
Burcu Alkan
İngiltere’de yaygın olan “charity shop”lar benim gibi okurlar için çok yoldan çıkarıcı. Oxfam, British Heart Foundation, RSPCA gibi yardım kuruluşlarının ikinci el kitap, eşya, kıyafet sattığı bu dükkanlarda dolanmak tam anlamıyla bir hazine avı. Özellikle kitaplar söz konusu olduğunda… Elbette birçok kitabı iyi bir kütüphane ya da kitapçıda bulmak mümkün ama “charity shop”larda hazine avının yeri başka. Uzun zamandır aradığınız bir kitaba çok uygun fiyata denk gelebilirsiniz, ya da mesela artık klasik olmuş bir romanın kapağında filminden bir kare kullanılmadan önceki edisyonunu bulabilirsiniz. Fakat asıl heyecan verici olan bilmediğiniz, aklınızda olmayan, aklınıza gelmeyecek bir metni keşfetmenin büyüsü.
En son Manchester’daki dükkânları dolandığımda John Coltrane, Oliver Sacks ve Alan Turing’in biyografilerine ek olarak Rainer Maria Rilke’den The Notebook of Malte Laurids Brigge, Mikhail Bulgakov’dan The White Guard ve Irvin Yalom’dan The Schopenhauer Cure gibi eserler yakaladıklarımdan sadece bazılarıydı. Bunlar bildiğim ya da konusundan ötürü ilgimi çektikleri için seçtiklerim. Fakat sadece kapağına ve başlığına bakarak aldığım ve tanesine 0.50p verdiğim iki kitap var ki hazine avıyla ne kastettiğime güzel bir örnek teşkil ediyorlar: Giovanni Guareschi’den Comrade Don Camillo (Yoldaş Don Camillo) ve Don Camillo and The Devil (Don Camillo ve Şeytan).
Özellikle planlamamış olsam da bir şekilde hep denk gelip İtalyan edebiyatını takip etmiş bulundum. Ama Guareschi’yi daha önce duymamıştım. Halbuki akademik çalışmalarım düşünülürse duymuş olmalıydım. Yüksek lisansımı yaparken İtalya’da sol edebiyat bağlamında Carlo Levi ile biraz haşır neşir olmuş ve Ignazio Silone’yi tezimde çalışmıştım. İtalyan komünizmi ve “güney” sorunu, “fakirliğin ve cehaletin” kıskacında köylü, romanlarda yankılanan “ne yapmalı?” sorusu ve Gramsci, entelektüel ve sürgün temaları yakından bildiğim konular. Levi ve Silone’nin metinleri de 1930ları anlatan, 1940lara sarkan ve II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası ideolojik geçişi temsil eden anlatılar. Guareschi de bunların arasında olmalı ama siyasi duruş ve üslup farkı nedeniyle ayrı düşmüşler. Guareschi bir monarşist.
Giovanni Guareschi (1908-1968) hakkında pek detaylı bilgi yok, üzerine yazılmış (İngilizce, Türkçe) akademik çalışma da görmedim. Bendeki kitaplarda yazdığı kadarıyla Parma’da doğmuş. Gençliğinde Bartoldo için karikatürler çizermiş. Orduya katılmış, 1943’te Alessandria’da Almanlar tarafından yakalanmış. Savaştan sonra Milano’da arkadaşlarıyla birlikte, monarşist çizgide olan Candido adlı dergiyi kurmuş ve editörlüğünü üstlenmiş. Ünlü “Don Camillo” karakterini yaratıp hikâyelerini bu dergide tefrika etmiş. Comrade Don Camillo’nun sonundaki “Yazardan Bir Not” kısmında Candido’nun komünistlerin seçim yenilgisinde propagandist rol oynadığından bahsediyor ve 1945’teki maddi yoksullukla 1963’teki ruhani yoksulluk arasındaki farka dikkat çekiyor. Anti-komünist ve muhafazakâr olduğu açık ama ürettiği hicvin kalitesi faşizme de prim vermediğini gösteriyor. Oğlu bir röportajda solcu entelektüellerin Guareschi’nin onlardan biri olmamasını asla affetmediklerinden ve onu “sessizlik”le cezalandırdıklarından bahsediyor.* Metinlerindeki siyasi ve toplumsal eleştirinin seviyesi düşünüldüğünde böylesi bir tepkiyi anlamak mümkün. Genelde solun başı çektiği siyasi mizah Guareschi’nin kaleminde yön değiştirdiğinde de gayet etkili olmuş görünüyor.
Candido’da tefrika edilen ve daha sonra kitap olarak yayımlanan “Don Camillo’nun Dünyası” serisinden bendeki İngilizce Don Camillo and the Devil 1957’de, Comrade Don Camillo 1964’te yayımlanmış. Türkçe’de ise serinin ilk kitabı olan Don Camillo’nun Küçük Dünyası’nı Bilgi Yayınevi yakın zamanda tekrar basmış. Metni İtalyanca’dan çeviren Müge Çevikoğlu. Hikâyeler iki ana karakter, Rahip Don Camillo ile Komünist Peppone arasındaki çatışmalı ilişkiye odaklanırken kuzey İtalya kırsalındaki toplumsal ve siyasal yapıların eleştirisini sunuyor. Rahip Don Camillo ve Komünist Peppone farklı değer dünyalarından gelseler de “halkın iyiliği” ortak paydasında buluşuyorlar ve aralarındaki sataşmalı, çekişmeli diyaloglar metinlerdeki mizahın temelini oluşturuyor. Serinin bendeki iki kitabı ayrı ayrı da anlamlı ama sırayla okunduklarında karakterlerin toplumsal konumları değişirken aralarındaki ilişki ve mizah da dönüşüyor. Örneğin, Peppone kitaplardan birinde belediye başkanıyken diğerinde senatör olarak boy gösteriyor. Böylece toplumsal tarihsel bir panorama üzerinden dinamik bir hiciv kurgulanmış oluyor.

Don Camillo and the Devil Rahip Don Camillo’nun kilisede çok yer kapladığı için gizlice kurtulmaya çalıştığı Aziz Babila heykelini attığı ırmaktan komünistlerin bulup geri getirmesiyle başlıyor ve kitap tefrika geleneğinin bir ürünü olarak bu tür kısa bölümlerle devam ediyor. Benzer komik rol değişiklikleriyle kurulan karşıtlık Guareschi’nin mizahının altyapısını oluşturuyor. İki taraf arasındaki ilişkinin her şeye rağmen yapıcı niteliğine kitabın en başındaki bölümlerden biriyle örnek vermek mümkün. Komünist Belediye Başkanı Peppone Stalin’in gözden düşmesiyle merkez komiteden gelen yeni genelgeyi takip etmeli ve bölgesindeki tüm Stalin referanslarını silmelidir. Rahip Don Camillo antagonistinin düştüğü bu durumu, yani kendi kahramanını kendi eliyle alaşağı etmesini keyifle izlemek için yanına gider. “İyi akşamlar!” diye ünleyerek bir koltuğa yerleşir, purosunu yakar. Peppone onu “bir misafir istenmediğini gördüğünde hiç değilse huzursuzluk çıkarmadan gitmeyi bilir,” diye karşılar: “Peder, kavga etmeye mi geldin?” Don Camillo başını sallar, “Bir daha asla, Bay Belediye Başkanı, bir daha asla! O bıyıklı adam için yeteri kadar kavga ettik. […] Ben sadece eski tanrınızın resminin yıkımını hak edilmiş bir keyifle seyretmek için geldim” (23-24). Don Camillo’ya inadından Stalin’in resmini yıkamayan ama yıkamadığı için merkez komiteyle başı derde girecek olan Peppone’nin yardımına önerileriyle yine Don Camillo yetişecektir. Tıpkı bir sonraki bölümde Don Camillo’nun köpeği kaybolduğunda ona Peppone’nin yardım edeceği gibi. Tarihin silinip yeniden yazılabilen bir şey olmasının koyu ideolojik anlamına işaret eden fakat yüklenmeyen; aksine farklı taraftan iki karakterin insanlığına odaklanarak sıcak, neşeli, bol imalı bir eleştiri kuran eğlenceli bir metin Don Camillo and the Devil.
Yazarın serinin son kitabı olarak bahsettiği Comrade Don Camillo’daki hikâyelerse daha bir bütünlük içerisinde birbirini takip ediyor. İdeolojik bakış açısı daha net, komünizm eleştirisi daha hedefli ve üslubu daha sert. Komünist Peppone’ye şans oyunlarından yüklü bir miktar para çıkar. İyi bir komünist olarak bu tür oyunlara yüz vermemesi gereken Peppone kazandığı paradan da vazgeçemeyerek gizli gizli Peder Don Camillo’dan yardım ister. Aradan yıllar geçer ve Peder aralarındaki bu sırrı artık senatör olan Peppone’ye şantaj yapmak için kullanır. Ondan, katılacağı resmî Sovyet gezisine kendisini de götürmesini talep eder. Sahte bir Komünist kimlikle Peppone’nin heyetine katılan Don Camillo’nun asıl amacıysa komünistlerin zayıflıklarını ve ikiyüzlülüklerini ortaya dökmektir. Bir yandan da düzenli olarak İsa ile konuşan (?) Don Camillo’nun da mükemmel olmadığına ama elinden geleni yaptığına şahit oluruz. İki antagonistik karakterin bu seferki birleşme noktası iman meselesidir. Farklı çıkış noktalarından gelseler de aslında Katolik inancı ile Komünist ideoloji daha iyi bir düzen arzusunda birleştirici olmaları açısından birbirlerinden çok da ayrı düşmemektedirler. Tıpkı o arzunun gerçekleşmesinin peşinde yoldan çıkanların da her zaman olacağı konusunda ayrı düşmedikleri gibi. Ama elbette yazarın eleştirel üslubunun kalitesiyle daha da öne çıkan ideolojik duruşu ve anti-komünizmi su götürmemektedir.
Guareschi’nin hicvinde dindarların değerlerini dindarlara rağmen sahiplenen komünistler ve komünistlerin değerlerini komünistlere rağmen uygulayan dindarlar alışıldık siyasi ve toplumsal pozisyonları sorgulatarak meseleye yeni bir dinamizm katıyor. Kaldı ki, muhafazakâr ya da değil, siyasi mizahın olması gerektiği, onu yapıcı kılan biçim bu tür bir eleştirel dinamizmden beslenir. Aksi taktirde ortaya çıkan şey hiciv değil zorbalık oluyor. Velhasıl, Guareschi’nin hicvi bir döneme özgü temiz ve etkili bir toplumsal eleştiri modelinin iyi örneklerinden. Monarşist duruşundan bağımsız olarak, monarşist duruşuna rağmen, ya da monarşist duruşuyla beraber… Metinler söz konusu olduğunda bu nitelemelerdeki seçim Guareschi’nin yazınından çok okuyanın kendini nasıl konumlamayı tercih ettiğiyle ilgili hale geliyor.
“Muhafazakâr entelektüel” meselesi alanın sonu gelmeyen tartışma konularından biri ama bazı tartışma konularının sonunun gelmemesi de eleştirel duruşun korunması ve hangi cenahtan olursa olsun ezber cümlelerin ataletine teslim olunmaması açısından önemli. Giovanni Guareschi bu açıdan güzel bir örnek: iyi bir gazeteci, karikatürist ve yazar. Mizahı çok başarılı ve gerçekten de bazı şeylerin solun tekelinde olmadığını gösteriyor. Fakat şu da unutulmamalı ki Guareschi yazarlığın, gazeteciliğin, mizahın ve hicvin çok başka olduğu bir dönemin ürünü. Bugün Türkiye’de muhafazakâr hiciv yaptığını iddia eden kesimlerle yakından uzaktan alakası yok. Guareschi’nin hicvinin seviyesi ve niteliği, her ne kadar karşıt siyasi taraflarda duruyor olsalar da, Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin gibi isimlere ve belli kalitede bir siyasi mizah geleneğine ait. Belki de tam da bu kalite meselesi ve bugün gelinen nokta yüzünden ilgi çekici ve kıymetli bir yeniden keşif Giovanni Guareschi.
* Rina Brundu, “An exclusive interview with Mr Alberto Guareschi. And on journalism as a means to “serve” the community and to “assert” ideas,” https://rinabrundu.com/2013/12/08/an-exclusive-interview-with-mr-alberto-guareschi-and-on-journalism-as-a-literary-means-to-serve-the-community-and-to-assert-ideas/