.

Nâzım Hikmet/‘Nazmi Haluk’ Hakkında Yeni Bilgiler

Serdar Soydan

serdarsoydan@gmail.com

Yine Sanat Kritik’te yayımlanan “Nâzım Hikmet’in Bilinmeyen Bir Takma Adı: Nazmi Haluk” başlıklı yazımı okuyan Kaya Tanış, sağ olsun, bir ay kadar önce bir e-posta göndererek bu konu hakkında yepyeni ve ilgi çekici bazı bilgiler verdi. 

*

Arşiv kurtlarının Faik Berçmen imzasına bir göz aşinalığı vardır sanırım. Otuzların sonu ve kırkların başında Son PostaCumhuriyet ve Tan gazetelerinde sıklıkla görülür bu imza. Faik Berçmen, aslında A. Faik Bercavi’nin takma adıdır. 

Faik Bercavi 1916’da Lübnan’da doğmuş, iki yaşında babasını kaybetmiş. 1924 yılında annesiyle birlikte Aydın’a, kısa süre sonra da İzmir’e göçmüş. İlk öğretimini bu şehirde tamamlayıp okumak için İstanbul’a gitmiş. 1932 yılında İstanbul Lisesi’ni bitirip edebiyat fakültesine girmiş. Ancak daha ikinci sınıftayken iftiraya uğramış ve ‘Nâzım Hikmet’in adamları’ndan olduğu gerekçesiyle tutuklanmış. 

1933-36 yılları arasında hapis yatan Bercavi, daha önce görmediği Nâzım Hikmet’le bu sayede tanışmış, Nâzım kendisiyle ilgilenmiş, bir anlamda bu edebiyat meraklısı/öğrencisi gencin hocası olmuş ve Bercavi hapisten çıkar çıkmaz yine Nâzım’ın dalaletiyle Son Posta gazetesine öyküler çevirmeye başlamış.

Kaya Tanış’ın dikkat çektiği bilgiler de Bercavi’nin Nâzım’la 1933-1938 Yılları başlığıyla yayımlanan anılarında yer alıyor. 

“Bu devrede ilk defa gazetelere yazmaya başlamıştım. İlk çıkan önemli yazım “Bir Alçağın Hikâyesi” adı altında Son Posta gazetesinde neşredilmişti. Bu, hapishanede geçen bir olaydı.”[1]

Önceki yazımı okuyanlarınız hatırlayacaktır; “Bir Alçağın Hikâyesi”, Nazmi Haluk imzasıyla çıkan öykülerden biri ve gazete bu imzayı tanıtırken “En kuvvetli, en kıymetli şairimizin Nazmi Haluk nam-ı müstearıyla yazacağı hikâyeler,” diyordu okuyucularına. 

Çok tuhaf…

Bercavi anılarında öyküyü gazeteye götürenin, aynı zamanda birkaç yerini de düzelten Nâzım Hikmet olduğunu söylüyor. Böylece Nazmi Haluk imzasının Nâzım Hikmet’e ait olduğundan bir anlamda emin oluyoruz. Sonuçta Faik Bercavi gibi henüz hiçbir eseri yayımlanmamış birini en kuvvetli ve kıymetli şairimiz diye tanıtacak değil ya koskoca gazete… Bahsi geçen Nâzım Hikmet, bu kesin. Ama “Bir Alçağın Hikâyesi”ni onun yazmadığını da kesinkes öğreniyoruz. 

Bu durum nasıl açıklanabilir? 

Belki öyküyü gazeteye götüren Nâzım Hikmet olduğu için bir karışıklık olmuş, “Bir Alçağın Hikâyesi” ona ait zannedilmiştir. Ve yahut idarehaneye uğradığında, Nâzım Hikmet öyküyü kendisinin yazmadığını söylemeyi unutmuş olabilir.

Bilemiyoruz.

Bercavi’nin anılarında, Nazmi Haluk imzalı diğer telif öykünün (“Ben Bir Adam Öldürdüm”) ve iki çeviri öykünün (“Uzatılan El” ve “İki Kanun”) kendisine ait olup olmadığını dair hiçbir bilgi yok. Sadece şöyle bir bilgi veriyor bize.

“Mahpushanedeyken Nâzım’la ve ayrı olarak Türkçeye çevirmiş olduğum bütün hikâyeler Son Posta veya Tan ve bir müddet sonra da Cumhuriyet gazetesinde çıkmaya başlamıştı.” (s. 126) 

 Demek ki ‘Faik Berçmen’ imzasıyla yayınlanan çeviri öykülerin bazılarında Nâzım Hikmet’in emeği de var. Bu da yeni bir bilgi.

*

Bercavi’nin anıları benzer bir ortaklığını daha gün yüzüne çıkartıyor. Meğer Nazım Hikmet’in Orhan Selim imzasıyla yazdığı yazıların bazılarını da A. Faik Bercavi kaleme almış. Evet, Nazım’ın hakkında şiir bile yazdığı,

 “sen 

benim

bir kurşun balyası gibi sıska sırtına bindiğim 

ve alnının teriyle geçindiğim 

ilk

ve son adamsın!” dediği Orhan Selim. 

Bercavi, Orhan Selim imzasıyla çıkan yazılarına dair bir anekdotu da anlatıyor kitabında. 

“Hatta Nâzım’ın bana olan güveni öyleydi ki, 1937 yılın­da, Akşam gazetesinde her gün yazmakta olduğu fıkralardan bir kısmını bana yazdırırdı.

Bu yüzden de küçük bir hadise olmuştu: Basil Zaharof’un ölümü dolayısıyla çıkan fıkrayı ben yazmıştım. ‘Basil öl­dü’ diyerek de bir kelime oyunu yapmıştım. Akşam gazetesi­nin o zamanki patronu, sonradan Dışişleri Bakanı olan Necmettin Sadak, Nâzım’ın iyi dostu idi. O zamanın bu meşhur silah taciri için yazılan fıkrayı fazla sert bulmuşlar ve Nâzım’ a bir daha, bu şekilde başlarına dert açabilecek şeyler yaz­mamasını rica etmişler.

Nâzım, bu olaydan sonra beni ilk gördüğünde: ‘Bre Fayek yoldaş, sen ne yapıyorsun?’ diye yarı şaka, yarı tehdit eder gibi beni azarladı, ‘bizim velinimetimiz Or­han Selim’i az daha bu namussuz Zaharof’un silahıyla öldürtecektin. Dozu galiba fazla kaçmış, hani ben de pek dikkat etmedim gözden geçirdiğim vakit…’” (s. 126)

Türk matbuatı benzer öykülerle dolu aslında. 

1934 yılında, Hafta mecmuasında çıkan “Morg” başlıklı yazı Ensari Bülent imzasıyla yayınlanır. Bu röportaj yüzünden, yazının yazarına ve yayıncısına dava açar bir morg görevlisi. Yayıncısı Hafta mecmuası sahibi İlhami Safa’dır. Peki, ya yazarı? Yazıyı idarehaneye getiren Suat Derviş’tir. Ancak mahkemede, bu yazıyı o sırada hapishanede olan kocası Nizamettin Nazif’in yazdığını söyler. Nizamettin Nafiz yazdığını kabul eder, ancak morg görevlisinin davaya konu ettiği satırlar kendisine ait değildir. 

Yahut 1937 yılında Tan’da tefrika edilen Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır… Roman, Suat Derviş tarafından kaleme alınmış, lakin Derviş’in Sovyetler Birliği gezisi yüzünden eldeki tefrikalar ve notlar bitince Kemal Tahir tarafından tamamlanmıştır. 

Bir fabrika gibi çalışan Türk matbuatında gazete ve dergilere fıkra, öykü ve tefrika yetiştirme telaşındaki yazarlar bazen böyle üretim ortaklıklarına girmiştir.

Faik Bercavi’nin anıları, Nazım Hikmet ve Bercavi’nin de böyle bir ortaklık kurmuş olduğunu gösteriyor. 

*

Sanırım Orhan Selim ve Nazmi Haluk, hatta Faik Berçmen takma adlarını bundan sonra Nazım Hikmet ve A. Faik Bercavi’nin ortak müstearları olarak görmek, böyle düşünmek en doğrusu olacaktır.  

İlk yazıya yaptığım bu kısa eki bitirirken, Kaya Tanış’a katkısı için teşekkür ediyor ve sizleri, Bercavi’nin Orhan Selim imzasıyla kaleme aldığı, yukarıda bahsi geçen fıkrasıyla baş başa bırakıyorum. 

HER ÖLÜ ‘RAHMETLE’ ANILMAZ![2]

Geçen gün bizim mahallede, evi­mizin karşısında, gırtlak vereminden bir delikanlı öldü. Biri dünyada, birisi de karısının karnında iki ço­cuk bıraktı. Ölen adam bir eski has­ta olduğuna göre, ya bakımsızlık­tan ve yahut da hastalığın seyrinden öldü diyelim.

İspanya’da her gün ne kadar in­san ölüyor! Hindistan’da aç midele­rini Ganj’ın ‘mukaddes’ çamurlu suyu ile doldurmak için kendilerini kurban edenler çok.

Ölüye kin tutulmaz derler. Ölüm, bir adamın bütün günahlarına, dünyadayken işlediği aleni, vicdani bütün suçlarına bir sünger çeker. Sözün kısası, ölene karşı saygı gös­terilir, ölüsü yıkanır, paklanır ve gö­mülür.

Fakat öyle insanlar vardır ki on­ların ölümleri bile günahlarını af­fettiremez. Onların dirileri kadar ölüleri de bizde uyandırdıkları nef­ret, kin gibi duyguları silemez.

Misal mi istersiniz: İşte Basil Za­harof!

Basil Zaharof’u, ben kendi payı­ma, ‘rahmetle’ anmıyorum! Ve ba­na öyle geliyor ki bu adamı rahmet­le anacak, mirasçılarından başka kim­se yoktur.

Orhan Selim (A. Faik Bercavi)

NOT: 1939 yılında Yeni Sabah’ta tefrika edilen iki adapte roman var. Aşkın Kuvveti ve Aşkın Manası adlı bu iki romanın nâkili ‘Orhan S.’ 

Bu Orhan S., Orhan Selim olabilir mi? Yani bu iki romanı nakleden Nazım Hikmet ya da A. Faik Bercavi, hatta belki de ikisi midir? İlgililere duyurulur.  


[1] A. Faik Bercavi. Nâzım’la 1933-1938 Yılları. İstanbul: Cem Yayınevi, 1992, s. 125

[2] Bercavi anılarına 1937 yılını işaret ediyor ama bu yazı 1 Aralık 1936’da yayımlanmış. Ayrıca metinde ‘Basil öldü’ gibi bir sözcük oyunu yok. Nazım Hikmet yahut gazete yönetimi tarafından makaslanmış olmalı.