nisan 1940’ta askerlik görevinden terhis edilmiştir. İyi satan bir gezgin-yazar sıfatıyla maceralı hayatının sağladığı ünden de yararlanarak ABD’de savaşla sarsılan Avrupa uygarlığının çıkmazlarını anlatmak, ABD’nin müttefiklerin yanında savaşa katılmasını ister. Fransa’nın Vichy rejimine karşı çıkmış, De Gaulle’ü eleştirmiştir; hal böyle olunca iki buçuk yıl ABD’de kalır.

Kolay bir dönem değildir, depresyon ve sağlık sıkıntılarına yazarak dayanmaya çalışır. Küçük Prens işte bu dönemde kaleme alınır. Küçük Prens’in anlattığı öykü, yazarın kişisel belleğinde yeri olan bir olayla akrabadır. Çölde arıza yapan uçağın pilotu aslında Saint Exupéry’nin kendisidir ve 1935’te Paris-Saygon arasındaki saldırı uçuşunda düşmesiyle Libya çölünde sanrılarla geçen dört günün hikayesinden yola çıkmıştır. Hemen belirtelim, çölde düşmüş uçağıyla baş başa kalan pilotun karşında beliren o “küçük adam”ın da yazarın kendisi olduğunda biyograflar hemfikirdir.

1942’de Savaş Pilotu/Pilote de Guerre Fransa’da yasaklanınca el altından satılır. 1943’te müttefiklerin askeri kuvvetlerine katılır, çok sayıda görev uçuşu yapar. Korsika üssünden havalandığı 17 Temmuz 1944 tarihli uçuştan geri dönmez. Bir başka kaynağa göre ise Alman avcı uçağı tarafından Marsilya açıklarında vurulmuştur. Yazarın kaybı 8 Eylül 1944’te resmi kayıtlara geçer. Uçağın enkazı elli yıl sonra bulunur.  

Küçük Prens ya da Kitabın Yolculuğu

Küçük Prens Fransız edebiyatının temel yapıtları arasında olmakla kalmaz kendi başına bir mit de oluşturur. Okuyan okumayan herkes kitabın konusunu ve desenlerini bilir. İlk izlenim olarak çocuk kitabı gibi okunsa da tüm dillerden okurlara ulaşarak dünyaya ait bir edebiyat değerine dönüşmüştür. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre 248 dile çevrilmiş. İncil’den sonra en çok satan ve dünya dillerine çevrilen kitap olduğu belirtilir.

Oysa kitabın basıldığı dönem böyle dünya çapında bir başarıyı hiç mi hiç haber vermiyordu. Haziran 1942’de Fransa Alman istilası altındaydı ve Saint-Exupéry seferberliğin kaldırılmasıyla uzun yıllar savaş pilotu olarak görev aldıktan sonra, pasaportunun meslek hanesinde “edebiyatçı” kimliğiyle ABD’ye gitmiştir. İki buçuk yıl burada kalacaktır. Yürekten inandığı insan değerleriyle ABD’ye doğru yola çıkmıştır. Ama burada da bir yanda karısının sadakatsizlikleri, bir yanda hastalığı, parasızlığı onu daha da kırılgan yapar.

Saint-Exupéry biyograflarının birleştiği ortak görüşe göre, Dünya Savaşıyla Avrupa uygarlığının çöküşüne tanıklık eden yazarın yalnızlığı ve sürgünü, fiziksel ve moral çöküntüsü, duygusal ve ruhsal bunalımı olmasaydı Küçük Prens de olmazdı. Kitabı yazarken içinde olduğu ağır depresyonun etkisini ciddiye alan bazı kaynaklarda, yazarın Korsika’da Özgür Hava Kuvvetlerinde tekrar uçmaya başlamasını örtülü bir intihar olarak görürler.

Amerika yıllarında bir lokantada peçeteye çiziktirdiği sarı saçlı küçük adam Amerikalı bir yayıncının karısı olan Elizabeth Reynal’in dikkatini çeker; bu küçük adamın hikâyesini yazmasını ister. Aslında bir süredir not defterlerinde, yazışmalarında, kitap ithaflarında Saint-Exupéry’in bu “küçük adam”ı karaladığı bilinmektedir. Yayıncı Eugene Raynal ve ortağı Curtis Hitchcock başarının kokusunu alırlar. National Book Award’ı kazanmış ve ABD’de 200.000 satan bir yazarın kaleminden bir Noel masalı yayımlamak isterler. Şöyle böyle 3000 dolarlık bir kazanç ufukta belirmiştir. Peçete üzerine çiziktirilen desene ısmarlanan hikâye işte böyle yola çıkar.

Yazım aşamasında birçok şey yolunda gider: ABD’ye geldiklerinden bir süre sonra Long Island’da yazarın karısı Consuelo yeşillikler içinde iki katlı bir Viktorya dönemi konağı olan Bevin House’a hayran kalır. New York’a iki saat uzaklıktaki bu dinlendirici yere çift yerleşir. Yirmi kadar odada ise memleketten gelen dostlarını ağırlarlar. Saint-Exupéry suluboyayla resimler çizmekte, yazmak içinse akşamları yakındaki ufak bir kütüphanenin sessizliğine sığınmaktadır.

Ancak asıl maddi sıkıntılar yüzünden, çok huzurlu sakin bir dönem olduğunu söyleyemeyiz. Bir de desenlerin mükemmel olmasını ister, çizdiklerini zor beğenir.  Sonbaharı hemen hemen Bevin House’da geçirir. Consuelo “Küçük Prens’in evi” olarak nitelediği bu rezidansta geçen dönemi Gülün Anıları adlı kitabında anlatmıştır. Ancak Saint-Exupéry sevgilisi gazeteci Sylvia Hamilton Reinhardt‘ın Park Avenue’deki gösterişli dairesinde de kalmıştır. Kitabın başında anlatıcının resmini çizmeye çalıştığı koyunun Sylvia’nın kanişi Mocha’dan, gülü tehdit eden Kaplan’ın ise Sylvia’nın armağanı kalkık burunlu bokser köpeği Annibal’den esinlendiği söylenir. Saint-Exupéry’nin ise Afrika’ya gitmeden elyazmasını Sylvia’ya emanet ettiği de kaynaklarda yer alır.

1942 Kasım’ında yazar dosyayı yayıncılara -Raynal&Hitchkock- teslim eder. Sondaki çocuğun ölümü fikrini değiştirmesi için ısrar etseler de Saint-Exupéry metne dokunmaz. Elisabeth Raynal ise kitabı okuyacağı için heyecanlıdır. Ancak Saint-Exupéry Bevin House’a döndüğünde ölümünden sonra yayımlanacağını düşündüğü bir tür “testament” sayılacak büyük bir eserin “Savaş Yazıları” hayalini kurmaktadır.

Küçük Prens 6 Nisan 1943’te yayımlanır. Çok az sayıda basılmıştır. Yayıncıların temkinli olduğunu anlarız. Saint-Exupéry kitabın Fransa ile Fransa’ya ait coğrafyada, Kuzey Afrika’da okunmasını da istemektedir. Ama birçok yayıncı bu “vasat bir sembolizm”le kaleme alınmış hikâyeyi saf bulurlar ve reddederler. ABD’de ise diğer Saint-Exupéry kitaplarının onda biri kadar satar. Gallimard 1946’da 12.000 adet basar, 1945 yılında metni Elle dergisi yayımlamıştır. 1950’ye kadar Fransız okuruna bu düşük sayılarda ulaşacaktır kitap. Dünya çapında başarısı 1970’lerde başlar. Fransa’da üniversite ve eleştiri çevreleri kitaba karşı ikircikli tutumlarını bırakmaz bir türlü.

Devasa başarıya ulaştığında ise yazarın ABD döneminde yakınında bulunmuş olanların hemen hepsi anılarını paylaşmaya başlarlar.  Örneğin Los Angeles’te hastanede yattığı sırada ziyaretine gelen oyuncu Annabella ona Andersen Masalları’nı okuduğunu, Küçük Denizkızı’nın hikâyesinin önemli yeri olduğunu belirtmiş. Yönetmen René Clair ise özellikle nekahet döneminde sulu boya takımını yazara hediye ettiğini ve kitabın resmedilmesinde rol oynadığını ileri sürmüş. İlginç biçimde yazıların temize çekilmesinde ya da Küçük Prens’in resmedilmesinde uzanıp poz verenler olduğunu iddia eden başkaları da boy göstermiştir.

Consuelo anılarında Küçük Prens’in gülünün kendisi olduğu ileri sürmüştür. Bu anılara dayanarak, çiçeğin öksürüğünü Consuelo’nun kronik astımına bağlayanlar da olmuştur. Gece Uçuşu’nun yayınlanmasından sonra tanıdığı, kendisi gibi öksüz bir çocukluk geçiren direnişçi, daha sonra ise milletvekili olarak karşımıza çıkan Pierre Sudreau’nun boynundaki beyaz eşarp da Saint-Exupéry’in sevgililerinden birisi tarafından eserle ilişkilendirilmiştir. Tüm bunları derleyen biyografların da belirttiği gibi belki herkes kendince haklıdır, ancak gerçek şu ki Küçük Prens yazarın iç dünyasının ve yazarlık serüveninin bir ürünüdür. Anlatının kurgusu ve kurucu öğelerinin tek bir sahibi var o da yazarın kendisidir.

Küçük Prens bir edebiyat fenomenidir. Edebiyatın modern çağında bir mitos olarak dünya edebiyatının ortak kitaplığında yerini almıştır. Yazarın ikinci kuşak yeğeni Thomas Rivière eğlence parkları, çizgi filmler, kahve fincanları, kalemler, takvimler…. vb.’den oluşan devasa bir piyasayı yazarın yasal mirasçısı olarak yönetiyor. Rivière’in de belirttiği gibi Küçük Prens her şeyden önce Fransa’ya ait ve sadece çocuklara değil yetişkinlere de seslenen özellikle annelere hitap eden, kuşaktan kuşağa aktarılan bir değere sahip.

“Yıldızların her birine tek tek baktım”

Annesine bir mektubunda “Çocukluğumdan bu yana yaşayıp yaşamadığımı bilmiyorum.” diye yazmıştır Saint-Exupéry. Mauritius çölünün üstünde uçarken “Ufuk çizgisinde bir anda diğer yıldızlar da göründü,” diye yazar Benjamin Crémieux’ye, “Her birine tek tek baktım… ve hangisinde oturduğumu bulmak istedim, sanırım asla bulamayacağım.” Mektuplarında baskın olarak duyulan melankolik gezginlik bu yapıtın da baş izleğidir.

Cap Juby’de 1928 yılında görevdeyken evcilleştirdiği faslı çöl tilkisinin bir akrabasıdır Küçük Prens’in tilkisi. Çocuğun tilkisi “Gözle değil kalple görürüz, esas olan gözle görünmez,” der.  Saint-Exupéry de dünyayı kat etmiştir ama ona ulaşılmaz gelen bir krallığı, çocukluğunun güzel dünyasını bir daha gözleriyle görmeyeceğini bilmektedir.

Saint-Exupéry’nin çöller, sıradağlar, denizler üzerinde uçarken hep bir melankolinin ona eşlik ettiğini belirtir araştırmacılar. Geçmiş zamanın, yıpranan bedenin, pilotluğun getirdiği kazaların yorgunudur. Saint-Exupéry’nin melankolisi Küçük Prens’e de geçmiştir. “Ah Küçük Prens’im! Senin o üzüntü dolu küçük hayatını yavaş yavaş anladım böylece.” (s.31.)

Heidegger 1949 yılında yayımlanan Almanca baskıya yazdığı küçük girişte “Bu bir çocuk kitabı değildir, büyük bir şairin her türlü yalnızlığa teselli sunan ve bizi bu dünyanın gizemlerini anlamaya götürecek mesajıdır.” diye yazmıştır. Hangi dönem olursa olsun dünyanın meselelerinde kalbimize ışık tutan bu yapıtı sekseninci yılında yazarıyla birlikte anıyoruz.

Yazının Devamı: “Küçük Prens’i Okumak”


[i] Bu yazıdaki biyografik bilgileri kaynakçada yer alan iki özel sayıdan derledim.

[ii] Çeviren İlkay Atay, Dedalus, Önsöz ve girişte yer alan “kilit temalar” bölümü yazarla ilgili bilgi vermektedir.

Kaynaklar:

Antoine de Saint-Exupéry, Le Petit Prince, Folio, 2005.

Antoine de Saint-Exupéry Küçük Prens, çev. Cemal Süreyya, Tomris Uyar, Can Yayınları, 30.Basım, 2022.

Le Point Hors-Série, “Saint-Exupéry, Le héros éternel”, 2014.

Lire Hors-Série, “Le Petit Prince: Aux sources de la légende”, 2021.