.

Asal Sayılar Hayata Benzer

Dilek Büyük

Edebiyat öğretmez ama anlatır. Biraz açacak olursak, öğretmek edebiyatın yükümlülüğü değildir. Okur kendini bir edebiyat eseriyle baş başa bulduğunda, o metinden bir şey öğrenmek zorunda hissetmez. Bununla birlikte anlatılandan almak istediği kadarını alır ya da sadece keyifli zaman geçirmek için okur elindeki metni. Ve bazı metinler bu sınırı zorlar, kitabı bitirdiğinde okurda da değişikliğe neden olur. İşte Mark Haddon’ın yazdığı Süper İyi Günler Ya da Cristopher  Boone’un Sıradışı Hayatı da böyle bir roman.

Kahramanımız 15 yaşında, otistik bir genç olan Christopher John Francis Boone özel eğitim veren bir okula gitmektedir. Annesi ile babası ayrıldığı için babasıyla birlikte daha kırsal bir bölge olan Swindon’da yaşamaktadır. Hikâye komşularının köpeği Wellington’ın öldürülmesiyle başlar. Kahramanımız onu tırmıkla öldürülmüş hâlde bulur ve bu cinayeti çözmeyi kendine görev edinir. Bu konuda kendisine yardımcı olacak kimse olmaz, hatta babası bundan vazgeçmesini ister. Christopher cinayeti araştırırken bir yandan da bunu kitaplaştırmaya çalışmaktadır ama babası bunu da istemez, kitap taslağını elinden alır. Kahramanımız babasının evde olmadığı bir gün kitabı bulmakla kalmaz, öldü bildiği annesinin yaşadığını, kendisine düzenli olarak mektup yazdığını ama babasının gizlediğini de öğrenir ve tüm korkularına rağmen annesini bulmak üzere Londra’ya doğru yola çıkar.

Böyle anlatınca bir macera romanı hayal ediyor insan elbette. Ancak romanın kahramanı özel biri, otistik bir birey. Asal sayıları sever, 7507’ye kadar asal sayıları sayabilir, eşyaların yerinin değiştirilmesinden hiç hoşlanmaz, yemeklerin birbirine karışmasından rahatsız olur, sevmediği renklerdeki yemekleri de sevmez. Matematik ve fizikte çok iyidir. Birilerinin kendisine sarılması ya da dokunması şiddetli fiziksel tepki gösterecek kadar rahatsız eder onu. İnsanlarla ilişki ve iletişim kurmakta zorlanır çünkü esprileri, metaforları, mimik ve jestleri anlamakta, çözümlemekte pek de başarılı değildir, bunlar onun kafasını karıştırmaktadır. Aynı nedenle beyaz yalanlar bile söyleyemez. Gününün nasıl geçeceğine dair totemi vardır; peş peşe üç kırmızı araba görmesi iyi sayılabilir bir gün, peş peşe dört kırmızı araba görmesi iyi bir gün, peş peşe dört kırmızı araba görmesi süper iyi bir olacağı anlamına gelmektedir.

Yazar tüm metni bize otistik bireyin ağzından anlatıyor. Böylece aşama aşama bizi dünyaya farklı bakan, diğerlerinin gördüğünden farklı şeyler gören ve hisseden bir dünyaya alıştırıyor. Bunun için asal sayılardan işe başlamış. Christopher’ın anlattığı şeylerin başında asal sayılar ve nasıl hesaplandıkları geliyor. Neden sevdiğini ise “Bence asal sayılar hayata benziyor. Çok mantıklı ama asla kurallarını çözemiyorsun, bütün vaktini onları düşünerek geçirsen bile,” diyerek açıklıyor.  Hem anlatıyı kahramanın ağzından anlattığından hem de bu aynı zamanda kahramanın yazdığı kitap olduğundan diğer kitaplardaki gibi bölümleri sıralı numaralandırmıyor yazar, sırasıyla asal sayılarla numaralandırıyor. Böylece bölüm sayıları 2 ile başlıyor ve 3,5,7,11,13,17… şeklinde devam ediyor. Haddon bunu yaparak, farklı bir zihnin şeklî algısıyla çerçevelendiriyor bizi ve hikâyeyi.

Otistik bir birey tanımamış bir okurun anlayamayacağı; saatlerce dolaba saklanma, sarılana şiddetli bir tekne savurma, duyduğu bir sese bağırarak ya da saatlerce inildeyerek verdiği “tuhaf” tepkileri kahramanın ağzından, algısını ve buna bağlı gerekçesini didaktikleşmeden açıklıyor yazar. Sıradan insanın şaşıracağı korkularını ve alışılmadık davranışlarını da aynı şekilde açıklıyor. Tüm bunları öylesine sade ve eğlenceli bir dil kullanarak yapıyor ki, Cristopher’ı hızla tanımaya başlıyor okur. Tanımakla da kalmayıp, dünyaya onun gözüyle de bakar hale geliyor, neredeyse genelin bakış açısına bir otistik gibi şaşarak…

Annesinin Cristopher’la olan ilişkisi ise başka bir düzlemi görmesini sağlıyor okurun. Annesi bile olsanız farklılığı olan bireyle iyi bir ilişki kurmanın her zaman kolay olmadığını gösteriyor.

Cristopher’ın alışılmışın dışındaki görsel hafızasını anlamak, bunun da tanığı olmak için yazar yer yer kroki, tren tarifesi, tabela yazıları gibi görsel desteklerden de yararlanmış. Bunlar da eklenince neredeyse gündelik yaşamda karşılaşılabilecek durumlara dair kahramanın zihnindeymiş gibi hissediyor okur kendisini. 

Kitap bir cinayet ve macera romanı gibi başlayıp aksa da, yalın ama eğlenceli üslubuyla okuru zorlamadan, otistik bir bireyin yaşam algısıyla tanıştırmayı başarıyor. Dilinin sadeliği ve kurgusunun basit, anlaşılır olması nedeniyle çocuk ve yetişkin okurun okuma listesine girmeyi hak ediyor.