Ali Bulunmaz
İkircikli yaşamların, aşk üçgenlerinin, konforlu alanlarında gerçeklerden kaçarak hayat sürme kolaycılığına kapılanların, kararsızların, anlık sessizliklerin, büyük gerilimlere yol açan küçük ayrıntıların, çözümsüzlüklerin, sıradan görünen kişilerin hayatlarındaki sıra dışılıkların, kişiyi bir ömür boyu tökezleten engellerin, dengesizliklerin ve havailiklerin yazarı Wilhelm Genazino; hem kişisel sorunlarla hem de toplumsal krizlerle boğuşan, zaman zaman çıkış yolları bulsa da genelde öylece kalan insanları anlatıyor romanlarında.
Yaşamını ayakkabı test ederek sürdüren ya da çamaşırhanede organizasyon müdürü olan karakterleriyle karşımıza çıkan Genazino, bu iki adamı başarısızlık ve hayal kırıklığı paydasında buluşturmuştu. Hayatın kıyısındaki bu karakterlerin başrolde olduğu Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk’ta ve O Gün İçin Bir Şemsiye’de yazar, durumlarının farkında olmasına rağmen, yaşama karışamayan ve kendilerinde mücadele edecek gücü bulmakta zorlanıp yerine çakılanlara, istedikleri ve sürdükleri hayat arasındaki makasın açıldığını bilenlere selam göndermişti.
Belli bir yaşa gelmiş ve ideallerini gerçekleştirememiş roman karakterleri, bunun yarattığı düş kırıklığıyla yaşamlarını, büyük çelişkiler ve ikilemler içinde sürdürürken hemen her yerde karşılaşabileceğimiz örneklere dönüştürülüyor yazar tarafından.
Aşk Aptallığı’ndaki erginleşememiş orta yaşlı başkarakter, iki kadınla aynı anda aşk yaşamaya çalışırken evliliğini tehlikeye atıyor. Genazino, karakterin içine düştüğü seçme ikilemini işin içine korkuyu katarak büyütürken onu gitgide bir açmaza sürüklüyor ve karar verme psikozuyla baş başa bırakıyor.
Genazino, romanlarında derin gibi görünen fakat sığlığın ortasındaki erkek karakterlerin hikâyesini okura sunarken iş yaşamında, aşkta ve diğer ortamlarda kendisine yalandan bir dünya kurup melankolik sürüklenişe kapılanları hatırlatıyor bize. Elden Düşme Dünya’nın anlatıcısı ve başkarakteri, yaşamın geriliminden uzak durmaya çalışırken âşık olduğunu sandığı iki kadını deyim yerindeyse hep elinin altında tutmaya uğraşıp akılcılık ve muğlaklık çatışmasının ortasına düşüyor. Hâliyle az önce bahsi geçen melankolik sürüklenişin içinde buluyor kendisini. Aşk üçgeninde bocalayan bu adam, aynı zamanda sahte bir yaşamın anlamsızlığıyla ayakta durmaya çalışıyor.
Genazino; Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, O Gün İçin Bir Şemsiye, Aşk Aptallığı ve Elden Düşme Dünya’dakinin aksine Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman’da bu kez ilk gençlik yıllarındaki bir anlatıcıyla ve karakterle buluşturuyor bizi. Liseden atılan ve ailesiyle arasında sorunlar bulunan Weigand, yazarlık hayaliyle yaşarken gündüzleri fidancılık şirketinde çırak, geceleri ise gazetede muhabir olarak çalışıyor. Weigand, gündüz ve gece sürdüğü iki farklı yaşamının kendisini savurduğu noktaları anlatırken roman içinde tasarı hâlinde bir romanla karşı karşıya bırakıyor okuru.
‘Başarısız’ evlat, tedirgin ebeveynler
On yedi yaşındaki Weigand’ın ilk gençlik yıllarının baharında gündüz ve gece olarak ikili bir yaşam sürmeye başlaması, bu dönemin kendisine has sıkıntılarıyla birlikte (Genazino’nun diğer roman karakterleri gibi) onu bir dizi seçme ikilemiyle baş başa bırakıyor. Meslek seçimi ise bunun başında geliyor. Ebeveynleri, oğullarının liseden atılması nedeniyle paniğe kapılınca Weigand da içine düştüğü dehşetten onları kurtarmak üzere kafa patlatıyor.
Son birkaç yıldır kendisini okuyup yazmaya veren, çeşitli dergilerde metinler kaleme alan ve bu meşguliyeti nedeniyle derslerine zaman ayıramayan Weigand için ailesi çeşitli alternatifler düşünüyor. Fidancılık şirketindeki çıraklığı ve gece muhabirliği böyle başlıyor.
Henüz on yedisindeyken yaşından büyük arayışlara girmesi ve edebiyata düşkünlüğü, ailesinden yazarlara, sokaktaki insandan kısa bir süre yazma denemeleri yaptığı kafelerde rastladığı kişilere kadar etrafındaki herkese dair çözümlemelere ve sorgulamalara girişmesini sağlıyor. Ailesi ise onun bu “başarısızlığı”ndan bir an evvel sıyrılması gerektiğini düşünüyor.
Gündüz çırak, gece ise muhabir olarak çalışan Weigand’ın yaşamı bu sayede “heyecanlı ve esrarengiz bir yola giriyor.” Gündüz, mesleki eğitiminin parçası saydığı her şeye katlanırken gece ise çalıştığı gazetede kendisini büyük yazarlarla özdeşleştirip yolun başında olduğunu düşünüyor: “İtaat ediyordum çünkü anne babamı tekrar çaresizlik içinde bırakmak istemiyordum. Neyse ki bir yandan da gazeteciydim. Suistimal edildiğimi düşündüğüm zamanlar bu daha sık aklıma geliyordu. Öte yandan, ikili yaşamın içindeki alacakaranlık da hoşuma gidiyordu. Birçok yazarın hayat hikâyesinden biliyordum ki onlar da işe gazeteci olarak başlamıştı. Bu yüzden, gazeteye hayli gülünç veya utanılacak olayların haberini yazacak bile olsam onların izinden yürüdüğüm hüsnükuruntusuna kapılıyordum. Hatta belki, bütün bu yazarların hayatlarının başında paylaştığı, onları besleyen sefilce bir humuslu toprak söz konusuydu.”
Weigand, hem çırak hem de gazeteci olarak gözlem yapma fırsatı yakalarken katıldığı edebiyat toplantılarında kendisindeki yeteneği ölçüyor bir anlamda. Bu toplantılara beraber gittiği Linda’yla yakınlaşıyor.
Linda, yaşamın başka yönlerini Weigand’a gösteren biri; yazmanın da hayatın da bira köpüğüne benzeyen tarafı âdeta. Bir gezgin, romancı ve zaman zaman da filozof gibi. Weigand, yazarlığa ve yazma eylemine dair aradığı pek çok yanıtın Linda’da bulunduğunu düşünüyor. Bir sohbet sırasında söyledikleri, Linda’yı Weigand için biraz daha önemli kılıyor: “Açık seçiklik yanılsaması, dedi Linda, metin her zaman onu yazan kişinin hayatından daha net olduğu için meydana gelir. Hatta metin herhangi bir okurun hayatından bile daha nettir. Edebiyatın o korkunç daveti de işte bu noktadadır; hayat artık nihayet metni izlemeli, açık seçikliğe dönüşmelidir.”
Linda’yla konuşmaları gitgide bir edebiyat tartışmasına dönüşürken Weigand’da henüz yazmadığı ama tasarladığı romanın sıkıntısı su yüzüne çıkıyor. Bir yazarın dünyayla arasına koyduğu mesafeyi hissetmeye ve anlamaya başlıyor genç adam.
Kaba gerçeklikle ve ukalalıklarla karşılaşma
Yazarlık arzusu her şeye baskın gelen Weigand, etrafında olup bitenleri, görüş alanına girenleri, karşılaştığı insanları ve girip çıktığı mekânları gözlemliyor. Bununla birlikte, yoğun biçimde kişilik çözümlemeleri yapıyor.
Weigand, bu yolda yaşına uygun şekilde hızla giderken ruh hâli çabucak değişiyor, zaman zaman ego patlamaları yaşıyor, ardından sakinliğini ve yalınlığını koruması gerektiğini düşünüyor. Başka bir deyişle sürdüğü ikili yaşamında olduğu gibi çelişkilerle mücadele ediyor. Çelişkileriyle yüzleştikçe çocukluğuna dönüp hatıralarını eşelemeye ve geçmişini çözümlemeye uğraşıyor.
Weigand, hem kendisini hem de etrafını analiz ederken yakın geçmiş ve şimdi arasında bir bağlantı kurarak roman taslağını genişletiyor: Kibir ve mütevazilik arasında gidip gelen, yürüyüşlere çıkan, yapmak istediklerini ve istemediklerini düşünen, yaşamını sorgulayan ve ilk gençlik döneminde olan biri için kendisini hayli yorgun hisseden genç adam, kararsızlık girdabında sürüklenirken yoğun bir anlam arayışına giriyor. Uzun ve konudan konuya atladığı cümleleri, hem bu arayışın hem de kafa karışıklığının bir yansıması. Bu gerilim onu kendisiyle didişmeye ve kimi anlarda korkulara kapılmaya itiyor: “Ötekilerden ayrılmış olmayı istemiyordum ama şimdiden bu ayrılığın ta içinde yaşıyordum. Bu ayrılışın niçin olduğunu anlamıyordum bile. Hayata anlaşılmaz deme cesaretini o zamanlar henüz kazanmış değildim. Şimdi sorunu sadece derin derin düşünerek bitirmeyi ümit ediyordum. Bu kibrin ta baştan beri benim özümün bir parçası mı olduğunu yoksa sadece -gazetecilik yoluyla- kendi doğumunu mu beklediğini anlamak istiyordum. Kahve içen, dinlenen insanları seyrediyor ve sorumu cevaplamak için gereken düşünce gücüne sahip olmadığımı kâh kabulleniyor kâh kabullenmiyordum. Korkunçtu. Orada oturuyor ve kendimi kibirli olduğum düşüncesinden kurtaramıyordum. Mümkündü ki etrafa çok belli etmeden kendi garezlerini yaşamak isteyen küçük bir şehir maymunuydum sadece. Şimdiden içimde küstahlığın yavaş yavaş büyümesinden korkuyorum.”
Weigand, anlam arayışı ve bu arayışını pekiştiren koşturmaca sırasında bazı hakikatlerin farkına varıyor; fidancılık şirketinde ve gazetede “kaba gerçekliğin elden geçirilmesinden sorumlu olduğunu” görüyor, “çırak olarak oradan oraya sandık, muhabir olarak küçük burjuva ukalalıklarını gazeteye taşıyordum” diyor.
“İçimde, karşılığının hangi kelimeler olacağını bilmediğim bir yaşantı vardı” diyen, henüz yazmadığı ve güç bela yazmaya niyetlendiği roman, Weigand’ın iç gerilimini temsil ettiği gibi yaşamını anlamlandırma arzusuna, gerçekliğe kulak kabartışına ve kibrine de denk geliyor.
Genazino, “yazılmamış bir romanın içinde hareket eden” ve hemen her gün yazacağı roman taslağına bir şeyler ekleyen Weigand, karakteri etrafında kurguladığı anlatısında, vazgeçemediği çelişki ve ikilem temalarını yeniden karşımıza getiriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’da toplumsal bunalımın ve bireyin açmazlarının temsili Weigand, gençlik ateşinin etkisiyle savrulan ve kendisini bulmaya çalışan bir genç karakter olarak öne çıkarken melankoli ve ironi sularında yüzüyor; hem bunları aşmak istiyor hem de onlardan besleniyor. Tasarladığı romanı yazmaya da benliğini yoran bu ikilemle oturuyor.
Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman, Wilhelm Genazino, Çeviren: Tevfik Turan, Jaguar Kitap, 136 s.