
Ali Bulunmaz
ABD’den dünyaya açılan yazarların editörü William Maxwell, aynı zamanda “yazarların yazarı” olarak da anılıyordu. Edebî anlamda bir orkestra şefiyken okuyor, eleştiriyor, düzeltiyor ve yazıyordu.
The New Yorker’da elinden geçen yazının ve yazarın haddi hesabı olmayan Maxwell, kurmaca editörlüğüne kısa öykülerini ve romanlarını da eklemişti. Denemeler ve çocuk kitapları da bu listeye dâhildi. Bir yandan yazarları yeniden yaratırken diğer yandan kendisi bir yazar olarak edebiyat sahnesinde yer almıştı. Mavis Gallant, J.D. Salinger, Vladimir Nabokov, Eudora Welty ve pek çok isim, metinlerini emanet ettiği Maxwell’i hayranlıkla okuyordu.
Destek olduğu ve akıl hocalığı yaptığı genç yazarların “aziz” dediği Maxwell, okurların gözünde ise yalın anlatımın ustasıydı. Onu okurken şimdilere hayli uzak, dingin ve âdeta başka bir zamandan gelen incelikli bir şiir içinde buluyoruz kendimizi. Maxwell’in sakin metinleri dram da barındırıyor isyan da. Onlarda mutluluk da var hüzün de. Yalnızca yazdıkları değil, bıraktığı boşluklar ve verdiği es’ler de çok şey anlatıyor.
Kısa, öz ve yoğun yazan Maxwell, bazen de sessizliğe büründürdüğü karakterleriyle dünyaları anlatıyor. Eudora Welty, kifayetsizlikten hikâyeler çıkardığı için ona “kurgu yazarlarının karargâhı” diyor; çocukluk, aile, yitirişler ve trajik değişimler gibi temalarla kaleme aldığı metinlerinde Maxwell, bu ifadenin hakkını fazlasıyla veriyor.
Bir araya gelişin ve dağılışın romanı olan Kırlangıçlar Gibi Geldiler de Maxwell’in temel temalarını izleyip anlatım gücünü kavrayabildiğimiz bir metin.
Morisonların sıradan hayatı
Birinci Dünya Savaşı’ndan sağ dönenlere bir tuhaf bakıldığı ve ölenlerin saygıyla anıldığı, yarım kalan hesaplaşmaların bir sonraki savaşa bırakıldığı dönemde Illinois’da geçen bir aile hikâyesiyle buluşturuyor bizi Maxwell.
Cepheden dönen James’in, anne Elizabeth’in, iki erkek çocuğun (Bunny ve Robert) ve teyze Irene’nin dâhil olduğu bu hikâye, hem bir aileyi hem de onun içindeki yabancılaşma ve hesaplaşmaları getiriyor önümüze.

Morisonlar, cepheye gönderdiği eş ve baba James’i bekler ve bir salgına dönüşen İspanyol gribini tedirginlikle izlerken Elizabeth, iki erkek evlatla yaşamaya uğraşıyor. Küçük oğlu Bunny, annesinin meleği. Bir bacağı sakat ağabeyi James ise yaşamının her ânında bu arazdan etkilenirken ailenin asi çocuğu konumunda: “Robert on üç yaşındaydı ve insanı canından bezdiriyordu. Diğer insanlara nazaran çok daha fazla bezdiriyormuş gibi geliyordu Bunny’ye. Ne yatmasını biliyordu ne de kalkmasını. Yıkanmaktan nefret ediyordu, birisinin onu öpmesinden de müzik dersine çalışmaktan da. Zemin kattaki ışığı yanık bırakırdı. Kimse ona istiridye ve kabak yediremezdi. Soğuk sabahlarda kalkıp pencereyi kapatmazdı. Oturma odasında bütün askerlerini halının üzerine yayardı ama toplama zamanı gelince ara ki bulasın; mağara kazan birilerine yardım etmeye giderdi. Genellikle de üstü başı çamur içinde, parmaklarının eklemlerinin üzerindeki deriler sıyrılmış, saçı başı çalı çırpı dolu ve yepyeni kazağında koca bir delikle akşam yemeğine geç kalırdı.”
Elizabeth, tam bir toparlayıcı; James’in savaşa gitmesiyle sorumluluğu biraz daha artıyor. Sekiz yaşındaki Bunny ise boyundan büyük şeyler düşünüyor: “Büsbütün kendisine acıyan Bunny, eğer annesi orada olmasaydı nasıl olurdu diye düşünmeye başladı. Eğer annesi olmayıp onu nahoş şeylerden -mesela hava şartlarından, Robert’tan, babasından- korumasaydı ne yapardı? Bir sıcaklık, huzur yahut sevgi olmayan bir dünyada başına neler gelmezdi?”
Evdeki hâkim görüş, Elizabeth olmasa ailenin hareketsiz kalacağı ve rengini kaybedeceği yönünde. Cepheden dönen ve evde, özellikle çocuklar tarafından âdeta bir yabancı gibi karşılanan James’in elindeki gazetede yer alan haberdeki İspanyol gribi de en az onun kadar yeni. Ailenin tanıdık ismi ise teyze Irene. Bunny için o annesine hiç benzemeyen biri ve bu farklılığı kendisinden başka kimsenin göremediğini düşünüyor. Hatta teyzesinin, her şeyi unutulmaz yapan bir yanı olduğunu da…
Maxwell, ailenin tüm fertleriyle ve komşularıyla okuru tanıştırırken geçip giden zamanda Morisonların sıradan hayatını betimliyor. Çoğunlukla Bunny’nin gördüklerine ve hafızasına dayanan romanda, her karakteri ince ince işliyor, daha doğrusu çözümlüyor. Kısacası klasik bir Maxwell metni Kırlangıçlar Gibi Geldiler; yazar, dümdüz bir yolda ilerlerken sakinliği elden bırakmadan şarampolle karşılaştırıyor okuru. İlk sıkıntı, Bunny’nin İspanyol gribine yakalanması. İkincisi, Elizabeth’in üçüncü kez hamile olması.
Maxwell, Bunny’nin hastalığını ve Elizabeth’in hamileliğini bir sarkaç gibi sallandırıyor. Daha doğrusu bu iki olay arasında mekik dokuyor. Bunny’nin hastalığından itibaren “hayat ne belirsizdi ne de eksik” ifadesi, söz konusu gelgitleri resmediyor.
Dağılmanın eşiğinde bir aile
Bunny’nin hastalığıyla birlikte, Morisonların trajedi ve hüzünlerle sınandığı bir dönem başlıyor. İspanyol gribi, Robert’a da bulaşıyor ve daha acısı, Elizabeth doğum sırasında ölüyor. Böylece aile için günlük yaşamın sakinliği ya da sıradanlığı sekteye uğruyor. James, keder ve çaresizlikle ihtiyarlıyor günden güne. Robert ve Bunny ise hızla büyümeye başlıyor. Maxwell, hem Elizabeth’in yokluğunu hissettiriyor okura hem de ailenin geri kalanının sanki o hiç ölmemişçesine yaşayışını, her zaman yaptığı gibi yalınlığın gücünü arkasına alarak anlatıyor. Salgının yarattığı karamsarlığın Morisonlardaki yansımasını ve ardından gelen felaketi daha da dehşetli kılıyor bu yalınlık. Aynı şekilde iç hesaplaşmaları da: “Zaten çocuk sahibi olmak baştan yanlış bir şeydi. James çocukları hiç anlamıyordu. Akıllarından ne geçtiğini hiç bilmezdi. Ama zaten bu Elizabeth’in işiydi. Onları isteyen o olmuştu.”
Maxwell, her satırda iki önemli gerçeği hatırlatıyor: Elizabeth’in yokluğu ve artık hiçbir şeyin onun yaptığı gibi olmayacağı. Her ne kadar James, ailesi dağılmanın eşiğindeyken “insan her şeye alışıyor” dese de hem kendisi hem de oğulları bunun böyle olmadığını içten içe biliyor.
Eşini kaybeden James’in durumunu resmederken kendi canlılığı ve nefes alışverişi içine sıkışmış; hayatta olmanın ağırlığını enikonu hisseden, yuvası gibi benliği de dağılmaya başlayan bir adam getiriyor karşımıza.
Maxwell’in (tıpkı diğer romanlarında olduğu gibi) Kırlangıçlar Gibi Geldiler’deki başarısı, olayların ve karakterlerin derinliğine az ve öz cümleyle inmesi. Romanda, aile bireylerinin kişilik çözümlemelerini yaparken James’in eşiyle ve çocuklarıyla, Irene’in kardeşi ve yeğenleriyle, Bunny’nin ve Robert’ın birbiriyle ilişkisini tüm yalınlığıyla ortaya koyuyor. Robert’ın düşündükleri, sonuncusuna dair küçük bir örnek: “Sorun da bu zaten, dedi kendi kendine. Ne zaman bir şeylere üzülecek olsalar, hep Bunny’ye üzülüyorlardı. Onun için hiç doktor falan çağırmamışlardı. Ezildiğinden beri.”
Maxwell, ilişki analizleri, yaşama ve olaylara bakış çözümlemeleri, olup bitenler ve kayıplar sonrasında yaşamı önceki gibi sürdürme isteğine karşı hep bir şeylerin eksik kaldığını ve yaşananları değiştirmenin imkânsızlığını anlatırken günlük hayattaki sıradanlığa ve duygulara yoğunlaşıyor: Olağan akışta ve bunun bozuluşu sırasında, en küçüğünden en büyük ferdine kadar bir ailenin trajedi ve acı karşısında verdiği sınavla yüzleştiriyor bizi.
Kırlangıçlar Gibi Geldiler, William Maxwell, Çeviren: Çiğdem Erkal, Jaguar Kitap, 142 s.