
Aytuğ Tolu
“Beni mahkûm ederek, tanrının size bahşettiklerine karşı bir günah işlememeniz için savunmamı sizin adınıza yapıyorum. Beni öldürürseniz kendini kentimize böylesine adamış başka birini kolay kolay bulamayacaksınız. İşi latifeye dökecek olursak, kentimiz uyanıp kendine gelmesi için bir at sineğine ihtiyaç duyan, soylu ama iri ve hantal bir ata benziyor. Bana öyle geliyor ki, tanrı beni hiç ara vermeden peşinizden koşarak her birinizi uyandıracak, nasihat edecek ve azarlayacak bir at sineği olarak kentin başına sarmış. Beyler, böyle özelliklere sahip başka birini kolay kolay bulamazsınız.” (Platon, 2016: 49)
1960 doğumlu Nuh Ömer Çetinay’ın toplu şiirleri silİNTİHARita, Klaros Yayıncılık tarafından 2020’de yayımlandı. İlk şiirleri 1980 sonrası dönemde çeşitli dergilerde yer aldı. Toplumcu izlekleri geliştiren şair; herhangi bir sınıf ve aidiyetle organik bağ kurmayı tercih etmeyen, birey-toplum çatışmasını merkeze alan ve sistem eleştirisine yönelen bireyi şiirlerinde inşa eder. Zaman zaman anarşizmin etkileri görülürken resmî tarihin, eğitim sisteminin, eril şiddetin, sömürü düzeninin, ekolojik tahribatın, toplumun, bölgesel sorunların eleştirisini şiirin merkezine yerleştirir. Toplumcu izleklerin işlenme biçimi, şairin geliştirdiği özgün dilden kaynaklı şekilde dönemin diğer şairlerine göre farklılık gösterir. Dil alanında sağladığı genişleme aykırı bir konumda mevzilenen içeriği destekler. Aykırı konuma çekilen birey, kendini direnişle var eder; direnen özne toplumsal kurumlarla, gündeliğin “sıradanlaşan” pratikleriyle ve tabularla çatışan anti kahramana dönüşür. Bu durumun sonucu “Kara / kışa / karşı / aşınmış / kerpiçten bir Ömer kaldı” (Çetinay, 2020: 191) dizesine yansıyan yenilgiyi de getirir.
Nuh Ömer Çetinay’ın şiirlerinde dönemine tanıklık edip bu tanıklığı dile getiren özne dikkat çeker. Bu sorumluluk ve buna dayanabilme iradesi “Kuşlar söylemeyin kimseye, ellerin büyüdükçe kirlendiğini / (…) / Kuşlar söylemeyin kimseye, gözlerin büyüdükçe kirlendiğini” (Çetinay, 2020: 194) dizelerine yansır; eller eylemin ve çevreye temas etmenin, gözler tanıklığın sembolüdür. Kirlenmenin asıl nedeni, bireyi kuşatan toplumsal şartlardır; bu şartlar bireyin etrafını sararak kendini her an yeniden üretir. Gözler, dönem açısından düşünüldüğünde, 12 Eylül’e ve Madımak Katliamı’na tanıklık eder. Bu bağlamda “Eylül Zaman İçinde, Kalbim Saman Alevi Zulüm Tellal İdi, Yüzüm Urgana Gebe Ben Anıları Tıngır Mıngır Sallar İken Bir Postal İzi Eşikte…” şeklindeki uzun bir başlığa sahip olan şiirde başlıkta geçen dönemin sosyopolitik kodlarını içecek kavramlar dizelere dökülür. Eylül, tarihte karanlığa yerleşip kırılma oluşturur; zulüm, tellal olup baskının söylemini icra eder; anılar, hâlen tazedir ve bellekte var olmayı sürdürür; fiziki baskının vücut bulmuş hâli, sokakları esir alıp ev baskınları yapan darbeci yönetimin postalıyla ilişkilendirilir; politik mücadele yürüten insanların yüzü/yaşamı idamla tehdit edilir. Darbecilerin söylemleri “sıfır numaralı duyuru” ile başlar, önemli kavramlar büyük harfle yazılıp şiire alınır: “dış ve iç düşmanların tahrikiyle”, “haince saldırılar”, “kısır çekişmeler”, “bölücü mihraklar”, “can ve mal güvenliğim”, “sistemli bir şekilde ve haince”, “güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür”, “bütünüyle el koyulmuştur”, “dokunulmazlığı kaldırılmıştır” (Çetinay, 2020: 45-47). Her kavram, “sıfır” (yok hükmünde) numaralı bildiriyle başlayıp beş numaralı bildiriyi açıklayan dizelere kadar birer bildiriyle ilişkilendirilerek verilir. Şiirin sonunda ise toplumsal düzene dayatılan bildiri bombardımanının numarası belirsizleşir ve insan olmanın en hassas noktalarından birine darbe indirilir: “Bilmem kaçıncı duyuru: / SAAT 05.00’TEN İTİBAREN İKİNCİ BİR EMRE KADAR/ a ş k l a r i ş g a l a l t ı n d a …” (Çetinay, 2020: 47). Masal formunu çağrıştıran şiir başlığının altında yer alan dizeler masalların aksine mutsuz bir sona varır, baskı ve zulüm tüm tazyikiyle toplumsal düzeni esir almıştır. Toplanan kitaplar, ruhsuzlaşan ve düşsüzleşen yığınlar, tadı kaçan yaşam, gökten düşen elmanın yasaklanması 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı karanlık tablonun bileşenleridir. Aynı düzlemde “İçin İçin” şiirinde geçen işkence ve çorbadan darbe çıkması 12 Eylül’le hesaplaşmanın şiirde sürdürüldüğünün işaretleridir. İşkence çorbası ve çorbadan çıkacak işkence gibi ifadeler, darbe pratiklerinin sadece cezaevleriyle sınırlı kalmayıp toplumun tüm yaşam alanlarına sızdığını gösterir. İşkence gerçeği, şairin son şiirlerinde de yer alan toplumsal bir sorun olarak belirir. “Erken İnmiş Geceye Geç Çıkılmış Şiirler” başlığını taşıyan şiirde geçen “Eylül / (kadife sesiyle) / (…) / Kara bir tortu kalıyor / geceye / yağlı bir ilmeği / umuda geçirdikçe / (…) / Sökülmüş tırnakların / yazılmıştır elbet kanıyla / yazıdan önce de / iş/ken/ce/za/lim/ce” (Çetinay, 2020: 258-259) dizelerinde erken inen gecenin darbe olduğu göndermesi; idam, işkence, umudun yok edilmesi kavramlarıyla açık duruma getirilir. İşkence pratiği olarak bilinen tırnak sökmeye karşı şairin tepkisi yazının icadından da önce işkencenin suç olduğunu belirtmesidir, yazının icadından önce de insanlık yasası zulmün karşısındadır. Son dizenin her hecesinin ayrılarak verilmesi de işkenceye karşı slogan atılarak karşı çıkılmasına yöneliktir. Kaç metreküp havanın ve kaç metrekare gökyüzünün kaldığına yönelik tepki hapislik durumunadır, özgürlükten yoksun bırakılmayadır; hapishanedeki zulüm işkenceyle bir kat daha artırılır çünkü sadece tutsağın bedeni değil, ideolojisi de teslim “alınmalıdır”: “Dayağın cennetten çıktığı / herkesçe malumdur / Pekii ya / falaka // Nedir ki ölüm / soluk bir manşetten başka // ‘KIRIK BİR TAKLA DAHA ATILMIŞTIR / DÜN AKŞAM YAŞAMA / BİLMEM KAÇINCI KATTAN / BAŞ AŞAĞIYA’ // kolkarakolkara” (Çetinay, 2020: 260). Dayak toplumsal düzenin geri bir pratiği iken falaka, özel bir yönteme dayandığından sistematik uygulanması yönüyle işkence pratiğidir. Doğal olmayan ölüm soluk bir gazete manşetine dönüşür, zaman zaman basına yansıdığı gibi 80’li ve 90’lı yıllarda karakolda pencereden atılarak canına kıyılan insanlar için intihar süsü verilip basına servis edilmiştir. Bu yönüyle 12 Eylül, işkencenin ve zulmün “kurumsallaşmasına” giden anti demokratik yolu açan tarihsel bir eşiğe denk düşer. Tarihte açılan yeni kara sayfa sadece kurumsallaşan zulümle sınırlı kalmaz; şiddet, eril şiddet, bölgesel çatışmalar, kötülüğün gündelik pratiklerle toplumsal düzende yeniden üretilmesi bu kara sayfadaki yerini alır.
Şiddetin doğa dışı bir geri pratik oluşu “şimdi her sabah bir güvercin / bir tetik / bir peri / şan / hanım / (…) / Üzerine kurşun yağdırılmış bir kuş sürüsünü / Yüzünüze bıraktım ve azaldım perişan hanım” (Çetinay, 2020: 34, 36) dizelerine yansır; tetik, kurşun ve güvercin birbirine karşıt kavramlardır; güvercin doğallığı, tetik ve kurşun kötülüğü çağrıştırır. “Şairin Lezzetine Önem Verenler İçin” şiirindeki “hem şaşırmayın / tanımadığınız bir erkek / size tabancasını gösterirse // çünkü yeni nesil / yeni seçim / -zorba günlerde / denenmek için // şimdi ölüm var / yaşama kaygının ürünü / dök dök diye” (Çetinay, 2020: 48) dizelerde zorbalık ve ölüm tehdidiyle yaşanan zamanda tabancasını gösterenin erkek olarak tarif edilmesi şiddet, uygulayıcı ve erillik tartışmasını gündeme getirir. Yine başka bir şiirde geçen “Kuşlar söylemeyin kimseye kuşlar… Kaçınızın kanına girdiğimi” (Çetinay, 2020: 194) dizesi insandaki kötülüğün dışavurumu ve özeleştirisidir. Freud’un işaret ettiği şiddetin ve cinselliğin uygarlık tarafından bastırılması Çetinay’ın şiirinde kötülüğün özeleştirisi olarak ortaya çıkarılıp reddedilir, bastırılan cinselliğe ise şiirde alan açılır. Şiddetin bireysel kötülük boyutunu yasal şiddet takip eder. 90’lı yılların bölgesel sorunları, çatışma ve güvenlik sorunları, bu duruma toplumun duyarsız bırakılışı “Kara Basma: Kararsın” şiirinde dile getirilir. Kar sözcüğünden hareketle aliterasyona dayanılarak türetilen sözcükler (kar, kurum, kir, kara, kış, kart, kurt, “karının kalçaları”, küfür, karabasan vb.) beyaza değil siyaha/karaya, kötülüğe, karanlığa iliştirilir. Kış gelmiştir, kar yağıyordur ama yağan kar değil kurumdur. Resimdeki güvercin uyandığı an vurulacaktır, doğal olan ters yüz edilmiştir. Bosna’dan yola çıkan tren Diyarbakır üzerinden “ölüme” gidiyordur. Trenin yolculara anonsunda kardan gözlerin kamaşmaması için bir gözlük verileceği ve bu gözlüğün gözden çıkarılmaması gerektiği söylenir. Bosna-Diyarbakır güzergahında oluşan ölüm rotası bölgesel çapta yaşanan çatışmaları vurgular. Gözlüğün ayarıyla oynanmaması salık verilir çünkü gözlüğün ayarı egemenler tarafından verilir ve bireyin müdahalesi gerçekleşirse duyarsızlaştırma pratikleri boşa düşer. Şiirde geçen “Kar değil kirim yağar üzerime Kara kira kurtlu / kiraz Kürt kilimi horoz Kart postal / çöplüklerine takılırım Bir metre kara ölüm” (Çetinay, 2020: 60) dizelerindeki kavramların birbiriyle uyumlu olanlarının farklı yerlere serpiştirilmesi dikkat çeker. Kavramlar belirli bir ilişki içinde, bağlama göre, eşleştirildiğinde resmî tarih eleştirisine rastlanır: “kart-kurt” sesi üzerinden “Kürt” adına ulaşıldığına yönelik tarih tezi, kirazın kurtlu (Kurt ideolojik bir sembol) olması, egemen olanın horoz ve postal kavramlarıyla ilişkilendirilerek kart horozun vurgulanıp “çöplükte eşelenmesi”. Çetinay’ın şiirleri bir tür geçmişin “kirinden” arınma üzerine kuruludur; vicdanlı bireyin, kurumsallaşan kötülükten özeleştiri vererek kendini soyutlama çabasının dizelere dökülüşüdür. Bu yüzden “kir, kara, yangın” gibi olumsuz çağrışımlara sahip kavramlara sıkça rastlanır. Bu bağlamda “Nasıl Kendisi Olabilirdi İnsan? Öğrendim” şiirinde ışıkları kapattıktan sonra utancı çıkarıp atarak bir tür çıplak kalma hâli resmedilir. Hesaplaşma süreci başlatılır. Toplumun geri yanlarından, egemen ideoloji ve kültürden, kolektif kötülükten ayrışılır, yalnız kalma riskine rağmen: “Terli giysilerle dolaştım / Kokmuş dolaştım Kuzu postuna bürünmüş / kurtlar arasında yalnızlığıma baktım / (…) / Sizin de hiç yakmadı mı gözünüzü / yalnızlığın dumanı?..” (Çetinay, 2020: 91). Şiirin son dizesinde okuyucuya yöneltilen soru; özeleştiriye, hesaplaşmaya ve arınmaya yönelik çağrı niteliği taşır. Şairin “Kimdim?” sorusuna yanıt arayan şiirleri, anlamı inşa etme çabasına giden yolda kendini sorgulamayı içerir. Bu sorgulayış, arayış ve kimliği inşa süreci şairin poetikası hakkında önemli bilgiler verir.
Şiddet karşıtlığından savaş karşıtlığına doğru genişleme “Şışşşşt Savaş Var. Barışı Uyandırmayın” şiirinde açığa çıkar. Şiirin epigrafı “Dünyamıza verdiğimiz ve vereceğimiz geçici rahatsızlıklardan dolayı özür dileriz” şeklindedir. İki bölüme ayrılan şiirin birinci bölümünde kan adına kuşların fişlendiğinden bahseder, özgürlük sembolü kuşların fişlenmesinden bir sonraki aşama daha da dehşet vericidir; şiirin ikinci bölümünde bu durum netleşir: “Güvercin güvencimi/ yiyen kim?” (Çetinay, 2020: 278).
Yoksulluk, sömürü ve sınıfsal eşitsizlik Nuh Ömer Çetinay’ın şiirlerinin toplumsal izleklerini oluşturan bileşenlerdendir. Cinsel sömürüden çocuk emeğinin sömürüsüne kadar şiirin sosyolojik alanına girer. “Uzuyordu Sakalım” şiirinde geleceğin yetişkini olacak çocuklardan bağışlanma dilenir: “Çocuklar çekilin / sakalım uzar” (Çetinay, 2020: 275) dizesi nakarata dönüştürülür. Sakalı uzayan şiir öznesi erkektir. Sakalın uzaması sıkıntıya işarettir. Özgürlüğün baskılandığı, işkencenin uygulandığı ve çocuk emeğinin sömürüldüğü bir düzende şiir öznesi çocuklara karşı toplumsal sorumluluk duyar. Çocuk işçiliğinin şiire yansıması şu şekildedir: “Parlamazsa para verme / tüyü bitmemiş ömrümüze / boyayalım be abi / oyuna hasret elimize” (Çetinay, 2020: 275). Türk şiirinde 90’lı yıllardan itibaren sıkça işlenen sokakta çalışan çocuk işçiler sorunu Nuh Ömer Çetinay’ın şiirinde ayakkabı boyacısı çocuk olarak yer alır.
“Putları yıktık Pet şişelerde yaşıyoruz artık” (Çetinay, 2020: 22) diyen şair, kapitalist toplum düzeninde tüketimin sembollerinden olan plastik üzerinden sosyolojik eleştiri geliştirir. “Sizin de vurmuştur yüzünüze bir egzoz kokusu” (Çetinay, 2020: 25) dizesinde okuyucu da şiire dâhil edilip kent yaşamının sağlığı tehdit edici doğa dışı uyumsuzluğu dile getirilir. Plastik ve egzoz ile doğadan kopuşun başka bir eylemi de “sıradanlaşan” bir duruma dönüşen, çocukların kuş vurmasıdır ki şair “Vurduğum kuşlar Sizlerden özür diliyorum” (Çetinay, 2020: 23) dizesiyle özeleştiri verip günah çıkarır. Bu günah çıkarma pratiği seküler bireyin vicdanında gerçekleşir. Zira Çetinay’ın şiirlerinde sistemin ideolojik aygıtlarından birine dönüşen dine karşı çıkış söz konusudur. Dini kavramlar parodiye alınarak postmodernist tekniklerle ters yüz edilir. Bu açıdan da anti kahraman inşası güçlendirilir. Sistemin ideolojik aygıtlarından eğitim kurumlarının eleştirisi “Sunu” şiirinde geliştirilir:
“Bir gün bir çocuk, uslu mu uslu bir çocuk,,, kaçıncı
büyümesiydi bu böyle? ellerinde cetvel izi
izcisiyle Dağ başını duman almış (gümüş dere
çoktan kirletildi) doğruymuş, çalışkanmış; ayağını
sıkan bayramlıktan dönermiş yıpranmamış
bir ödev gibi kendine
İşte o aksayan korkunun silinmemiş iziyle…” (Çetinay, 2020: 78)
Şiirde geçen ödev kavramı, ellerdeki cetvel izi, Andımız’a dair ifadelerin ve ilkokul öğrencilerine ezberletilen marşların parodisi eğitim sistemine yönelik eleştirinin kodlarıdır. Çocuğun, sisteme uygun “uslu” hâle getirilmesi belirli uygulamalardan geçirilmesiyle mümkündür fakat bu “uslan(dırıl)ma” süreci korkunun pekiştirilmesine bağlıdır. Marşlar ezberletilirken “uyum” sorunu çıkaran çocuğun “disipline” edilmesi cetvelle eline vurulmasıyla gerçekleştirilir. Eğitim kurumundan baskı kurumlarına kadar bireyin/toplumun tek tipleştirilme sürecinde zorun rolü devreye girer. Şair bu kurumsallaşan baskıya ve zora dizeleriyle karşı çıkar. Diğer bir şiirinde geçen “Geceyi/ genişletmesinden belliydi köpek sesleri” (Çetinay, 2020: 82) dizesinde dil şiddet düzlemine geçer, gecenin genişlemesi ifadesiyle zulüm ve baskının yoğunlaştırılıp süresinin uzatılması vurgulanır. Toplumsal alana uygulanan baskı ve özgürlüğün kısıtlanması reklam diliyle aksettirilir: “İyi günde / zor günde / bir akşamüstünde / (hem yumuşak hem hesaplı) / içinde mis gibi bir zindan saklı // kuponsuz çekilişsiz / herkese” (Çetinay, 2020: 49). Paranteze alınan dize, bir dönemin peçete/selpak reklamlarında kullanılan bir slogandır. Bir yanda reklamlar ve kuponlarla sürdürülen tüketim toplumu gerçeği varken bir yanda özgürlüğün kısıtlanması ve buna rıza üreten bir sistem vardır. Toplumsal düzenin güncel durumuna yansıyan duyarsızlığı belirgin kılmak için reklam sloganı, çekiliş ve kupon kavramlarına yer verilir.
Nuh Ömer Çetinay’ın şiirlerinde hiyerarşiye, otoritelere, emir komuta mekanizmasına karşı çıkarak özgürleşen bireyin duruşu görülür. İdeolojik açıdan anarşizme kapı aralanır. Bu duruşla da sınırlı kalınmayıp birey-toplum çatışması dizelere yansıtılır. Anarşist tavrı anti kahraman inşası tamamlar: “Oh olsun kinle kabaran sularım / Yağlı kırbacım,,, Öç ağacım…” (Çetinay, 2020: 165). Bu dizelerden önce yer alan “Oh olsun benim kana bulanmış / kör kılıcıma,,, paslı timsahıma…” ifadede eylem gücü kırılmışlık söz konusudur. Kavramların negatif çağrışımları onun şiirinin en belirgin özelliklerindendir. Zira o “yalnız” bir insandır, düzenle ters düşendir. Başkasının geçtiği yola tevessül etmeyip daha o yolu görür görmez kaygı duyandır: “Hiçbir ömürden kopya çekmedim, çektirmedim / Çalısız yola; yürünmüştür diye girmedim / Dağlara da vurmadım kendimi / -Ya bir geçen olduysa?..” (Çetinay, 2020: 292). Çalıların kaldırıldığı yol, başkaları tarafından açılmıştır fakat şair bu yolu ve yolun sunduğu rahatlığı tercih etmez çünkü kendini konumlandırdığı mevzi kolektif dışılıktır. Toplumcu izlekleri geliştiren şairlerde görülen “biz” öznesinin inşasının aksine “ben” öznesi inşa edilmektedir. Bu yönüyle parça bütünden ayrıştırılarak şiirin merkezine yerleştirilir, toplumcu gerçekçi yaklaşımın tekil özneyi aşkınlaştırıp genişletmesi Çetinay’ın şiirinde tekilin sınırının korunmasıyla var olur. Çevreyi gözlemleyen ve toplumsal aksaklıklara karşı sorumluluk duyan bireyin inşası tekil düzlemde yükselir. Bu kolektif dışılık zaman zaman nihilist açılımlara zemin hazırlar. Toplumsal sorumluluk toplumcu duruşla değil, toplumsal geriliğe savaş açan özgür/leşen bireyle geliştirilir. Benzer şekilde “biz” ve “siz” özneleri de eleştiri muhataplarıdır. “Yorgun Yüzüm” şiirinde geceye karşı durduğunu söyleyen şiir öznesi kendine “sen” diye hitap ederek kişisel mücadelesinde aldığı yenilgilere rağmen ayakta kalmaya çalıştığını ifade eder, tekil direnişin öyküsüne dikkat çekilir. Bu düşüşte ve kalkışta yalnızlaşan birey, yalnızlığını cinsellikle aşmaya çalışır. Cinsellik de kurulu düzen tarafından bastırılan insani gerçekliklerdendir. Bu yönüyle toplumsal düzen içinde sıkışan bireylerin öyküsüne yer açılır.

Şiir Dili, Felsefi-İdeolojik Zemin ve Buildings Şiir
Nuh Ömer Çetinay’ın şiirlerinde özne; kalemiyle kin kustuğunu, kara çalı olduğunu, şiirinin kinle sürdüğünü, çevreyle arasına koyduğu zırhın sözcükleri giyinmekle imal edildiğini, ağızdaki baklayı çıkarmadan rahat edemediğini, dilinin çatallı olduğunu ve reddiye niteliği taşıyan ifadelerinin okuyucunun ensesine tokat gibi indiğini, sözlerinin ayrık otu-kaktüs-taşlı tarla biçimi aldığını dile getirir: “Kusmuk kokum rahatsız etmiyorsa bırakın okumayın / (…) / Kara çalıyım Kusmuk kokusuyum Bir kalemim var elimde / Tükenirim tükenmez Silinirim silinmez Direnirim” (Çetinay, 2020: 20, 21). Sokrates’e atfedilen “at sineği” metaforu Ömer Nuh Çetinay’ın poetikası için geçerlidir. Okuyucuyu gerçekle yüzleştirmek adına en rahatsız edici kavramları seçerek şiirine yerleştirir. Kavramların çağrışımları negatiftir, bastırılanı açığa çıkarıp okuyucuya ayna tutar, tutulan aynada insanın kendi gerçeği vardır. Bu gerçek de gecikmiş hesaplaşmanın gün yüzüne çıkarılmasıdır. Şiir bu düzlemde direniş alanına evrilir. Toplumcu gerçekçi edebiyatın kitlelere yön gösterme yaklaşımının aksine, kaçılan ve sisteme yüklenerek tümdengelimle sorunun bireysel sorumluluğundan kendini soyutlayan yığınları önce kendi gerçeğiyle yüzleştirmek esastır. Birey olabilmek ve toplumsal sorumluluk alabilmek için özeleştirinin gücünü kullanıp geri geleneklerden arınmak gerekir, bu açıdan tümevarımla sorunu değerlendirmek esastır. Şairin toplumsal sorunlara yaklaşım yöntemi bu denklem üzerine kuruludur. Rahatsız etmek, verilen rahatsızlığa gelecek tepkiye direnmek şiirle gerçekleştirilir. Building romanlarda görülen düşüp kalkma süreci Çetinay’ın şiirlerinde görülür. Büyüme hâli, manipüle edilen zihinle hesaplaşmadan geçer. Bu süreçte sonu iyi biten masallar, ninniler, çocuk oyunları, tekerlemeler, dinî ifadeler, eğitim kurumlarında ezberletilen marşlar sisteme uygun insanı üretmenin anlatı ve uygulamalarına dönüştüğünden önce bunlar parodiye alınır: “YASAKLANMIŞTIR gökten düşen elma / Kalkıp yürümek kaldı nefretin saltanatına”, “(babasından düşmüş umudu tıngır mıngır sallar iken)”, “Anılar mı?.. Uyusun da büyüsün niiinni”, “Ordaaa bir köy var uzaktaaa….”, “Ne tuhaf Acele şiire şeytan karıştı Azdırdı / (…) / Ne tuhaf sınavına girecek başka aşkım da ol- / mamıştı Sizi de eller aldı Satamadan / getirdi // Yele ne oldu? / İnek içti / İneğe ne oldu? / Sahi ineğe ne oldu?.. // Ne tuhaf Niye gülmüyor acelebacı?”, “-Anneciğim anneciğim baksana / umudum bitmiş alsana // -İyi diyorsun da kızım / gök ner’de”, “Ve tek yol haramdı!”, “İşte o yalnızlığın yıkan ve yakan adıyla…”, “Diz çöküp buruşmuş dergahına / vebalim çekmişimdir / (aşkların yüzü suyu hürmetine) / günahımı elhamdülillah”, “Kes bostancı danayı!” (Çetinay, 2020: 47, 79, 93, 37, 40, 50, 56, 77, 128, 160). Bu dizelerde görüldüğü gibi otoritelere, dine, kurulu düzenin günlük işleyişine karşı çıkıldığı gibi bu reddiyeyi paylaşmak için okuyucuya yapılan çağrı mevcuttur. Sistemin ideolojik aygıtlarına ve söylem alanına dilsel zeminde saldırı gerçekleştirilirken yalnız kalma, çatışma ve direnişe geçme, yenilgiyi ve bedel ödemeyi göze alma söz konusudur, bu durumlar farklı şiirlerde kendini gösterir. Toplumcu gerçekçi anlayış yergiyi sisteme yöneltirken Çetinay eleştiri oklarını sistemin dayatmalarını içselleştirip ona rıza gösteren/üreten yığınlara gönderir. Bu yönüyle şiir özneleri toplumla çatışarak büyüyen anti kahramana dönüşür. Toplumun ürettiği deyim, atasözleri ve kalıplaşmış ifadeler alaya alınır. Şiir dilini oluşturan diğer özellik de negatif bağdaştırmalardır: “çöp çiçekleri”, “Biraz daha kin Biraz daha kir Biraz daha kan”. Negatif kavramlar ve olumlu içeriğe sahip kavramların olumsuz sıfatlarla nitelendirilmesi şiir dili açısından bilinçli bir tercihin ürünüdür, tıpkı zakkumun çiçek olup aynı zamanda zehirli olması gibi. Divan şairi Nefi’de görülen hiciv dili, Nuh Ömer Çetinay’da güncel duruma uygun hâle gelir. Bu yönüyle Türk şiirinde taşlama-hicviye açısından bir gelenek oluştuğu fakat bu geleneğin farklı şairler ve dönemler açısından kesintili ilerlediği söylenebilir. Bu bağlamda argo ve bıçkın dilin kullanımı Metin Eloğlu’nu hatırlatır niteliktedir. Nuh Ömer Çetinay’ın şiir dili için belirtilmesi gereken diğer özellik de İkinci Yeni ve 1980 sonrası şairlerde görülen yeni sözcüklerin üretimidir: “depdeniz”, “hüznün kırmızistanı” vb. Şiirin içeriğine uygun seçilen fonetik çağrışımlar, tevriye, dilsel sinestezi, ironi, parodi, argo kullanımı şiir dilinin bileşenlerini oluşturur. Ek olarak, biçim-içerik uyumu, koyu ve büyük puntolarla yazılan harfler, içeriğin görselleştirilmesi ve okuyucuya bırakılan noktalı/boş alanlar şiirin biçim özelliklerine dair verilerdir.
Sonuç: Tersine Akan Nehir
1980 sonrası Türk şiirinde Nuh Ömer Çetinay’ın şiirleri dönemine göre farklı bir poetika sunar. Toplumsal sorunlarla yüzleşen içerikler ortaya koyan şair ideolojinin idealize ettiği insan ve toplum gerçeğine karşı çıkar. Şiirinin en belirgin özelliği okuyucuyu rahatsız edici dilin inşasıdır. Bu yönüyle toplumun yüzyıllar içinde ürettiği anonim-sözlü ürünlerin parodiye alınıp yeniden üretilmesi söz konusudur. Anonim-sözlü ürünlerin özelliği toplumun kolektif zihninin ürünü olmasıdır, bu yönüyle toplumun “deneyime” dayanan sözlü ürünlerine temkinli yaklaşım görülür. Dilin sınırlarını zorlayan bağdaştırmaların ve kalıplaşmış ifadelerin “ciddiyetine” açılan dilsel savaş toplumun bastırdığı gerçekleri açığa çıkarmaya yöneliktir. Gerçekle yüzleş(tir)menin üslubu rahatsızlık vermektir. Bu yönüyle Nuh Ömer Çetinay’ın şiiri özgün bir konumda kendini var etmektedir. Şiir özneleri bir bütün olarak ve birbiriyle ilişkili şekilde mercek altına alındığında building/yetişme-olgunlaşma romanlarında görülen durum ortaya çıkar. Ahlaki gelişimin geçtiği aşamalar toplumsal sınırlarla çatışma hâlidir. Sınır savaşının sonuçları; yalnız kalma, yaralanma, durma/bekleme, harekete/saldırıya geçme, düşüp tekrar ayağa kalkma şeklindedir. Şiir özneleri kahraman tipi özelliğine sahiptir fakat anti kahraman olarak sahneye çıkar. Bu tip yeni anti kahramanın amacı iyiye/iyiliğe savaş açmak değil, kolektif kötülüğe saldırıp daha yaşanılır bir düzenin kapılarını açmaktır. Verili kötülüğe, geriliğe, ahlaki ikiyüzlülüğe açılan savaşta idealize edilmiş toplumsal dinamikleri yüceltme görülmez, aksine, gerçeğin soğuk ve karanlık yönüyle yüzleşme söz konusudur. Bu bağlamda üretilen şiirlerde sistem ile toplum birbirini besleyen/güçlendiren “özdeş” özneler olarak yansıtılır. Sistem, ideolojik aygıtları devreye koyarken toplumu oluşturan bireyler de sorumluluk almaktan kaçınır. Bu karşılıklı rızaya dayalı ilişkide aykırı mevzide konumlanan şair nihilizm ve anarşizmin sınırında dizelerini kaleme alır fakat sisteme karşı duran insanların/çevrelerin ödediği bedelleri şiirine taşıyarak tarafını belli eder, direnen tarafla ortaklaşır fakat sentezden öte negatif diyalektiğin işleyişini kabullenme hâlini gösterir. Nuh Ömer Çetinay’ın şiiri, olağanlaştırılan ve normalleştirilen çarpıklıkların kurulu düzenini bozmaya yönelik negatif kavramlarla örülü bir poetikayla kendini var eder. İzlekler ve buna uygun oluşturulan şiir dili anti kahramanın buldingi özelliği taşır. Bu bağlamda aşkın ve hayatın yolculuk ve savaş olduğuna yönelik geleneksel metaforların yeniden üretildiği ifadeler şairin poetikasında bulunur. Ayrıca belirtilmesi gereken diğer bir nokta da Nuh Ömer Çetinay’ın şiir dili başlı başına incelenmesi gereken ayrı bir çalışma konusudur.
Çetinay, Nuh Ömer. (2020). silİNTİHARita. Ankara: Klaros Yayınları.
Platon. (2016). Sokrates’in Savunması. (Çev. Ari Çokona). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İlk yorum yapan olun