
Burcu Alkan
Şubat 1945’te Almanya’nın Dresden şehri Amerikan ve İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından bombalandı. Bu tartışmalı Müttefik saldırısı esnasında Kurt Vonnegut Dresden’da savaş mahkumuydu ve bombardımandan yerin altındaki bir et deposuna sığınarak kurtuldu. Dresden’da yaşanılan yıkımın boyutları uzun süre kamudan saklandı. II. Dünya Savaşı’na katıldığında yirmili yaşlarında olan Vonnegut hayatının geri kalanında her zaman savaş karşıtı bir duruş sergiledi. Yıllar sonra Dresden bombardımanını “anlatan” Slaughterhouse 5 romanında şöyle yazar:
“It is so short and jumbled and jangled, Sam, because there is nothing intelligent to say about a massacre. Everybody is supposed to be dead, to never say anything or want anything ever again. Everything is supposed to be very quiet after a massacre, and it always is, except for the birds.”
[Bu kadar kısa ve karman çorman ve tangır tungur, Sam, çünkü bir katliam hakkında söylenecek anlaşılabilir hiçbir şey yok. Herkesin bir daha asla bir şey söylememek ve istememek üzere ölmüş olması gerekiyor. Bir katliamdan sonra her şeyin çok sessiz olması gerekiyor, ve her zaman da öyle, kuşlar hariç.]

Romanın anlatıcısı (yazarın kendisi gibi) Dresden bombardımanına savaş mahkûmu olarak tanık olmuştur. Yaşanan müthiş yıkım derin bir dile gelme ihtiyacıyla hafızanın kabını zorlamaktadır. Fakat bir yandan da anlatılması imkansızdır; ne dense eksik, yetersiz, zayıf kalacaktır. Yazar-anlatıcı (asıl yazarla anlatıcı/karakter arasındaki detaylar birebir örtüşse de kurgu metinlerde yazar ve anlatıcı aynı kişi olarak kabul edilmemelidir) kitabının yeni bir savaş ve kahramanlık anlatısı olmasını istemez, çünkü kahramanlık hikayeleri savaşın yarattığı yıkımın gerçek boyutlarını saklama işlevi görürler. Halbuki savaşın gerçek yıkımında, yıkımının gerçekliğinde süslü hikayeler değil yitip giden hayatların trajedisi vardır.
Slaughterhouse 5 işte tam da bundan ötürü gerçek bir savaş anlatısıdır, çünkü bir katliam hakkında söylenecek anlaşılabilir hiçbir şey yok’tur. Trajedinin boyutu aklın sınırlarını zorlayıp absürde vardığında biçim de ona yetişmeye çalışacaktır. Hikâyesinin absürt karmaşasından biçiminin parçalanmışlığına ve anlatıcının yazamadığı kitabından kitabı yazamıyor oluşuna Vonnegut gayet de olduğu ve olması gerektiği gibi “gerçek” bir kıyım anlatısı kurmuştur. Kahramanlık hikayelerine imkân tanımayan ve tek gerçeğin geride kalan yıkımın anlamsızlığı olduğu Kurt Vonnegut’un Slaughterhouse 5 romanı bence yazılmış en iyi savaş romanlarından biridir.

* Hamdi Koç çevirisi Can Yayınları’ndan çıkmış [Mezbaha 5].
***
Benim ilk okuduğum Vonnegut romanı Galapagos. 2003 veya 2004 olmalı. Kaliforniya’da yüksek lisans yaparken çok sevgili dostlarım Rebekah ve Caleb doğum günümde bana üç-dört kitabından oluşan bir paket hediye etmişler ve mutlaka okumam gerektiğini söylemişlerdi. İyi ki.
Vonnegut insanlık ve evrim ilişkisini eleştirel bir mizahi üslupla ele aldığı Galapagos’u Charles Darwin’in Galapagos seyahatine referansla kurgulamış. 1835’te Beagle adlı gemiyle Galapagos adalarına varan Darwin burada yaptığı gözlemler aracılığıyla evrim teorisini geliştirdi. İngiltere’ye döndüğünde türlerin birbirlerinden bağımsız olarak değiştiğini (evrildiğini) ve türsel devamlılığın “doğal seçilim” ile şekillendiğini sunduğu Türlerin Kökeni’ni kaleme aldı. Bu eser insanlığın kendisiyle ve çevresindeki dünyayla ilişkisini yeniden değerlendirdiği 19. yüzyılda üretilen devrim niteliğinde bir bilimsel atılımdır.
Vonnegut Galapagos romanıyla modern dönemin insan-merkezci tavrını ve modernitenin hevesli ilericilik anlayışını kendine özgü nefis mizahıyla hicveder. Hikâye insanların “beyninin büyük olduğu zamanların” (“bir milyon yıl önce, 1986’da”) bahsiyle açılmaktadır. Romanın başında anlatıcı, insan türünün adalardaki canlıların oraya nasıl geldiklerini anlamaya çalışırken ileri sürdükleri iddiaları sıralar: belki doğal sallarla gelmişlerdir, ya da yüzerek; belki de eskiden adalar anakaraya bağlıdır ve bir felaket sonucu kopmuştur; onları oraya Tanrı koymuş olabilir ya da ikinci bir Nuh’un Gemisi’yle gelmişlerdir…
Hikâyenin anlatıcısı Vonnegut okurlarının iyi tanıdığı bilimkurgu yazarı Kilgore Trout’un oğlu Leon (Trotsky) Trout’un ruhudur ve ölümsüz olduğu için insanlığın evrimine şahitlik eder. Dünyada büyük bir ekonomik kriz yaşanmıştır. Ayrıca bulaşıcı bir hastalık nedeniyle insanoğlu üreyememektedir. Bu sondan yalnızca Galapagos Adaları’nda mahsur kalan bir grup insan kurtulur. Trout insanların zamanla nasıl bir çeşit deniz memelisine dönüştüğüne dair gözlemlerini sunarken insanlığın sonunu da anlatır.
Evrimin insanlığı getirdiği “büyük beyinli” türsel seviye 20. yüzyılda dünyayı şekillendiren savaşlar, ekonomik kriz ve çevresel yıkımın gölgesinde düşünüldüğünde ilericilik inancı bir yanılgı, bu yanılgının dev aynasında insanlığın benlik algısıysa saçma ve anlamsızdır. Galapagos’un gevrek ironisi ve kısa, düz ve çarpıcı anlatımıyla yazarın hicvinin harika bir örneği olduğu söylenebilir.

* Handan Balkara çevirisi Can Yayınları’ndan çıkmış [Galapagos].
***
Çocukken Karadeniz’e aile tatillerine gittiğimizde köyün karanlık akşamlarında kuzenlerle oynadığımız oyunlar arasında “kedi beşiği” de vardı. Fakat benim bu oyunun bir adı olduğunu öğrenmem ancak Vonnegut’la oldu, ki bu ismin Türkçedeki yaygınlığından çok da emin değilim. Oyun parmakların arasına belli bir şekilde dolaştırılarak X’ler oluşturulan bir ipi karşı tarafın formunu bozmadan değiştirerek devralması esasına dayanır. Dünyanın birçok kültüründe bulunan “kedi beşiği” Vonnegut’un aynı isimli romanında ise atom bombasının mucitlerinden Felix Hoenikker’ın oğluyla ilk kez oyun oynama çabalarından biri olarak arz-ı endam eder.
Cat’s Cradle birçok açıdan tipik bir Kurt Vonnegut romanı. Hikâyenin anlatıcı-yazarı Hiroşima’ya atılan atom bombası hakkında bir kitap yazmak istemektedir: “The Day The World Ended” [Dünyanın Sonunun Geldiği Gün]. Kitabını yazabilmek için araştırma yapan anlatıcı Nobel ödüllü fizikçi Hoenikker’ın çocuklarına ve yakın çevresine ulaşmak ister. Bu süreçte Hoenikker’ın “ice-nine” [buz-dokuz] adı verilen kimyasal bir bileşimin peşinde olduğunu öğrenir. Bu bileşim bir başka olası dev yıkımın yapıtaşıdır (olacaktır). Atom bombasının yarattığı yıkıma rağmen bu icadın peşinde olmak insanlığın yinelenen absürt yıkıcılığının romandaki sembolüdür. İnsanlığa hizmet etmesi beklenen bilim bir kez daha insan aptallığı sayesinde tam tersi sonuçlar doğurur. Roman ironik bir şekilde bütün su kaynaklarının buza dönüşmesi sonucu dünyanın sonunun gelmesiyle biter.
Kitaba ismini veren “kedi beşiği” oyunu sonu gelmez kendi kendini tekrarıyla Vonnegut’un düşünsel dünyasındaki Sisifosvari yaklaşıma işaret etmektedir. Yazarın hemen her romanı insanlığın bir yıkımdan diğerine hiçbir şey öğrenmeden, değişirken aslında değişmeden, ilerlerken aslında yerinde sayarak varoluşunu devam ettirdiği düşüncesi üzerine kurulu. İlerlediğimizi sanıyoruz ama varoluşumuzun absürt boyutunu dönüp dolaşıp yinelediğimiz yıkımlarla kanıtlıyoruz. Kedi beşiği oyunu iki + iki elin bir ipin sarmaladığı sınırlar içerisinde aynı biçimin çeşitlemelerini tekrar ettiği anlamsız devamlılıkta Vonnegut’un gördüğü haliyle insanlığın gerçeğidir. Bu gerçekliğin saçmalığı ise ellerin iplerin arasından sıyrılması yerine kısırdöngünün sürekliliğine katkıda bulunmaya devam edilmesinde yatar. İnsanlık sebep olduğu yıkımları durdurmak yerine kendini sıkıştırdığı ideolojik dar alanda yeniden üretmeye devam etmektedir, edecektir.

* Mahir Ünsal Eriş çevirisi Can Yayınları’ndan çıkmış [Kedi Beşiği].
***
Kurt Vonnegut eserlerini iyi yapan nitelik anlattığı hikâyeden çok anlatış biçimidir. Hem romanlarında hem öykülerinde tamamen ona özgü bir mizah vardır. Bilimsel dönüşümlerden dünyanın temel gerçekliğini değiştiren kritik tarihsel olaylara büyük trajedileri ironik olarak anlattığı eserlerinde absürdü vurgular ve alışıldık olanı sarsar. İlerici düşüncenin güvenirliğini sorgular ve trajik olanı saklayan ideolojik katmanları yıkar. Yazar ve anlatı, kurgu ve gerçek arasındaki sınırları (sözde) kaldırarak biçimsel yapıları bozar. Vonnegut romancılığı radikal postmodern tavrın keskinliğini kaygan bir bulanıklıkta yitirmesinden önceki eleştirel kuvvetinin başarılı örneklerindendir.
Bilimin yapıcı olduğu kadar yıkıcı bir potansiyeli olduğu I. Dünya Savaşı’yla modernistler tarafından ciddiyetle sorgulanmış ve eleştirilmiştir. Postmodernistler ise II. Dünya Savaşı’nın ardından bu eleştiriyi trajediden absürde taşır. Bu bağlamda Vonnegut’un postmodernliği özünde modernist (modernci) radikal kuvveti barındırmaktadır.
Burcu Alkan’ın Kurt Vonnegut ile ilgili ikinci bir yazısına buradan ulaşabilirsiniz.