
Hasan Öztürk
hasanaliozturktrb@gmail.com
Edebiyatımızın öykü ustası Ömer Seyfettin (1884-1920), kısacık ömrüne çok sayıda yazı sığdırmış üretken bir yazardır. XX. yüzyılın başlarında edebiyat dünyasına şiirle giren yazarın, roman ve tiyatro çalışmalarıyla çevirileri de olmakla beraber onun asıl ustalığı öykü alanındadır. Meşrutiyet dönemindeki Osmanlıcılık, İslamcılık ve Batıcılık karşısında hızla yükselen Türkçülük hareketinin savunucularından Ömer Seyfettin’in öykü ustalığının bir benzeri de dilci oluşundadır. Toplumsal koşulların açıkça yansıdığı Milli Edebiyat Dönemi’ne başlangıç sayılan Genç Kalemler (11 Nisan 1911) dergisinin ilk sayısındaki “Yeni Lisan” makalesiyle hareketin dil ve edebiyat anlayışının çerçevesini belirleyen Ömer Seyfettin, döneminin fıkra ve makale yazarıdır. Öncekilerin sonuçsuz kalmış bireysel çalışmalarından dersler çıkaran aydınların örgütlü çabalarıyla meşrutiyet rejiminin ikinci kez yürürlüğe girdiği 24 Temmuz 1908’den Cumhuriyet’e dengeleri alt üst eden çatışmaların yaşandığı varlık-yokluk kaygılı süreçte, Kemal Karpat’ın deyişiyle “Türkiye’nin Anton Çehov’u” saymamız gereken Ömer Seyfettin, dil ve edebiyat çalışmalarını ‘dil/Türkçe’ ekseninde sürdürmüştür. Hemen her yazısında ‘millet’ ile ‘dil’ arasındaki bağın önemini vurgulayan öykücü, bu kültür bağının kurulmasında önceki anlayışlardan büsbütün ayrı, odağında ‘dil’ ve ‘Türk’ olan yeni bir edebiyat için varlığını adamıştır dense yeridir.1
Bu yazımda Ömer Seyfettin’in öykü dışı yazılarındaki ‘millî’ edebiyat görüşlerine değinmek istiyorum.2 Yazımın başlığını, bile isteye ‘edebiyat’ ile sınırlandırarak ‘dil ve edebiyat’ demedim çünkü onun dil/Türkçe konusundaki önerileri çok daha başka boyutlara uzanacak genişliktedir. Bu belirlememle birlikte edebiyat söz konusu olduğunda dil büsbütün dışarıda kalamayacağından onun dil yaklaşımının ‘lisan’ değil de anlatım aracı olarak edebiyat ile ilgisine vurgu yapan sözlerine de yer verdim. Her ne kadar makale, fıkra, anı ve mektuplarındaki millî edebiyat görüşlerini öne çıkaracak olsam da onun pek çok öyküsünün andığım yazılarıyla benzer bir öğretici dili içerdiğini de belirtmeliyim.3
Ömer Seyfettin, hiç tartışmasız öyküleri ve düşünce yazılarıyla edebiyatın hayat olduğu belirlemesine birebir uygun düşecek yazarlardandır. Onun bilgilendirici gazete/dergi yazılarıyla sanat metni öyküleri öylesine iç içedir ki onda edebiyat ile toplumbilim birbirlerine eşitlenmiş gibidir. Bu yakınlık için kanıt aranacak olsa edebiyatı araç olarak kullanırken politik görüşlerini edebî dille anlatmayı öncelediği öyküleri yazı külliyatından çıkarıldığında geriye kalanların sayıca az bir miktar oluşu yeterlidir.4 Ayrıca, Ömer Seyfettin’in kendi döneminin ‘millî edebiyat’ anlayışıyla sınırlı kalmayıp ‘Cumhuriyet Edebiyatı’ için de temel belirleyici olan millî/faydacı edebiyat anlayışının gerekçesi de sonucu da önemlidir.
Karpat’ın, yüzyılın başlarındaki Balkan coğrafyasının gergin toplumsal koşullarında “endişe içinde bir yazar” saydığı Ömer Seyfettin’in ‘millî’ edebiyatı, Meşrutiyet ve hemen sonrasındaki kaygılı savaş yıllarının gereğidir. Şiire, Tevfik Fikret’in yolunda başlamış Ömer Seyfettin, zamandaşı Yakup Kadri benzeri yazarlarla edebiyata Fecr-i Ati kuşağında başlamışken dönemin kültür ortamında söz sahibi Ziya Gökalp etkisiyle Selanik’te yayımlanan “Genç Kalemler” dergisinin Türkçülük ekseninde farklı bir düşünce ortamına yönelmiştir.5 Öykücünün, Ali Canip ve Ziya Gökalp ile birlikte öncüleri arasında yer aldığı Türkçülükle dönemin diğer iki etkin görüşü İslamcılık ve Batıcılık, “İmparatorluğun siyaseten geri, iktisaden esir olduğunda müttefik” olarak eylemde olamasa bile amaçta buluşurlar: “Meşrutiyet mütefekkirleri mücerret nazariyeler peşinde değillerdir, hangi fikir ve cereyana mensup olurlarsa olsunlar, fikirlerini, bilgilerini hayatla birleştirmişler, fikir seviyelerini, fikri gayelerini bir suale cevap bulmak uğrunda kullanmışlardır: Bu devlet nasıl kurtarılabilir?”6 İmparatorluk devletinin dağılma sürecine girdiği XX. yüzyılın başlarında, Mehmet Emin’in “Yazık, sana ağlamayan şiire;/ Yazık, sana titremeyen vicdana,/ Yazık, sana uzanmayan ellere;/ Yazık, seni kurtarmayan insana!” dizelerinden hız almışçasına7 çok uluslu imparatorluk yapısında kaybolup gitmiş Türk unsurunu, millet ve dil bağının bilinciyle diriltmeyi amaçlayan bu hareketin edebiyattan beklentisi, Balkan Savaşı ile başladığının kabulüyle on yıl sürecek millî kurtuluş mücadelesine katkı sağlamasıdır.
Ömer Seyfettin, bir önceki ulus devlet çağının beslediği ve XX. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarının Balkan coğrafyasında etkin güce ulaşmış Milliyetçilik akımıyla yetişmiş bir yazardır. Bu dönem, Ziya Gökalp’in sözüyle “biz” ol(uştur)ma zamanıdır ve bu süreçte dil ve edebiyat da ‘millî edebiyat’ için bir ‘kanon’ işlevi göreceğinden milliyetçi yazarlar kanon oluşturma görevini üstlenmişlerdir. Aralarında Ömer Seyfettin’in yer aldığı bir grup yazar -Ahmet Hikmet, Ali Canip, Ziya Gökalp, Yakup Kadri, Halide Edip- Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında zaman zaman da propagandacı yönüyle ivme kazanarak Cumhuriyet rejiminde bir tür resmiyet kazanan ‘millî edebiyat kanonu’ oluşturmuşlardır.8 Başka devletlerin savaş sürecinde edebiyatı propaganda aracı olarak kullanmalarının bizdeki eksikliğinden yakınan Ömer Seyfettin, okur-yazarlık oranı hayli düşük halkın anlayacağı edebiyatın faydacı yönünü önceleyerek estetik kaygıyı göz ardı etmiştir.9 Çevresindekilerce “sipariş” usulü yazmakla eleştirilmiş öykücünün yazmayı tasarladığı “Ararken” romanı hakkındaki, “Bu roman azıcık ısmarlama bir şey olacak: Muhitimizde millî Türk kadını yok! Alaturkalarla alafrangalar var. Alaturkalar hayatta geri kalmış, hâlâ ümmet devrinin zihniyetiyle yaşayan zavallılar… Bunlar model Türk kadını olamazlar. Medeniyete giren Avrupalılaşanlarsa, onlar da millî değil; kimi Fransız, kimi İngiliz terbiyesi almış kuklalar.”10 açıklamasının “sipariş” sözcüğü, millî edebiyat kanonu sürecinde önemli belirlemedir. Bu ‘millî edebiyat kanonu’ sürecine Harbiye Nezaretinin ‘kahramanlık’ ve ‘Çanakkale’ davetlerine katılan öykücünün hamasî yazıları da eklenmelidir.

Millî Bir Edebiyat İçin Yeni Bir Lisan
İmzasız yayımladığı “Yeni Lisan” makalesi, Ömer Seyfettin’in dil ve edebiyat konulu milliyetçi görüşlerini açıkladığı ilk önemli yazıdır. Yazıda, edebiyat tarihimizdeki bölümlenmelerin “tabi olmaktan ziyade sârî [bulaşıcı/ HÖ] irsî bir tasnif veyahut taklit saikasına mağlup olarak” yapıldığını söyleyen Ömer Seyfettin, eğer bölümlenecekse Türk edebiyatının; “Şark’a doğru: İran’a” ve “Garb’a doğru: Fransa’ya” olmak üzere iki gruba ayrılabileceğini söyler. Edebiyatımız, “hakikatte bizim tarihimiz ve milliyetimiz için bir şan değil, bir şeyn[leke/ HÖ]” olduğundan millî edebiyatımız “Hâlâ da yok” demektir.11 Bu yokluğunun gerekçelerini açıklarken “Millî bir edebiyat vücuda getirmek için evvela millî bir lisan ister.” (M, 156) teziyle Ömer Seyfettin, ‘millî’ edebiyatı var edecek dilin, “esaslarıyla, kaideleriyle yaşayacak olan Türkçe” olduğunu, makalesinin ilerleyen bölümlerinde gençleri de uyararak açıklar. Ona göre Divan Edebiyatı ile sonrasındaki Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemlerindeki edebiyatım millî olmayışı, dilinin anlaşılmaz oluşu nedeniyledir. Sonraki yıllarda yayımlanan “Yeni Lisan” başlıklı başka yazılarında sade Türkçe önerisini sürdüren Ömer Seyfettin, ‘millî lisan’ eleştirilerini de karşılıksız bırakmaz. Türkçe ve hece ölçüsü konulu hemen her yazısında gençlere güvendiği görülen Ömer Seyfettin, onları “Halk Nedir?” (30 Nisan 1914) yazısının, “Kendi düşündüklerimizi halkın, yani milletin lisanıyla yazalım ve İstanbul Türkçesini bütün Türklerin edebî lisanı yapalım.” (M, 330) cümlesiyle uyarır.
Ruşen Eşref’in Diyorlar ki (Eylül 1918) anketine cevap verirken Eski edebiyat, Edebiyat-ı Cedide ve Millî Edebiyat ayırımlarını ölçü alan Ömer Seyfettin, Eski edebiyat için “nihayet edebiyat tarihi içinde bir saha” derken Servet-i Fünun edebiyatının öncüleri Fikret, Halit Ziya ve Mehmet Rauf’u beğendiğini söyler. Millî Edebiyat dönemindekilerden Orhan Seyfi ile Refik Halit’e takdirlerini belirtir buna karşılık kendisinin, henüz sözü edilecek bir sanat eseri olmadığını söylemekten de çekinmez. Ömer Seyfettin, “Yeni Lisan” yazısından hayli zaman sonraki “Edebî Cereyanlar” (3 Ocak 1919) yazısında edebiyat tarihimizle ilgili önceki yargılarını değiştirir. Yazısına, “On sene içinde beş asırlık yolu koşarak geçmek istemek bizi ne kadar çok yordu!” (M, 715) açıklamasıyla başlayıp edebiyatımızda “hâsıl” olan; Edebiyat-ı Atîkacılar, Edebiyat-ı Cedideciler ve Millî Edebiyatçılar hakkında bilgiler verir. Millî olmayan bir hayattan millî olan bir edebiyat doğmayacağının bilinciyle “Edebiyatta Artta Kalış” (18 Eylül 1915) yazısında, millî uyanışı sağlayacak toplumsal bir kıvılcımı önemser: “Felaketlerimiz ve tarihî darbeler ruhumuzda sakin bir ‘hads-intuition [sezgi, önsezi] hâlinde yaşayan millî idraki uyandırdı. Bu uyanışa ilmî endişeler de karıştı. Eserler içtimai temayülün tesirlerine maruz kaldı. Türkçe söylenmeye ve ‘millî edebiyat’ın ne olduğu aranmaya başlandı.” (M, 514)
“Edebî Cereyanlar” yazısındaki ilk cümlenin “beş asırlık yolu koşarak geçmek” ayrıntısı önemlidir ve bu ‘koşarak geçmek’ başarısına, tez canlı öykücünün öyküleriyle yakın makaleleri tanıklık etmektedir. Edebiyat-ı Atîkacıar, “zihniyeti tamamıyla Tanzimat’tan evvelki zamana ait” olanlardır ki “bu ölmüş fikri bugün yaşatmaya çalışan” kişilerden biri de öykücünün her fırsatta karşı çıktığı Yahya Kemal Bey’dir. Edebiyat-ı Cedideciler, “Divan Edebiyatı’nın yeni bir hayat için pek dar olduğunu görmüşler, eski nevileri terk etmiş” olsalar bile “lisanları tamamıyla Divan Edebiyatı’nın lisanı” olan “Acem aruzunu ‘milli vezinler’ sanıyor” olmakla yanılan Fecr-i Ati selefleridir. Edebiyat çalışmalarına “Türkler de her millet gibi ayrı bir millettir.” ilkesiyle başlayan Millî Edebiyat yazarlarının “edebî itikatları” öncekilerden çok başkadır: “Yalnız bir sınıfın, bir zümrenin zevkine, umdelerine tercüman olan ‘imtiyazlı edebiyat’ gayrımillîdir, sunidir. Millî edebiyat, bütün halka hitap eden edebiyattır.” (M, 718). Bir hafta sonraki “Yalpa Vuranlar/1” (10 Ocak 1919) yazısında üç edebiyat akımının takipçilerini de belirleyen Ömer Seyfettin’e göre “Tanzimat’tan evvelki edebiyatı isteyen” mürteciler Edebiyat-ı Atîka’yı severken muhafazakârlar da Edebiyat-ı Cedide’yi sever. Millî Edebiyat’ı sevenler milliyetperverlerdir.
“Güzel Türkçe” ve “İstanbul Türkçesi Hangisidir?” başlıklı seri yazılarıyla benzer başkalarında “Yeni Lisan” makalesindeki görüşlerine açıklık getiren Ömer Seyfettin’in “Sağlam Zemin” (30 Temmuz 1914) yazısı, dil ile edebiyatın dil bilgisini aşan ilişkisine değinir. Ömer Seyfettin, heykeltıraşların heykellerini sağlam bir kaide üzerine oturtuşlarına benzerlikle edebiyatçı için de bu kaidenin ‘dil zemini’ olduğunu vurgular. “Kelimelerin Manaları Nerededir?” (9 Temmuz 1914) yazısında edebiyatın kaidesi dil zeminini kaybetmiş olmamızdan Orta Asya vurgusuyla yakınır: “İçtimaiyatta, ulûmda, siyasiyatta olduğu gibi lisanda da bizi ihata eden hakikate, şeniyete yabancı kalır ve kendi kafamızdaki uydurma mefhumlarla hakikatler yapmaya çalışırız. Mesela hakikatte bir Türk milleti vardır. Bunu mümkün olduğu kadar inkâr ederiz. Çünkü kafamızda binlerce kırılmış hayalden doğma bir ‘Osmanlılık’ mefhumu vardır. İsmini inkâr ettiğimiz milletimizin ancak altı asırlık tarihini alır, daha evvelki hayatını tanımayız. Heyhat, hâlbuki altı asırda seksen milyonluk bir millet değil, hatta altı metre muhitinde bir çınar ağacı bile yetişmez. Hakikatte yaşayan şeyleri birer birer inkâr ederken lisanı da unutmayız.” (M, 382). Ona göre “Çince bile eski edebiyat lisanı kadar Türkçeye zıt ve muhalif değil” ise edebiyatta sağlam zemini olacak dil bellidir: “Edebiyatımız için sağlam ve hakiki zemin konuşulan İstanbul Türkçesiyle millî aruzumuz olan hece vezinleridir. ‘Efâîl ve tefâîl’ bizim sevkitabimizde yoktur. Aruz kaidelerini bilmeyen bir adam aruzla yazılmış bir şiiri okurken güçlük çeker. Ve zevkine varmaz. Fakat hece vezniyle yazılmış bir şiiri herkes okur ve zevkine varır; nitekim eski destanlarımız ve koşmalarımızdaki o samimi ahengi, duyguları hangimiz duymayız?” (M, 397)
Yazı konusunda hayli üretken olduğu 1914 yılındaki Ömer Seyfettin, “Yeni Lisan” makalesinin açtığı yolda umut verici gelişmelerin tanığıdır. Bu yıl içindeki düşünce yazılarıyla edebiyat ortamındaki millî gelişmeleri yönlendirmeye çalışır. Türklerin Milli Bayramı: Yeni Gün 9 Mart, Kasti Anlamazlar, Türk Sözü, Halk Nedir?, Yarınki Turan Devleti, Millî Tecrübelerden Çıkarılmış Amelî Siyaset, Mektep Çocuklarında Türklük Mefkûresi benzeri yazılar, dil ve edebiyat alanında alınmış/alınacak yolun aydınlatıcılarıdır. “Millî Şiirler” (12 Mart 1914) başlıklı yazısında, bazı gençlerin aruz veznini bırakarak hece ölçüsüne dönüşüyle “Millî Edebiyat için bir hareket, bir arzu” görülmüş olmasına sevinen Ömer Seyfettin, “milliyetsiz ve anlaşılmaz” lisanlarıyla yazanlara Ali Ekrem’in şiirini eleştirerek ve doğuşuyla umutlandığı “millî vezinler” için de Aka Gündüz’ün şiirini överek örnek gösterir. “Büyük Şiir” (24 Ekim 1914), aynı yıl içinde, “Ey milletim! Sen bundan tamam beş bin yıl evvel/ Altaylarda yaşarken/ Tanrı sana dedi ki: Ey Türk ırkı bu yerden/ Güneşle süzülen kartal gibi, uç yüksel!/ Senin her bir kuvveti râm edici ellerin/ Bütün mağrur başlara yıldırımlar saçacak;” dizeleriyle açılan “Ey Türk Uyan” manzumesi yayımlanmış Mehmet Emin’e övgüdür. “İçtimai inkılap” yaşanan son birkaç yıllık dönemde çok şey değişip “başka bir güneş doğdu”ğu halde bazı “hodgâm şairler” her nedense “Yalnız ben… Başka hiçbir şey yok!” diyerek susmuşken “Turan’ın destanını çalıyor” olan Mehmet Emin, yalnızca “büyük şair” değil aynı zamanda “dâhi” bilinmelidir. Millî edebiyatın “yavaşa yavaş uyanmaya” başladığı bu yıllarda, “fiilî vatanımız olan Türkiye’de ve millî vatanımız olan Turan’da” konuşulan Türkçe ile “ilk defa bize güzel şiirler yazan” Ali Canip de Mehmet Emin’in yolundadır. Ömer Seyfettin, yakın arkadaşı Ali Canip’in, “içinde bütün bir Türklüğün, bugünkü zavallı ve perişan Türklüğün ruhu” olan “Sokak Feneri” ile başka şiirlerini, aruzla yazan Tevfik Fikret ve Ahmet Haşim’in anlaşılmaz şiirlerinden üstün tutar.
Edebiyata şiirle başlamış öykücü Ömer Seyfettin, birkaç yaş küçüğü öykü yazarı Refik Halit’in dilini beğendiğini sıklıkla söylemiş olsa da o, ‘millî edebiyat’ projesini çoklukla Acem aruzu ile millî vezin karşılaştırmasıyla şiir üzerinden sürdürür. Tevfik Fikret, grameri ile “halkın grameri ayrı” olan Cenap Şahabettin, Ali Ekrem, Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve Halit Fahri, onun deyişiyle “acem aruzu” ile yazanlardır. Mehmet Emin, Ali Canip, Celal Sahir, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi vb. millî vezin olan hece ile yazanlardır. “Eğer ‘Edebiyat-ı Cedideciler tabii lisanla yazabilselerdi bugün bizim klasiklerimiz olurlardı.” (M, 677) diyen Ömer Seyfettin, Servet-i Fünuncuları dolayısıyla “lisan değil” ama “ifade sanatı” öğreneceğimiz Tevfik Fikret’i beğenir. Onun asıl tepkisi, millî vezin çağında Acem aruzu yanlısı Halit Fahri ile “tabi lisan, millî vezin, asri edebiyat sistemi canlanırken” gazelleri ve tahmisleriyle ‘ortaya atılan’ Yahya Kemal’e yöneliktir. “Soldan Geri…” (23 Ocak 1919) yazısında “millî vezinlere tövbe ederek Acem aruzuna dön”en Halit Fahri ile “Millî edebiyat cereyanının en cuşişli zamanlarında hiç sesini çıkarmayan” buna karşılık ortamı “gazelleri için pek münasip bul”an Yaya Kemal, hece yanlısı öykücünün hedefindedir.12
Ömer Seyfettin, büyük savaş yenilgisi sonrası yılların yazılarında milliyetçi edebiyat söyleminden çok, edebiyatın kuramsal konularına yönelmiş görünüyor. Okur ilgisi odaklı ‘fıkra’ yazılarına başlayışı da bu dönemdedir. Bunda, savaşın yarattığı karamsar ortamla İttihat Terakki yönetimin başarısızlığının etkisi olabilir.13 Ayrıca çeviri çalışmalarına yönelen öykücünün ideoloji yerine geç de olsa ‘sanat’ kaygısını önemsediği de düşünülebilir.14 Güzellik ve Esatir (13 Ekim 1915), Edebiyatta Durgunluk (13 Kasım 1915), Sanatı İdrak (15 Aralık 1917), Kalavela Nedir? (1 Ocak 1918), Edebiyatta Enmuzeçler: Hamlet (21-28 Şubat 1918), Edebiyatta Enmuzeçler: Don Quıchotte (28 Mart 1918), İlham Bahanesi (15 Eylül 1918), Tenkidin Faydası (27 Eylül 1918), Genç Kızlarımız İçin Altı Derste Tabii Yazmak Sanatı (1918-1919; 6 yazı), Acem Aruzu (12 Şubat 1919), Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı (17 Şubat 1919), Mekteplerde Edebiyat (Temmuz 1919), Edebiyatta Arz ve Talep (18 Ağustos 1919), Vaziyet-i Edebiye (1 Eylül 1919), Halkımız Niçin Okumuyor? (2 Aralık 1919) vb. nispeten bu türdeki yazılardır. Doğrudan bu yazının konusu olmayacak olsalar da andığım yazıların, dönemin ‘millî edebiyat’ görüşüne vurguları sınırlı da olsa vardır elbette.

Tahir Alangu, kitabının sonlarındaki “Yıkılış Ortamında” bölümündeki Ömer Seyfettin’i, söz yerindeyse kasidesinin ‘dua’ bölümünde sözünü tüketen şair olarak anlatır. Öykücünün, birlikte yol yürüdüğü İttihatçıların tevkif edildiği günlerin “Acaba Ne İdi?” öyküsünü değerlendiren Alangu, “sivil ruha sahip” yazarın “militarist anlayışından kurtuluşunu” ve böylece ayakları yere basan gerçekçi anlayışa yönelişini, son öykülerindeki Cabi Efendi karakteriyle örneklendirir. Ömer Seyfettin’in, andığım son dönem yazılarından “Tarzların Teakubu” (9 Şubat 1919), öykülerindeki bu durulmaya benzer bir dille yazılmıştır. Yazısında, yok saymalardan vazgeçerek edebiyat denildiğinde aklına “bütün edebiyatımızın tarihi” geldiğini söyleyen Ömer Seyfettin, “militarist anlayışından” uzaklaşmış gibidir: “Millî edebiyat canlanırken şüphesiz mazinin edebî umdeleri birdenbire ölemezdi. Artakalış halinde yaşamak hakları idi. Yusuf Ziya’nın, Orhan Seyfi’nin yanında mutlaka bir Halit Fahri bulunacaktı. Halit Fahri Bey’i Acem aruzundan vazgeçirmeye kalkmak hakikaten bir münasebetsizlikti. Ben kendisine daima büyük bir maharetle kullandığı bu tarzı sadıkane takip etmesini söyledim, rica ettim. Gazel tarzı, Edebiyat-ı Cedide lisanı, Acem aruzu, millî edebiyat endişesi ile millî vezinlerin yanında mutlaka temadi etmeliydi [sürüp gitmek/ HÖ]. (…) Evet, bugün birdenbire gazel tarzını, acem aruzunu edebiyattan büsbütün kaldırmak istemek, haricî hakikatin revişine [gidiş, yürüyüş/ HÖ] muhalif son derece masumane bir arzudur. Muarızlarımın beni böyle bir arzuda zannetmelerine çok müteessifim.” (M, 783). Öykücü Ömer Seyfettin, “Bugünkü Şairlerimiz” (30 Eylül 1919) yazısında şair Yahya Kemal’in de hakkını teslim eder: “Bugün hiçbir genç yoktur ki onun bütün şiirlerini ezberden bilmesin. Hemen her mısralarında Yahya Kemal’in bir kelimesine rast geliriz.” (M, 919)
İmparatorluktan Cumhuriyet’e ‘Millî’ Miras
Yakın arkadaşı Ali Canip’e ilk mektubunu, “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilal vücuda getirelim. Ah ne büyük fikir. Sa’y, sebat ister…” sözleriyle bitiren Ömer Seyfettin, kısacık ömrünün önemli zamanlarını bu “büyük fikir” için yazarak geçirmiştir. Ne var ki adının belleklere ‘çocuk hikâyesi yazarı’ olarak yerleşmesi Ömer Seyfettin için bir handikaptır. Ayrıca, Türkçülük söz konusu olduğunda Ziya Gökalp’in gölgesinde kalmak ve zamanın koşullarıyla sınırlı kalıp geniş oylumlu roman/lar yazamadığından ‘edebiyatçı’ gruplandırmalarında kenarda bırakılmak da onun için bir engeldir. İmparatorluğun modern bir okulunda eğitim görmek yanında döneminin dalgalı tarihsel ve toplumsal olaylarına tanık olmak, onun milliyetçi düşünce dünyasını belirlemiştir. Önceki duygusal çizgisinden uzaklaştığı İzmir’deki edebiyatta hazırlık döneminin ardından “Genç Kalemler” çevresinde, Türkçülük akımının politik yansıması “halka doğru” felsefesinin edebî versiyonu ‘millî edebiyat’ anlayışının öncülüğünü üstlenen Ömer Seyfettin için edebiyat, imparatorluğun içinden ‘ulus’ çıkarmanın başat aracıdır. Onu edebiyat ortamında var eden öyküleriyle makale, fıkra, anı, mektup vb. düşünce yazılarında, “Balkan Harbi Hatıraları” başlığıyla okuduğumuz notlarının deneyim izi açık seçik görülebilir.
Varlığını adayarak savunduğu ‘millî edebiyat’ için önerdiği ‘millî lisan’ gerçeğinin, “esaslarıyla, kaideleriyle yaşayacak olan Türkçe” olduğunu öykülerinde ve makalelerinde açık bir dille anlatan Ömer Seyfettin, düşüncelerini yazıyla ya da sözle anlatacak olanlar, “halkın, yani milletin lisanıyla” yazsın ve böylece “İstanbul Türkçesini bütün Türklerin edebî lisanı yapalım” ister. “Fon Sadriştaynın Oğlu” öyküsünde, genç şairi yüceltecek gazetenin yazdıkları, “Edebi Cereyanlar” makalesinde “Güneş nasıl en yüksek şahikaları, en alçak vadileri aynı ziyayla aydınlatıyorsa, edebiyat da o milletin alçak, yüksek bütün fertlerine hitap etmeli.” diyen Ömer Seyfettin’in milliyetçi görüşlerini özetlemiştir: “Ey genç dâhi! Sen bizim halikimizsin! Senden evvel Türk milleti birbirini tanımazdı. Hayve, Buhara, Semerkant, Kaşgar, Kafkasya, Anadolu, İstanbul’un lisanını anlamazdı. İstanbul’un içinde yaşayanlar bile kendi memleketlerinin edebiyatlarını duymazlardı. Senden evvel şairler, edipler kendi milletlerini ‘avam’ diye tahkir ederler, bütün duygularını onsan sakınırlardı. Dinin sırrî derinliklerine istiğrak ederek, orada lâhutî vecidle yaşamazlardı. Edebiyatımıza asrî bir diyaneti, bugünkü felsefeye uygun bir tasarrufu ilk defa sokan sen oldun. Sen mukaddes bir güneş gibi doğdun! Gökteki hayat verici güneş nasıl arzın yüksek, alçak yerlerine seyyanen aydınlığını serperse, sen de tıpkı onun gibi milletini ‘avam, havas’ diye ikiye ayırmadın. Hepsinin üstüne dinî bir vecdin, millî bir mefkûrenin şulelerini saçtın. İstanbul’un narin kızları, Anadolu’nun pehlivan çocukları, hatta Türkistan’ın saf çobanları şiirlerini ezberlerdi. Yüzlerce seneden beri kalbimizde uyuyan ilâhî aşk, senin bir mısraınla tutuştu…” Neticede ‘milli edebiyat’; “milli vezinler, asri neviler”den önce “tabii lisan”dır.
Ömer Seyfettin, Türkiye’ye ‘tabii lisan’ dediği sade Türkçeyi yazı emeğiyle armağan etmiştir; ondan Cumhuriyet dönemine kalan ise ‘millî edebiyat kanonu’ mirasıdır. Yazı dili ile konuşma dilinin İstanbul Türkçesi adıyla yerleşmesi, dil ve edebiyat alnındaki tarihsel kazanımdır. Buna karşılık mirasını devrettiği yeni rejime tanık olmamış Ömer Seyfettin’in, kendi zamanında savunduğu millî vezin ve milliyetçi edebiyat tezleri Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla sınırlı kalmış, rejimin kurucu önderini kaybetmesiyle edebiyat da kuruluş felsefesinden çok başka alanlara yönelmiştir. Onun, ‘hececi’ oldukları için önemsediği isimler edebiyat ortamında artık pek anılmıyor gibi ancak her fırsatta karşı çıktığı Yahya Kemal ile şiirini anlaşılmaz bulduğu Ahmet Haşim, bugün de edebiyatımızın kayda değer şairleridir.
Ömer Seyfettin’in makalelerindeki ‘millîlik’ eksenli edebiyat beklentilerinin gelip duracağı yer, “Vaziyet- i Edebiye” (1 Eylül 1919) yazısının son cümleleriyle belirlenebilir: “Yarın bütün cihanca kıymet verilen yüksek, orijinal, yen bir Türk edebiyatı doğacaktır. Fakat biz bu taayyün eden gayeden daha çok uzağız. Kelam elimizde… Ama henüz önümüzde sahifeler boş… İşte bugünkü edebî vaziyetimiz!” Bu böyleyken ben yine de yazımı, onun “Mefhum Buhranı” yazısının açılışındaki “mizahperdaz” kişiliğinin yansıması saydığım ‘şakacı’ görüşleriyle bitiriyorum: “Bizim kafalarımız karpuz değildir. Çünkü henüz hamdır. Yani ‘kelek’ hâlinde… Bir keleğin içinde nasıl çekirdekler falan teşekkül etmemiş ise bizim kafalarımızda da mefhumlar öyle kemale ermemiştir. Bizde her şeyin ismi vardır. Ama hayalimizde bu ismin cismi, hududu yoktur. Ben ‘Biz…’ diye ‘münevver’leri kastediyorum. Yoksa halk âriftir. Her şeyi öğrenmeden bilir.”
Notlar/Açıklamalar:
1. Hakkındaki onca yazıya karşın Tahir Alangu’nun, Ömer Seyfettin & Ülkücü Bir Yazarın Romanı (İstanbul: May Yay., 1968) kitabı, ilgililerinin başucu kitabıdır. Edebiyat camiasının ‘hayatı-sanatı-eserleri’ türünden yazılarına karşılık Ömer Seyfettin’i anlamada Kemal Karpat’ın, “Sosyal Ortam ve Edebiyat: Ömer Seyfettin’in (1884-1920) Edebî Eserlerinde Jön Türk Döneminin (1908-1918) Yansıması” (Osmanlı’dan Günümüze Edebiyat ve Toplum, Timaş Yay., İst.2011, s. 205-244) türündeki yazıların yararlı olacağını söylemeliyim.
2. Ömer Seyfettin’in makale ve fıkra yazıları için şu kitaptan yararlandım: Ömer Seyfettin, Makaleler, haz. Hülya Argunşah (İstanbul: Dergâh Yay. 2021; Yazıda, M kısaltmasıyla).
3. Yazarın öykülerinin bu bağlamdaki değerlendirmesi için bkz. Cemil Yener, “Ömer Seyfettin Öykücülüğüne Toplu Bir Bakış”, Türk Dili 286, Temmuz 1975; Nazım Hikmet Polat, hazırladığı Bütün Hikâyeleri (YKY, İst. 2019) kitabının “Hikâyeler’in Hikâyesi” başlıklı açılış yazısında, kendisinin “hikâyeler içinde” gösterdiği bazı metinlerin “bir başkasının tasnifinde belki deneme, belki mensure (mensur şiir) diye nitelenebilir” (s. 15) olduğunu söylemektedir. Nitekim, Hülya Argunşah,Bütün Eserleri & Şiirler, Mensur Şiirler, Fıkralar, Hatıralar, Mektuplar (Dergâh Yay., İst. 2000) kitabında, N. H. Polat’ın adını verdiği metinlerin bazılarını “mensur şiirler”, bazılarını da “fıkralar” grubuna eklemiştir.
4. Öykücünün ‘edebiyat’ anlayışı açıktır: “Ben edebiyatta yalnız sanata kail olamam. Yalnız sanata kail olsam edebiyatı çok küçük görmüş olacağım. Hâlbuki o, benim nazarımda o kadar büyüktür ki… Cehaletin, nasutî [dünyalık/ HÖ]duyguların alçalttığı beşeriyet için onu bir hâris [muhafız /HÖ]addederim.” Ali canip Yöntem’den aktaran Cemil Yener, a. g. y., s.47
5. “Genç Kalemler” dergisindeki “Yeni Lisan” makalesi Ömer Seyfettin için bir dönüm noktasıdır. Bu yazının öncesinde, ilki 1902’de yayımlanmış yazıların konuları gündelik yaşam sorunladır. Benzer durum şiirleri için de geçerlidir. “Kış Hisleri” (11 Nisan 1911) adlı şiir, “Genç Kalemler” dergisinde “Yeni Lisanla” açıklamasıyla yayımlanır. Oysa ondan bir önceki “Âveng-i Ezhâr” (Hıyaban, 14 Şubat 1911), tam bir Servet-i Fünun şiiridir: “Saf bir hande, mütebessim bir rûh/ Bir çocuk neş’esi…/ Lâne-i aşka doğru bâl-küşâ/ Pür-heves bir kebûter-i beyza, /…”; T. Alangu bu çelişkiye işaret ediyor: “Okuldan ve sonra Harbiye’den çıktıktan sonra, önce İzmir’deki bazı uyanık çevrelerle, sonra da Balkan sınırlarında ihtilalci-nasyonalist komitacılarla, Selanik’teki devrimcilerle, sonunda Ziya Gökalp’le temâs etmeseydi, bir kurmay subay olarak İstanbul’un seçkin subayları arasında kalsaydı, onu hiç olmazsa ‘Edebiyat-ı Cedide’cilerin genç kuşakları, belki de ‘Fecr-i Âtici’ler arasında bulacaktık.” (a. g. y., 68)
6. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859-1952 (İstanbul: Arba Yay., 1995), s. 167
7. Ömer Seyfettin, “Mehmet Emin” (6 Ağustos 1914) şiirinde, Anadolu şairini yüceltir: “Türk güneşi batıyorken/ Nurlar saçtın kaleminden./ İlk önce sen Türkçe yazdın,/ Gafletlere mezar kazdın.// Kıymet verdin Türk diline/ Can getirdin Türk iline./ Sen dirilttin bu milleti,/ Sen olmasan bitmiş idi…”
8. Bu dönemin ‘propagandacı edebiyat’ anlayışı için bkz. Erol Köroğlu, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı 1914-1918 (İstanbul: İletişim Yay., 2010)
9. Millî Edebiyat hareketine tepkisini Diyorlar ki anketine “Şimdi görüyorum ki, eser yok propaganda çok” eleştirisiyle gösteren Cenap Şahabettin hayli iddialıdır: “Bu son cereyan ise [Genç Kalemler/ HÖ], bir hadise çıkarır gibi ortaya atmak şeklinde bile değil de adeta zorla, yangın çıkarır gibi çıkarıldı. Bunu son derecede zorlamalı ve yapmacık bir hareket olarak görüyorum. Yaşamasını, devam etmesini de; bütün bu şekil zorlamalı ve yapmacık şeylerin alınyazıları olan kısa ömürlülükle ölçeceğim… Bence bu sadece ‘propaganda’ mahiyetinde bir harekettir. Belki tecrübesiz ve yeteri kadar yetişememiş gençleri bir müddetçik kendine çeker: Çünkü resmi mekteplerin programlarına zorla sokturuldu; öğretmenler için bir terfi, bir ilerleme çaresi oldu. Tabiîdir ki, asıl gerçek kıymetlerin yeniden hükümlerini geçirecekleri zamana kadar yaşayacaktır.” Ruşen Eşref Ünaydın, Diyorlar ki haz. Şemsettin Kutlu (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1985), s. 79
10. H. Argunşah, a. g. y., s. 253
11. Tanpınar, 1940’taki “Millî Bir Edebiyata Doğru” konuşmasında, “Kendimize hemen daima millî bir edebiyat aradığımıza göre, acaba edebiyatımızda bulduğumuz noksan nedir?” sorusuyla ‘millî’ öykücüden çeyrek yüzyıl sonra “millî edebiyat meselesi” sorununa eğilirken “Türk Edebiyatında Cereyanlar” (1959) başlıklı yazısında, Ömer Seyfettin’in de dâhil olduğu bu edebiyat sürecine açıklık getirir. Her iki yazı da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Edebiyat Üzerine Makaleler (haz. Zeynep Kerman; Dergah Yay., İst. 1977) kitabındadır.
12. Ömer Seyfettin, “Hatırat Defterinden” başlıklı anı yazılarında Yahya Kemal için aşağılayıcı sözler söyler: “Bu, edebiyatımızın Kabakçı Mustafası’dır. Yalan yanlış her şeye itiraz eder. Canip, ona ‘edebiyatımızın katırı’ diyor. Yani bir eser doğurmasının ihtimali yok.”; “Yahya Kemal’in atmasyonlarını dinledik.”; “Yahya Kemal filan onun gibi [Yusuf Ziya/ HÖ] bir mısra olsun yazamadılar” vb. H. Argunşah, a. g. y., s.253-68
13. İstanbul’daki kötü ortamdan yakınan Ömer Seyfettin, Çanakkale’deki Ali Canip’e yazdığı mektupta durumu açıklar: “Türkçülük hareketi de ağırlaştı. İşin dış yüzüne aldanmamalı… İç yüzü iyi olmaktan çok uzak… Vaktiyle altı bin nüsha satılan Türk Yurdu, Türklerin yegâne milliyetperver mecmuası altı yüz tane satılmıyor.” H. Argunşah, a. g. y., s. 335
14. Tahir Alangu, öykücünün son yıllarını değerlendirirken “kalemi ile geçinme endişelerine düşen Ömer Seyfettin’in, dergi okuyucularının zevklerine ayak uydurma çabası” içinde olan yazarın, Efruz Bey ve sonrasında yazdıklarında düşünce yazılarına benzer bir değişim olduğunu adı geçen kitabının 22, 23 ve 24 bölümlerinde öykülerle örneklendirmektedir.