
Ali Bulunmaz
Edebiyat aşkı nedeniyle mimarlığı bırakırken ikisini bütünleyerek âdeta bir anlatı mimarisi yaratan Max Frisch, kurmaca-biyografi üstadı olarak da anılıyor. Kendisini ve yaşamını dâhil ettiği metinlerinde hakikat arayışını, iç sorgulamaları, bu yolda girişilen ve maruz kalınan oyunları gerçek ve kurmaca arasındaki geçişlerle sunuyor okura.
Frisch’in metinlerinde işlediği bir başka şey ise kişinin dünyayla yaşadığı gerilimler sonucunda mustarip olduğu kimlik problemleri ve yabancılaşma. Ardından gelen hesaplaşmalar da boşlukları doldurma gayreti ve onlarla yaşamaya alışmanın getirdiği anlamsızlık tehlikesi de bunlara dâhil.
Romanlar, hatıratlar, günlükler ve denemeler kaleme alan Frisch’in, kurmacayı ve gerçekliği birbirine yaklaştırdığı kitaplarından biri de Holosendeki İnsan. İsviçre Alpleri’ndeki bir köyde yaşayan Geiser’ın başkarakter olduğu hikâyede, toprak kayması tehlikesinin gölgesinde, ihtiyar adamın doğanın gücünü görmesini işliyor. Geiser’in bir başka derdi daha var: Yavaş yavaş hafızasını yitiriyor. Ansiklopedilerden ve kitaplardan kestiği bölümleri evinin duvarlarına asarak belleğini ve insanlığın bilgi birikimini korumayı amaçlıyor.

İnsan Her Yerde Yaşlanır
Frisch’in hikâyesinin başkarakteri aslında doğa. Geiser ise onunla karşılaşan ve yüzleşen ikincil karakter konumunda. İsviçre Alpleri’ndeki köyünde, tabiatın en güçlü ve saf hâliyle baş başa: Gök gürültüleri, şiddetli fırtınalar ve yağmurlar, derin sessizlikler…
Hafızasını yitirmeye başladığının bilincindeki Geiser, doğanın gücüyle yüzleşirken bellek kaybının kötülüğünün ve “bellek olmadığında bilginin de olmayacağının” farkında. Bu nedenle bol bol okuyor, gözlem yapıyor, evinin duvarlarına kitaplardan ve ansiklopedilerden kestiği sayfaları yapıştırıyor. Dahası doğayı, Tanrı’nın varlığını ve Tanrısızlığı düşünüyor. Dünyanın oluşumunu, ilk insanların yaşamlarını, Pisagor Teoremi’ni, Altın Oran’ı da…
Köydeki toprak kaymasını, insanların davranışlarını gözlemliyor ve geçmişte yaşanmış hava olaylarının etkilerini araştırıyor. Kısacası hafızasını ve merakını diri tutmaya uğraşıyor. Öte yandan yaşamaya çabalıyor; olası bir afette neler yapılabileceğini hesaplıyor ve çantasını hazırlıyor. Bunlar için de belleğin ve bilginin olması gerektiğini biliyor. Büyük toprak kayması riski ile belleğin tamamen silinmesi arasında bir bağlantı kurmuş Frisch. Geiser’i de bu gerilimin ortasına yerleştirmiş romanda.
Televizyonu bozulduğu için dünyayla irtibatı kesilen, kitap okuyan, toprakla uğraşan ve beklediği kimse olmadığı hâlde gözü zaman zaman kapıya takılan Geiser, “yalnız yaşadığı için yapacak ve düşünecek bir şeyler bulunduğunu” biliyor.
Şiddetlenen unutkanlıkları, Geiser’de her şeye hazırlıklı olma refleksi gelişiyor. Fakat en başta doğa ona sürprizler yapıyor ve planlarını bozuyor. Yine de o, gözlemlerine ve araştırmalarına devam ediyor, evinin dört bir köşesini bilgi ve hatırlatma notlarıyla dolduruyor.
Basel’de yaşarken Alpler’deki vadide bulunan köye yerleşen ve “insan her yerde yaşlanır” diyen Geiser, “erozyonun yavaş işleyen bir süreç olduğunun” farkında. Doğadaki için de zihinsel manadaki erozyon için de geçerli bu durum. Ama tedbiren işi sıkı tutuyor.

Uygarlığın Erozyonu
Geiser, eski çağlarda meydana gelen dönüşümler sırasında yok olan ve sonrasında var olanlar ile yaşadığı zaman arasında bilgi köprüleri kuruyor. Başka bir deyişle coğrafî, ekolojik ve kültürel şartlara uyum sağlayanlar ve sağlayamayanların tarihini inceleyerek hem kendisinin hem de insanlığın durumuna kafa yoruyor. Bu sırada can sıkıntısından mustarip: “Zamanın geçtiğine ikna olmak için durmadan kol saatine göz atmak saçmalık. Birinin canı sıkılıyor, ne düşündüğünü bilmeden pencerede dikiliyor diye zamanın durduğu olmamıştır ki hiç. Bay Geiser kolundaki saate son baktığında saat altıydı: Tam söylemek gerekirse altıya üç vardı.”
İnsanlık tarihinde bir yolculuk yapıyor âdeta Geiser. Bu arada belleği silinmeden evvel vaktini iyi değerlendirmeye çabalıyor. Neredeyse yeni dünyanın kuruluş aşamalarını tekrar yaşarken köy yolunda, ormandan çıkana dek iki mi, yoksa üç köprü mü olduğunu hatırlayamıyor. Her tarafı bilgiyle çevrili olmasına rağmen son derece basit şeyleri anımsayamadığından Geiser için hayat biraz zorlaşıyor. Buna rağmen vazgeçmiyor; “yanlış bir adımın her şeyi bitireceğini” bilerek eski çağlardaki insanlar misali kararlı ve meraklı ilerlerken aklına bazı hakikatler takılıyor: “Yalnızca insanlar felaketleri tanır, tabii hayatta kalırsa; doğa felaket bilmez. İnsan holosende ortaya çıkmıştır.”
Geiser, doğayla yüzleşen ve onun gücünü gören, belleğinde bunu yaşatan; bir bakıma ona uygun ve onunla birlikte yaşadığı sürece var olabilecek, aksi hâlde tarihe gömülecek insanın temsili. Buradan baktığımızda Frisch, uygarlığın ve ilerlemenin yarattığı erozyonun, doğayı ve insanı sürükleyeceği, sürükleyebileceği yok oluşa dair 1970’lerin sonunda bir uyarıda bulunuyor Holosendeki İnsan’da. Güncelliğini koruyan kitapta yazarın yaptığı uyarıların ne kadar yerinde olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.
Holosendeki İnsan, Max Frisch, Çeviren: İlknur Özdemir, Yapı Kredi Yayınları, 88 s.