
Hindistan deyince aklınıza gelen ilk üç yeri sayın desek, Goa çoğunlukla bu ilk üç arasında yer alır. Herkesin mutlu olduğu ve yıl boyu tatil yaptığı, sanki cennetten bir köşe imajıyla hayalleri süsler. Buna rağmen, Goa’ya gitmek istiyorum diyenlerin çoğu Goa’nın şehir değil bir eyalet olduğunu ve tek bir kültürel yapıdan bahsedemeyeceğimizi bilmeyebilir. Taj Mahal’i görmek isterim diyenler Uttar Pradeş’e gideceğim demez ama Goa, şehirleriyle değil bir bütünlük içinde Goa olarak anılır. Goa, Hindistan tarihi içinde çok önemli bir yeri olan küçük ve güzel bir eyalettir. Hindistan’ın diğer eyaletleri gibi bir başkente ve eyalet yönetimine sahiptir. Yaşam tarzı, konuşulan dil, festivalleri, yemek kültürü ve burada yaşamış tarihi karakterleri; ünlü plajları kadar bilinmeyi hak eder. O zaman, şöhretini hak eden toprakları kültürel açıdan daha yakından tanıyalım derim.
Goa, Hindistan’ın batı sahilinde yer alıyor. Eyaletin batısında Arap Denizi, kuzeyinde başkenti Mumbai olan Maharaştra eyaleti, güneyi ve doğusunda başkenti Banglor olan Karnataka eyaleti var. Ülkenin ortasındaki Dekkan platosundan Batı Ghat Sıradağları ile ayrılmış durumda. Üç bin yedi yüz iki kilometre kare büyüklüğünde ve karşılaştırmak gerekirse, Türkiye’nin Bayburt vilayeti kadar diye düşünebiliriz. Ülkenin diğer eyaletlerine göre küçük ama sahip olduğu tarihi ve turistik değeri nedeniyle, güçlü bir yerel ekonomiye sahip. Yaklaşık bir buçuk milyon kişinin yaşadığı Goa eyaletinin başkenti, Panaji.

Bugün Goa olarak bilinen topraklara tarih boyunca farklı dönemlerde Gomanta, Gomançala, Gopakapurana ve Gove denilmiş. Bu isimler, Hindu inancının önemli destanları ve kutsal kitaplarında yer alıyor. Arap tüccarlar Goa’ya Sindabur ismini vermiş. Efsaneye göre Hindu inancının en önemli tanrılarından Vişnu’nun altıncı avatarı Parasuram, baltasını okyanusa doğru soldan sağa fırlatarak baltanın üzerinden geçtiği alanın toprakla dolmasını sağlar. Kerala ve Goa bu topraklarda kurulur. Bu olaydan sonra Aryan halkı Gomati ve Anganaşini nehirlerinin kıyılarına yerleşir. Bugün bu nehirlere Manddovi ve Zuari deniyor. Gomanta isminin de kutsal inek gaumata veya gomata kelimelerinden geldiği düşünülüyor. Bir diğer görüşe göre de Gomanta “bol sulara sahip bereketli topraklar” anlamına geliyor.
Goa tarihi paleolitik döneme kadar uzanır. Arali ve Fatorpa’da bulunan ve kuvars taşı kullanılarak üretilen ok uçları ve bazı kesici aletler bu döneme aittir. Neolitik dönemden kalan, eyaletin güneyinde yer alan ve M.Ö. 4000’lere tarihlendirilen Usgalimal kaya resimleri beş yüz kilometre karelik bir alana yayılıyor ve boğa figürleri, insanlar, labirentler gibi çok sayıda figürü içeriyor. Goa’yı günümüze ulaştıran tarihi ise M.Ö. 3. yy.’da Maurya İmparatorluğu’nun bir parçası olmasıyla başlar ve zaman içinde farklı Hindu krallıklarının eline geçer. M.S. 580-750 yılları arasında Çalukya hanedanı ve ardından on üçüncü yüzyılın sonuna kadar sırasıyla Silahara ve Kadamba hanedanları tarafından yönetilir. Bu hanedanları bölgesel krallıklar veya derebeylikler olarak düşünebiliriz.



On birinci yüzyılın başında Şaştadeva yönetimindeki (M.S. 1005-1050) Kadamba hanedanlığı Silahara hanedanlığı hakimiyetini ortadan kaldırarak Goa’yı tamamen ele geçirir. Başkent 1052’de Çandor’dan Goapuri’ye (Goa Velha) taşınır. Jayakeşi 1. döneminde (1050-1080) Goapuri uzak yakın ülkelerle ticaret ilişkisi kuran büyük bir merkez halini alır. Kadambaların denizcilikteki hakimiyetleri gelişir. Hindu ve Jain inançları bölgede hâkim olur. On üçüncü yüzyılda Yadavalar, Kadambaları sembolik yöneticiler haline getirir ama kuzeyden batıya ve güneye doğru seferler başlatan Delhi Sultanlığı Yadava Krallığını ortadan kaldırınca Kadambalar kısa bir süre için Goa’yı yeniden doğrudan yönetmeye başlar. Delhi Sultanı Alaeddin Halaci’nin komutanı Melik Kâfur güneye doğru yolculuğunda Goa bölgesini alır ve son Kadamba kralı Kamadeva Goapuri’yi terk eder. Çandor’a yerleşerek orada bir kale yaptırır. Muhammed bin Tuğluk’un ordusu Chandor’u alınca Kadamba dönemi tamamen sona erer. Goa on dördüncü yüzyılda yeniden Hindu Vijayanagara Krallığı eline geçer ve Vijayanagara kralları süvari birliklerini güçlendirmek için satın aldıkları Arap atlarını Goa limanlarına getirirler.
Goa 1469’da Bahmani Sultanlığı tarafından alınır. Bahmani Sultanlığı dağılınca da 1488’de Bijapur’dan gelen Adil Şahi’ler ele geçirir ve Goa Velha hem çok zengin bir şehir hem de Bijapur Sultanlarının ikinci başkenti olur. Bölgenin kaderi çok yakında yeniden ve bu sefer sarsıcı bir değişimle yazılmak üzeredir.
Vasco da Gama 1498’de Kalikut’a gelir ve Portekizliler Koçin’de bir ticaret üssü kurarlar. Kalikut’un yöneticisi Zamorin ve bölge ticaretine yüzyıllardır hâkim Arap tüccarlar, Portekizlilerin Koçhin’de kurdukları ticaret ağına karşı çıkar. Portekizliler Koçhin’deki pozisyonlarını korumaya çalışırken aynı zamanda denizleri kontrol edebilecekleri yeni bir yerleşim bölgesi aramaya başlar. Goa doğal limanları ve iç bölgeleri sahile bağlayan, taşımacılığa uygun nehirleriyle aradıkları yerdir.
Afonso de Albuquerque 1510’da Bijapur Sultanı İsmail Adil Şah’ın ordusunu yener ve Goa’dan çıkarır. On altıncı yüzyıl, Portekizlilerin Goa’ya yayıldığı bir dönem haline gelir. Zaman içinde bugünkü Maharaştra eyaletine hâkim olan Maratha Krallığı güçlenir. Şivaji kurduğu güçlü donanmayla denizde Portekizlilere rahat vermez. Oğlu Simbaji, Goa Velha’ya kadar yaklaşır ama Babürlü Devletiyle savaşabilmek için Goa’dan ayrılmak zorunda kalır. Böylece Goa tamamen Portekiz kontrolüne geçer. Katolik Portekiz inancı bölgede yayılmaya başlar. Sanki Portekiz’den uzakta yepyeni bir Portekiz kurulur. Goa, Daman ve Diu’da Portekiz hakimiyeti, Hindistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1947 sonrasında da devam eder ve bu bölgeler 1961’de Hindistan ordusunun düzenlediği bir operasyonla özgürleşerek Hindistan Merkezi Hükümeti yönetimine geçer. 1976’de bir referandum düzenlenir ve halka ayrı bir eyalet olma veya Maharaştra’ya başlanma seçenekleri sunulur. Referandum sonucuna göre Daman ve Diu merkezi hükümete bağlı bölge kalmaya devam ederken, Goa yeni bir eyalet olarak kurulur. Goa, 1987’den beri Hindistan Federal Cumhuriyeti’ne bağlı bir eyalet olarak yönetiliyor.
Bu uzun ve çeşitlilik içeren tarihi boyunca Goa tapınaklar, camiler, kiliseler ve sivil mimarinin en özgün ve güzel örnekleriyle süslenmiş durumdadır. Ibn Battuta 1342’de Goa’ya gelir ve seyahatnamesinde Goa Velha’dan bahseder. Portekiz hakimiyetinin sağlamlaşmasıyla birlikte Goa’nın tarihi merkezine çok sayıda resmi ve sivil bina yapılır. Goa Velha, geniş bir hendekle korunan surlara sahiptir. Şehir, Lizbon’dan daha kalabalık ve zengin bir yerleşim yeri halini alır. 1543’te ortaya çıkan bir salgın hastalık sonucunda yaklaşık iki yüz bin kişi hayatını kaybeder. Salgın bitince şehir yeniden büyümeye başlar. Farklı Hristiyan tarikatlarına ait gösterişli kiliseler ve manastırlar yapılır. Goa’ya ilk önce Fransisken tarikatı gelir ve onları diğer tarikatlar izler. On altıncı yüzyılın sonunda Portekiz’in denizlerdeki mutlak hâkimiyetinin sona ermesi, ticaret yapılan sömürge şehirlerinin de ihtişamını kaybetmesine neden olur. 1635’te yeni bir salgın hastalık ortaya çıkar ve bu salgından sonra şehir çok zor toparlanır. 1672’de Goa Velha’ya gelen Hollandalı Philip Baldaeus şehirde satılmayı bekleyen ipekler ve porselenle dolu dükkanlar ve açık artırmayla satılarak elden çıkarılan köleler gördüğünü yazar. Portekizlilerin Goa’daki başkentinde binalar zaman içinde bakımsızlıktan eskimeye başlar ve şehrin nüfusu giderek azalır.
Portekiz Valisi olan Alvor Kontu, merkezi yönetim binasını taşımaya karar verir. Şimdiki Goa eyaletinin başkenti olan Panaji’de (Panjim) Adil Şah’a ait bir saray vardır. Portekiz yönetimi 1759’da Goa Velha’dan, bu sarayın yer aldığı Panjim’e taşınır. Adil Şah’ın sarayı, yönetim binası olur ve şehir 1843’te Portekiz Goa’sının yeni başkenti olarak ilan edilir. Velha, Portekiz dilinde eski demektir ve terk edilen başkentin ismi böylece Goa Velha (Eski Goa) olarak anılır. Yönetimin yer değiştirmesiyle dini kurumlar da Goa Velha’dan ayrılmaya başlar. Goa Velha terk edilmiş devasa yapıların yan yana yükseldiği az nüfuslu bir köye dönüşür. Goa’ya yapacağınız bir yolculukta bir günü mutlaka Goa Velha’ya ayırmalısınız. Goa’nın görkemli siyasi ve dini mirası sadece Goa Velha’yı gezerek anlaşılabilir.

Goa denizi, güneşi, plaj partileri, zengin deniz ürünleriyle bilinen yerel mutfağı, açık hava pazarları, Portekizliler tarafından getirilerek Goa tepelerinde yetiştirilmeye başlayan kaju ağaçları ve kaju fıstığı ile tanınıyor. Goa’ya tatile gelenler bu doğal ve kültürel zenginliklerden faydalanıyorlar ama Goa aynı zamanda zengin bir tarihi mirasa da sahiptir. Şimdi bu tarihi mirasa ve arkasında bıraktığı eserlere değinmek istiyorum. Bu yazıda Goa’nın tarihi başkenti hakkında yazarken yolu bu şehirden geçmiş önemli isimlerden bahsetme fırsatım da olacak. Bir sonraki yazımda da Panaji’den ve Goa’nın kültürel özelliklerinden bahsedeceğim.
On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda Portekizliler için politika ve din birbirinden ayrılmaz bir konumdaydı. Seferler ve sömürgeleştirme faaliyetleri dini bir motivasyonla da yapılırdı. Katolik Hristiyanlık inancını dünyaya yaymak önemli bir hedefti. Latin misyoner toplulukları yeni yerleşilen topraklara mutlaka geliyor ve yerli halkın Hristiyanlık inancına katılması için faaliyetlerde bulunuyordu.
Aslında Hristiyanlık Hindistan topraklarına İsa Peygamber’in çarmıha gerilmesinden hemen sonra, O’na iman eden yakın arkadaş grubu olarak tanımlayabileceğimiz havarilerinden Aziz Thomas tarafından getirilir. Kerala’ya gelen Aziz Thomas, İsa Peygamber’in sözlerini ve açtığı yolu anlatmaya başlayarak önemli sayıda taraftar toplar. Chennai’ye geldiğinde misyonuna devam eder fakat bu durumdan rahatsız olan Hindular tarafından şehit edildiğine inanılır. Mezarı olduğuna inanılan yerde bugün Aziz Thomas Kilisesi yer alıyor. Daha sonra Süryani Hristiyanlar Malabar sahiline yerleşmeye başlar. Portekizlilerin gelişine kadar doğal ve yerel şartlarda gelişen Hristiyanlık, gücü elinde tutanların yaydığı kurumsal bir kimlik halini almaya başlar. Goa, bu kimliğin en baskın ve rakipsiz geliştiği yer olur.
Goa’ya 1517’de ilk olarak Fransisken tarikatı gelir. Onları Karmelitler, Agustinciler, Dominikenler, Cizvitler ve diğerleri izler. Kilise ve manastırlar kurarlar. Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelmelerine rağmen onları bir araya getiren ortak hedef, İsa Mesih’in bu dünyadaki manevi krallığını yaymaktır.
Dönemin Avrupa kiliselerine benzeyen dini yapılar büyük ve görkemlidir. Yerel kırmızı kumtaşı en yaygın inşaat malzemesidir. Goa dışından getirilen bazalt taşı, cepheyi süsleyen duvar sütunlarının yapımında kullanılır. Kırmızı kumtaşı dayanaklı bir malzeme olmadığı için cephe kireç sıvayla güçlendirilir. Sonuç olarak yapılar çevrede bulunan malzeme, işçilik becerisi ve başta uzun muson yağmurları dönemi olmak üzere, iklim şartlarına göre inşa edilir. Mimarlar yabancı fakat işçiler yerel halktandır. Bu nedenle özellikle kilise iç mekanlarda yerel motifler sıklıkla görülür. Kiliselerde sergilenen heykeller genelde ahşaptan yapılır ve boyanır. Batı sanatını temsil eden modellerin yerel sanatçılar tarafından üretilen, güzel örneklerini görebiliriz.
Şimdi size Goa Velha’da gezebileceğiniz önemli yapılardan kısaca bahsetmek istiyorum. Bu açık hava müzesini andıran ve oldukça büyük alanda yürüyerek gezebilirsiniz. Bu nedenle yürüyüşe uygun bir mevsim ve hava şartları, bu keşif dolu günden daha fazla keyif almanızı sağlayacaktır. Şehrin görkemini tam olarak hayal etmek mümkün değil çünkü önemli sayıda bina tamamen yok olmuş veya sadece temel seviyesine inmiş durumda.
Portekiz hakimiyeti öncesinde şehirdeki en önemli iki yapı, Adil Şah’ın sarayı ve şu anda üzerinde Aziz Paul Koleji’nin yer aldığı camidir. Afonso de Albuquerque günümüzde varlığını sürdüren Sé Katedrali’nin karşısına gelen yerde, Azize Katerina adına dışı hasırla kaplı kerpiçten bir kilise yaptırır. Hemen yakınında yerel meclis ve mahkeme binası vardır. Mandovi nehri kıyısında da silah depoları, darphane, ticari depolar gibi yapılar yer alır. Kraliyet Hastanesi ve Aziz Lazarus Hastanesi gibi yapılar da dahil olmak üzere, hiçbiri günümüze ulaşamamış.


Buna rağmen bazı yapılar bütün olarak varlığını sürdürüyor ve Hindistan Arkeoloji Kurumu tarafından koruma altındalar. Goa Velha’yı gezmeye geldiğinizde nasıl bir güzergâh izlemeniz gerektiğiyle ilgili önerilerim olacak. Böylece yapıları belli bir sırayla gezebilirsiniz.
Önce Sé Katedrali’yle başlayalım. Katedral 35 metre yüksekliğinde ve 76 metreye 56 metre ölçüleriyle diğer yapılar arasında en büyük alana sahiptir. Portekiz-Gotik stilinde yapılan katedralin inşaatında kum taşı kullanılmış ve dışı beyaz sıvayla örtülmüş durumda. Girişin güney tarafındaki kulesi duruyor ama kuzey tarafındaki kule, 1776’da yıkılmış. Katedralin inşaatı Kral Dom Sebastio (1557-1578) döneminde, 1562’de başlar ve 1619’da tamamlanır. Goa’nın üst düzey dini yöneticileri bu katedralde yaşadığı ve katedralde düzenlenen ibadetleri yönettiği için, mali açıdan her zaman Portekiz kralları tarafından desteklenir. Portekiz yönetimi katedrali Dominiken tarikatının kullanımı için yaptırır. İbadetin yönetildiği altar bölümü altın varakla kaplıdır ve İskenderiyeli Azize Anna’ya ithaf edilmiştir. Altarda onun nasıl şehit edildiği anlatılır. Diğer heykeller arasında başta İsa Peygamber olmak üzere Hristiyanlık inancının tüm önemli karakterlerini görebiliriz. Altar bölümünün tamamlanması 1652 yılıdır.


Dominikenlerin kullandığı Sé Katedrali’nin batısında Fransiskenlere ait Asisi’li Aziz Francis Katedrali yer alıyor. Bu iki yapının arasında eskiden baş piskoposun sarayı olarak kullanılan bina şimdi arkeoloji müzesi olarak kullanılıyor. Diğer yapıları gezmeden önce mutlaka bu müzeye zaman ayırın. Kahraman taşları olarak bilinen yerel anıtlar gibi, Goa’nın Hindu mirasına ait güzel örnekler de müzede sergileniyor. Hindu inancında ölümden sonra beden yakıldığı için mezar kültürü ve ölen kişiyi hatırlatacak bir anıt yoktur. İnsanlar bu duygusal ihtiyacı tatmin etmek istediklerinde farklı çözümler geliştirirler. Savaşta ölen kahramanlar için yapılan ve üzeri kahramanı anmayı hedefleyen üç sıra halinde rölyefle süslenen taşlarda, kahraman mutlaka yendiği düşmanından büyük ebatta temsil edilir. Böylece atalar kültü devamlılığını sürdürür. Bu taşların en güzel örneklerini Eski Goa’daki müzede görebilirsiniz. Portekiz döneminden kalan heykeller ve ünlü Portekiz çinileri de müzede sergileniyor.
Asisi’li Aziz Francis Katedralinin en önemli özelliği ahşap oyma rölyef ve heykelleridir. Altar önünde yer alan platform, Hristiyanlık inancının yedi kutsal töreninin gerçekleştirilmesi için kullanılır. Aziz Francis heykeli ve İsa Peygamberi çarmıh üzerinde gösteren aynı ebattaki heykel, katedralin en önemli eserleridir. Katedralin tarihi, sekiz Fransisken keşişin 1517’de bölgeye ilk defa gelişine kadar uzanır. Dönemin Portekiz valisi keşişlere birkaç evin yer aldığı alanı tahsis eder ve ilk defa burada küçük bir şapel inşa ederler. Ardından 1521’de Kutsal Ruh’a adanan bir kilise ve onun yerine de 1661’de şimdiki kilisenin inşaatı tamamlanır.


Aziz Francis Katedrali’nden sonra ilerideki tepe üzerinde görülen, harabe halindeki kuleye doğru yürümenizi tavsiye ederim. Bu sırada küçük bir yerel çarşıdan geçeceksiniz. Burada Hindistan cevizi suyu içerek kısa bir mola verebilirsiniz. Ardından hafif bir yokuşla çıkılan Holy Hill (Kutsal Tepe) sizi Aziz Augustine Manastırı ve kulesinin kalıntılarına ulaştıracak. Aziz Augustine, M.S. 4. yy.’da yaşar ve Hristiyanlığın kurumsallaşmasında çok önemli bir yeri vardır. Bir bölümü yıkılmış olarak gördüğümüz kule dört katlıdır. Kırmızı tuğladan yapılan kulenin bir zamanlar kireç sıvayla kaplı olduğu kalıntılardan görülebilir. Yaklaşık 46 metrelik bu devasa yapı hem çan kulesi hem de Aziz Augustine Kilisesi batıya bakan giriş cephesinin bir bölümünü oluşturur. Kilise şu anda harabe durumunda fakat kapladığı geniş alan, yıkılmış duvarlar ve bu duvarlar üzerinde yer alan Portekiz çinileri bize zamanında ne kadar gösterişli bir yapı olduğu hakkında fikir veriyor.
Aziz Augustine Kilisesi ve kulesi 1602’de yapılır. Augustinusçu keşişler Goa’ya 1587’de gelirler ve muhtemelen geç dönem Portekiz yönetiminin tarikatlar üzerinde kurduğu baskı nedeniyle 1835’te kiliseyi ve manastırı terk ederler. Bakımsız kalan yapı 1842’de çökmeye başlar ve kullanılabilir inşaat malzemeleri ikinci el olarak satıldığı için çöküşü hızlanarak 1938’de bugünkü halini alır. Kilisede yapılan kazılarda bulunan kemiklerin Şah 1. Abbas döneminde 1624’te Şiraz’da şehit edilen Gürcü Kraliçesi Ketevan’a ait olduğu düşünülüyor. İslam dinine geçmeyi reddettiği için öldürülen kraliçe, şehit ve azize ilan edilir. Kemikler, olaya şahit olan keşişler tarafından gizlice alınır ve bir bölümü Goa’ya getirilerek kutsal emanet olarak burada saklanır.



Tepeden aşağı doğru, geldiğimiz yöne indiğimizde sıra aslında geziye başladığımız andan itibaren dikkatimizi çeken ve açık hava müzesi benzeri tarihi şehirdeki tüm yapılar arasında en dikkat çekici olan kiliseye gelir. Bom Jesus Bazilikası ve Cizvit Manastırı…
Bom Jesus Bazilikası, Cizvit tarikatı tarafından 1594-1605 yılları arasında yaptırılır. Bom Jesus, Portekiz dilinde “İyi İsa” veya “Çocuk İsa” anlamına gelir ve kilise İsa Peygamber’in günahsız doğasına adanmıştır. Haç planlı kilise kırmızı kum taşından yapılır ve kireç harçla sıvanır. Sıvası zaman içinde döküldüğü için bugün etkileyici bir koyu kırmızı renge sahip. Üç katlı giriş cephesini süsleyen İyon, Dor ve Korint stilinde sütunları var. İç mekân 55 metre uzunluğu, 17 metre genişliği ve 19 metre yüksekliğiyle sade ve etkileyicidir. Altın varakla kaplı altarda, başta çocuk İsa ve Cizvit tarikatının kurucularından Aziz İgnatius Loyola olmak üzere çok değerli heykeller yer alıyor.
Girişten altara doğru yürüdüğünüzde önce gözlerinizi altardan alamazsınız fakat sonra sağ köşede toplanmış insanları fark edersiniz. Orada yüksek bir şapel nişi ve nişin içinde Aziz Francis Xavier’in bedenini saklayan mezar anıtı yer alıyor. Asya’da gezdiğimiz tarihi kiliselerin çoğunda Aziz Francis Xavier’in ismini duyarız. Aziz Francis Xavier için, Asya kıtasına Hristiyanlığı yayan aziz diyebiliriz. Son derece ilginç bir yaşam hikâyesi vardır.
1506’da Kuzey İspanya’da ailesine ait Xavier Kalesi’nde doğar. O dönemde soylu ailelerin en büyük erkek çocuktan daha genç olan çocuklarının kaderini paylaşarak, dini eğitim almak ve kariyerine bu yolda devam etmek için 1525’te Paris Üniversitesi’ne gönderilir. Kendisinden on beş yaş büyük bir öğrenci olan İgnatius Loyola ile 1529’da aynı odayı paylaşmaya başlar ve İgnatius Loyola’nın kurduğu dini sohbet grubuna katılır. 1534’te Montmartre tepesindeki bir kilisede yedi genç keşiş adayı fakir bir yaşam, yaşam boyu bekaret, Kudüs’ü ziyaret etmek ve inanan inanmayan herkesin kurtuluşa ermesi için çaba göstermek üzerine ant içerler. Francis Xavier 1537’de resmen papaz olur ve Kudüs’e gider. Bir yıldan fazla kaldıktan sonra Roma’ya gelir ve etkili vaazları nedeniyle kısa sürede soylular arasında tanınır. Portekiz kralı, Asya sömürgelerindeki halka dini rehberlik edecek bir isim aramaktadır. Seçilen iki isim hastalık nedeniyle görevi kabul edemeyince Ignatius Loyola, Francis Xavier’i göndermeye karar verir ve 1540’ta yola çıkar. Papa 1541’de Ignatius’un yolundan gidenleri “İsa Topluluğu / Cizvitler” ismiyle, resmi olarak tanır. Francis Xavier ilk olarak Goa’ya gelir ve Güney Hindistan’da üç yıl boyunca misyonerlik faaliyetinde bulunur. Oradan önce Malay yarımadası ve civarındaki adalara, sonra Japonya’ya gider. 1551’de Hindistan’a dönmeye karar verdiğinde Japonya’da ardında iki bin Hristiyan bırakır. Japonların Çin’den ne kadar etkilendiğinin farkındadır ve Hristiyanlığı Çin’de yayarsa Japonya’da daha fazla başarı elde edeceğini düşünür. Çin’in güneyindeki Sanchian Adası’na gelir fakat ana kara Çin’e geçemeden, 3 Aralık 1552’de ateşli bir hastalıktan hayatını kaybeder. İlk olarak adada bir sahile gömülür. Bedeni Şubat 1553’te Malay yarımadasındaki Portekiz sömürgesi Malacca şehri Aziz Pavlus Kilisesi’ne, 11 Aralık 1553’te Goa’ya getirilir. Bom Jesus yapılana kadar Fransisken kilisesinde saklanan tabutu, artık son mekanına ulaşmış durumda.



Biraz da nehir kıyısına inelim ve orman içinde kısa bir yürüyüş yapalım. Bom Jesus Kilisesi’nden çıktıktan sonra şehir surlarına doğru yürürken önce Aziz Catejan Kilisesi’nden geçilir. Kiliseye doğru giden yolda yer alan ve harabelik gibi duran bir alanda bazalt bir kapı, bu kapıya çıkan altı basamak ve bir platform yer alıyor. Geriye başka hiçbir şeyin kalmadığı bu yerde eskiden Adil Şah’ın sarayı vardır. Portekiz hakimiyetinden sonra Portekiz valileri 1695’e kadar bu sarayda yaşar. Daha sonra davetler ve festivaller için kullanılır. Başkentin Panaji’ye taşınmasından sonra saray bakımsızlıktan harabeye döner ve yıkılır. Yönetimin aldığı kararla, yapı malzemeleri Panaji’ye götürülür ve orada yeni evlerin yapımında kullanılır.
Aziz Catejan Kilisesi önünden devam eden ana yol Mandovi Nehri’ne doğru gidiyor. Nehre ulaşmadan önce “Genel Vali’nin Kemeri / Viceroy’s Arch” denilen tarihi bir kemerin altından geçilir. Kemer, kırmızı kum taşından yapılmıştır. Nehre bakan cephesinde yeşilimsi bir tür granit kullanılır. Bu yöndeki cephenin en üstünde bir niş var ve nişin içinde, Vasco da Gama’nın heykeli yer alıyor. Kemer ilk olarak Portekiz hakimiyetinden hemen sonra, 1597-1600 arasında yapılır ama zaman içinde önemli değişikliklere uğrar. Bugünkü halini 1954’de alır ve orijinal heykel ve kitabeleri yerlerine yerleştirilir. Kemeri ilk olarak yaptıran kişi Vasco da Gama’nın torunu ve Goa’nın Portekiz valisi Francisco da Gama’dır ve heykeli dedesinin hatırası için yaptırır. Kitabelerden biri Meryem Ana’ya adanmıştır ve Portekiz’in İspanya’dan 1656’da kazandığı bağımsızlığını kutlamak için yaptırılır.


Goa Velha, işte böyle önemli ve güzel bir tarihi şehir. Goa’ya gittiğinizde deniz ve güneşten ayıracağınız bir gün, mutlaka Goa Velha’da geçirilmeli. Bundan sonraki yazım, başkent Panaji’ye taşındıktan sonra neler yaşandığı ve ortaya nasıl bir Hindu Portekiz ortak kültürü çıktığı üzerine olacak. Goa mutfağı ve deniz kıyısında geçen günlük yaşamdan da bahsedeceğim. Goa’nın şöhretini hak eden topraklarını tanımaya devam edeceğiz.