.

Bir Benliğin Karanlık Boşluğu: “The Substance”

Tülinay Kambur

Uzayda göremediğimiz, dokunamadığımız veya tadına bakamadığımız, uçsuz bucaksız ve hayalimizin sınırlarını aşan devasa alana genel olarak boşluk deme eğilimindeyiz. Son yıllarda ise o alanın sadece boşluk olmadığı düşünülmeye başlandı. Günümüzün önde gelen kozmoloji modellerinden Lambda-CDM’ye göre evrenin sadece yüzde 5’i ile ilgili hesaplar yapılabildiği, geriye kalan yüzde 27’sinin karanlık madde, yüzde 68,3’nün ise karanlık enerji olduğu belirtiliyor (1). Temel fiziğin yapı taşlarından kuantum alan kuramında ise, evrende boşluk olarak algılanan alanlara kuantum vakumu adı veriliyor. Geleneksel olarak boşluk olarak adlandırıp “hiçbir şeyin olmadığı yer” olarak tanımlanan bölgelerde bile elektromanyetik dalgalar ve salınımlar olduğu deneysel olarak da emareleri olan bir gerçekliğe dönüşmüş durumda (2). Nihayetinde farklı farklı çalışmalar boşluğun yapısının aslında göründüğü gibi olmayabileceğini düşündürse de, boşluk karanlığın içinde varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Peki insan kendi boşluğunu görebilir mi? İçinde durabilir veya tadına bakabilir mi? İnsan kendi karanlığı ile ne yapar? Onu sadece bir boşluk gibi mi algılar? Yoksa sadece görmezden mi gelmeye çalışır? Boşluğun içine girildiğinde, oradan çıkış var mı? Kaç insan kendi karanlığında kaybolmuş, boğulmuş veya yok olmuştur dünyada? Kaç insan kendi karanlığının içinden geçip, sürüklenmiş ve kendi yolunu bulmuştur?

The Substance filminde, kendi karanlığında boğulan, o karanlığın içinden değerli veya kıymetli hiçbir şey çıkmayacağına inanan, çıktığını görse bile onu kendine ait olarak algılamayan, kendi iç dünyasındaki boşlukla veya karanlıkla cebelleşip dururken kendini bölen, yıkan ve sonunda bütünleşip gerçek bir kişiye dönüşen bir kadının hikayesini izliyoruz.

Filmde gençken star olmuş, çok popüler ama ünlülüğü dışında bir kişilik özelliğini bilmediğimiz bir kadın olan Elizabeth, 50 yaşına gelmiş ve eski ününü kaybetmiştir. Bu kayıpla mücadele ettiği sırada karşısına bir “fırsat” çıkar ve kendisinin en mükemmel versiyonunu yaratabileceği bir kimyasal sunulur. Bu kimyasalı aldığında içinden genç, güzel, atletik bir kadın, yani Sue çıkar. Kurallar basittir! İkiye bölünmüş bu kadının ikisi de aslında Elizabeth’tir. Benliği bir hafta birinde bir hafta birinde olmalı, her iki beden her gün beslenmeye devam etmeli ve kimyasalı kendi bedenine zerk etme işlemi sadece bir kez yapılmalıdır. Başlarda Sue olmak ona harika hissettirir. Dilediği her şeye sahipmiş gibi hisseder ve hayatına yeniden başlamış olarak algılar ve çok kısa bir zaman içinde Sue, Elizabeth’in yerini alıverir. Elizabeth kendi olduğu zamanlarda hayatına dair pek bir anlam bulamaz. Boşluk ve karanlık içinde süzülüyor gibi görünmektedir. Önceleri haftalık değişim kuralına uyum sağlayan Sue ise gittikçe daha fazla genç bedende kalmak ister ve Elizabeth ile değişmesi gereken zamanları geciktirir. Her bir gecikme Elizabeth’in bedeninde büyük ve hızlı bir yaşlanma ve tahribata sebep olur. Elizabeth uyandığında kendisinde gördüğü hızlı ve parça parça çöküş karşısında dehşete kapılır fakat süreci durdurmak yerine her seferinde kendisini Sue’nun merhametine teslim etmeye devam eder.

Sue ise durmak bilmez ve gittikçe Elizabeth’ten daha fazla yemeye başlar. Sue Elizabeth’ten yedikçe, Elizabeth daha çok güçsüzleşir ve yaşlanır. Çocukça intikamlarla, ortak kullandıkları evi, Sue’ya korkunç hallerde teslim eder. Bu intikamlarla kışkıran Sue, bir noktada Elizabeth’i bütünüyle güçsüz bırakacak ve ona hiç ihtiyaç duymadığını varsayacak bir saflıkta bulunur ve onu temelli uyandırmaktan vazgeçip, sonsuza kadar ondan beslenebileceğini zanneder. Ama Elizabeth tükendiği zaman Sue için tekrar diğer bedene geçmekten başka çare kalmaz. Artık Elizabeth, kendini tanıyamayacağı kadar yaşlanmıştır. Hayatını neredeyse sürdüremeyecek bir noktaya geldiğini gören Elizabeth, bütün kayıp duyguları ile baş başa kalmış olur. Sue’yu artık yok etmeye ve elinde her ne kaldıysa onunla devam etmeye karar verir. Sue’yu öldürme girişiminde bulunur. İşlem tamamlanmadan hemen önce büyük bir dehşet ile kendine dair hiç bir anlam bulamayan Elizabeth son anda Sue’yu yok etmekten vazgeçer ve ikisi de ilk defa aynı anda hayatta kalıp karşılaşırlar. Hızlıca birbirlerini öldürmeye çalışırlar. Şaşılmayacak şekilde, Elizabeth’i öldüren Sue olur. Fakat Elizabeth olmadan, yani ana kaynağı olmadan yaşayamayacak olan Sue yavaş yavaş parçalanmaya başlar. Son kuralı da ihlal ederek işlemi tekrar uygular ve bu sefer Sue’nun içinden bir canavar çıkar. Canavar Elizabeth’in yüzünü de taşımaktadır. Nihayet bu canavarın içinde ikisi de yer almayı başarır. Canavar yavaş yavaş parçalanırken Elizabeth ise kendi yüzüne kavuşarak ölür.

Elizabeth’in macerası 50. yaş gününde başlamaktadır. Hayatında iyi işlere imza atmış, sağlıklı, zeki, sporcu, güzel ve yetenekli bir kadın gibi görünmektedir ama aynı zamanda çok yalnızdır ve boşluk duyguları içinde yaşayan biri gibidir. Kendi varlığına ve deneyimlerine önem vermeyen, sadece dışarıdan gelecek beğeninin ve şöhretin hayatta kalmasını sağlayacağını düşünen biridir. Tek besini beğenilme arzusudur. Elizabeth’in müthiş beğenilme arzusu, yaşlanma korkusu, boşluk ve değersizlik duyguları dışında kişiliğine veya benliğine dair pek bir ize rastlanılmamaktadır. Sanki içi boş gibi ya da yok gibidir. Elizabeth’in gerçek kendisi sanki içeride gizlenmiştir ve kendisi dahi onu görememektedir. Sanki hem kendisi için hem de dünya ile ilişki kurmak için sahte bir benlik inşa etmiş gibidir. Acı tatlı deneyimlerini sahiplenmediği, gerçek hissetmediği ve ışıltılarla bezediği bir sahte benlik.

Nitekim Winnicott gerçek benlik ve sahte benlik hakkında şunları demektedir; bir bebeğin içinin oluşması için yeterince iyi bir anneye ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. “Yeterince iyi bir anne”, bebeğin ihtiyaçlarını anında veya çok kısa zamanda tekrar tekrar anlayan ve karşılayan bir annedir. Bebeğin özgün ve gerçek kişiliğinin oluşması işte bu bakıma bağlıdır. Bebek eğer gerekli ve yeterli ilgiliyi ve besini alamazsa bebeğin içi kendi otantik halinde oluşamaz ve sadece taklit ederek hayatta kalabilir (3). Winnicott bu durumu “olmak” ve “tepki vermek” olarak nitelendirmektedir. Olmak, bir bebeğinin içinin oluşması, dolayısıyla hayatının içinde yaşayabilmesi ve gerçek bir benliğin inşa edilmesi iken, tepki vermek ise bebeğin içinin boşlukta ve karanlıkta kalması, inşa sürecinin sekteye uğraması ve sahte bir benliğin oluşmasına yol açmaktadır. Winnicott’a göre, sahte benliğin en temel görevi ise içeride karalıkta kalan gerçek benliğin izlerini saklamak ve dışarı çıkmasına izin vermemektir (3).

Elizabeth, zamanın geçtiğini anladığında büyük bir kayıp duygusu ile karşılaşır fakat buna dayanacak bir iç dünyası henüz oluşmamıştır. Elizabeth görünürde yaş aldığı için, bilinçdışında ise gerçek ve ona doyum sağlayan bir benliğin yokluğu nedeniyle büyük bir boşluğa düşmüş gibidir. Fakat tüm bunları değerlendirebilecek bir ego gücüne de sahip değildir. Bu yüzden içinde olanları inkar eder ve kendi benliğini keskin bir biçimde böler. Ego gücü psikanalitik kuramda, yaşantıların taşınabileceği, anlamlandırılabileceği, düşünülebileceği kapasite anlamına gelir (4). Adeta galaksilerin içinde var olabildiği bir uzay boşluğuna benzemektedir. İnkar ve Bölme ise savunma mekanizmalarıdır. Psikanalitik kuramda, savunma mekanizmaları aslında kişinin dünyayı deneyimlerken uyum sağlamasını, sağlıklı ve yaratıcı yollar bulmasını sağlamaktadır. İnsan, savunma mekanizmaları ile güçlü ve tehdit edici duyguları denetler ve yaşadığı kaygıyı ve acıyı başka bir şeye dönüştürür. Fakat bu amaçları yerine getirse de uyumu bozan savunma mekanizmaları da vardır (5). İnkar ve bölme uyum bozucu savunmalara örnektir. İnkar, adından da anlaşılacağı üzere olayları olmamış gibi algılama iken bölme ise olayları, düşünceleri, benliği vs. bölerek ayırmak ve her birinin içindeyken diğerlerini fark edememek ya da zor fark etmek anlamına gelmektedir (5).

Elizabeth, zamanın geçtiğini inkar etmekte ve kendi benliğinin işlevsel tarafı ile karanlık tarafını ikiye bölmektedir. Bir noktada ise ikisinin de kendisine ait olduğunu bütünüyle reddedip kendini iki ayrı insan gibi hissetmektedir. Ona film boyunca Sue ve Elizabeth’in aynı kişi olduğu hatırlatılsa da bir türlü Elizabeth bunu böyle hissedememektedir. İçindeki boşluk duygusunun yapısını algılayamamakta ve karanlığın içinde kaybolmaktadır. İç dünyasında doyurucu bir benliği olduğunu tahayyül edememekte ve geçmişindeki deneyimlerini sahiplenememektedir. En önemlisi ise hayran olduğu, mükemmel olduğunu düşündüğü Sue’nun kendi içinden çıktığını fark edememektedir. Bu yüzden de ona düşmanlık beslemeye ve haset etmeye başlamıştır. Sue’ya haset ettikçe kendini daha değersiz ve daha çok aç kalmış hisseder. Bir türlü olanlardan doyum sağlamayan bir zavallı gibi yaşamaktadır. Zaten filmde Elizabeth’in asıl bedeninde olduğu sahnelerde heptıka basa yemek yediği, asla içine alamayacağı kadar yemek pişirdiği görülmektedir. Genellikle bu yemekler iğrenç görünen bir halde etrafta bırakılır ve Elizabeth’in kendini zihinsel olarak ne kadar aç hissettiğini de temsil etmektedir. Elizabeth, Sue’ya haset ederken aslında kendisine haset etmiş olur. Kendisinin iyi ve işlevsel olduğunu düşündüğü yanına haset edince, oradan gelen doyumu doğal bir sonuç olarak yaşayamaz; çünkü kendisine ait olarak göremez ve bu yüzden aç hisseder. Aç kaldıkça daha çok haset eder ve bu döngü Elizabeth’i içinden çıkılmaz bir parçalanmaya hapseder.

Sue ise kendisinin yaratılış kaynağının Elizabeth olduğunu reddetmekte ve böyle karanlık bir yönü olduğunu inkar etmektedir. Kendisini yani sahte benliğini, sadece ışıltılı ve mükemmel olarak konumlandırmaya çalışır ve bu yüzden daha karanlık tarafı ile temas etmekten giderek uzaklaşır. Elizabeth’ten beslense de, o tarafına el uzatmaz, o tarafından tiksinir, nefret eder, orayı karanlıkta, aç ve kimsesiz bırakır. Filmde Sue’nun evde Elizabeth’i saklamak için yaptığı gizli bölme, karanlık bir boşluğa benzemektedir. Sue orayı gittikçe kokuşmuş bir hale getirir. Nitekim Elizabeth’in bedenine asla dönmemeye karar verdiği an Elizabeth’in bedenini ve dolayisiyla kendi besin kaynağını tamamen karanlıkta bırakır ve onu kurutup Elizabeth’in bedeninde sadece irin kalıncaya dek sömürür. Artık oradan bir besin gelmediği zaman tüm gerçeklikle yüzleşmek dışında elinde hiç bir seçeceği kalmamıştır; fakat artık olanların geri dönüşü yoktur.

Filmin son kısmında aslında filmin başından beri Elizabeth’in gerçekte iç dünyasında ne olduğu ortaya apaçık konulmuştur. Elizabeth’in aslında kendisini başından beri canavar gibi hissettiği ve iç dünyasında büyük bir parçalanma meydana geldiği artık görünmektedir. Yoğun bir değersizlik duygusu içinde olan Elizabeth, haset duyguları ve açlıkla mücadele etmektedir. Gerçek benliğinin karanlığında sahte benliğini ışıltılarla inşa etmeye çalıştığı ortaya çıkmıştır. Kendi karanlığı ile temas etmedikçe de onun yıkıcı gücünün neler yapabileceğini tahayyül edememekte ve onu bir anlamda serbest bırakmaktadır.

50 yaşına gelene kadar içindeki boşluk duygularına temas etmemek için yetenekleri doğrultusunda ışıltılarla bezediği sahte benliğinin artık yeterli olamadığı bir anda kendisini bölen Elizabeth, tıpkı insanlığın evrenin sadece %5’i ile ilgili hesaplar yapabilmesinde olduğu gibi, kendisinin o güne kadar %5’i kadarını kullandığı tarafının ötesine geçmek zorunda kalır ve içindeki karanlık ile nihayet tanışır. O boşluğun karanlık, kasvet, değersizlik, haset ve açlıkla dolu olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Tüm bu atlattığı maceralardan sonra parçalanmasına katlanabilmesi onun için çok büyük bir adım ve bütünleşmek için ise bir umut olmaktadır. Kulağı düşer, tırnakları sökülür, dişleri dökülür fakat sahte benliğinin parçalanması nihayet karanlık tarafının biraz ışık almasına sebep olur. Tekrar kendinden doğurduğu şey olan canavarla tüm bunları bütünleştirdiğinde ise aslında tüm film boyunca kendini belki de en rahat, en değerli hissettiği varlığa dönüşür. Artık sahici bir benlik inşa etmiştir. Canavar hali nihayet kendisini olduğu gibi gösterebildiği tüm parçalarını, beceriksizce de olsa bir araya getirebildiği bir an olur. Artık işlevsel tarafı ile karanlık tarafını bir araya getirmiş olan Elizabeth kendinin belki en çirkin halinde kendini nihayet güzel hissedebilmektedir. Kendi yüzüne kavuşması ve deneyimlerine sahip çıkması, benliğini tanıyabilmesi ve onunla gurur duyabilmesi için de böyle bir aşamadan geçmesi gerekmiştir. Bu yüzden önce biçimsiz bir canavar olup sonra bu canavarı parçalayarak kendisinin yüzüne ve deneyimlerine ilk defa kavuşabilmiştir.

REFERANSLAR

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Dark_matter#:~:text=In%20the%20standard,%5B11%5D
  2. Dittrich, Walter; Gies, Holger (2000). Probing the Quantum Vacuum: Perturbative Effective Action Approach. Berlin: Springer.
  3. Winnicott, D. W. (1965). The Maturational Processes and the Facilitating Environment: Studies in the Theory of Emotional Development. Routledge; New edition (1990)
  4. Akvardar, Y., Hürol, C., Sunat, H., Çalak, E., Etaner, U., Tükel, R., Üçok, A., & Yücel, B. (2019). Psikanalitik Kurama Giriş. Bağlam Yayınları.
  5. McWilliams, N. (2017). Psikanalitik Tanı: Kilinik Süreç içinde kişilik Yapısını Anlamak. (E. Kalem, Çev.). İstanbul Bilgi Üniversitesi.