.

Yürek Hakkı: Tomris Uyar’ın Yazı ve İmge Dünyası Sergisi Üzerine

tomrıs-uyar-yurek-hakkı-sergı

Elif Hopyar

Nilüfer Belediyesi 2013 yılından beri her yılı bir yazara adıyor. Geçtiğimiz yılın yazarı öykücülüğümüzün en önemli isimlerinden, kendinden sonraki kuşakları etkileyen Tomris Uyar idi. Yıl boyu süren sempozyumlar, seminerler, konuşmalar gibi etkinlikler kapsamında Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Dr. Necmi Sönmez küratörlüğünde, “Yürek Hakkı: Tomris Uyar’ın Yazı ve İmge Dünyası” adlı sergi gerçekleşti. Tomris Uyar’ın zihin dünyasına alan açan bu sergide, yazarın günlüğünden satırlar mekânın duvarlarında izleyiciyle buluşuyor. Sergi, izleyiciyi yazarın eserlerini kaleme aldığı evinin salonuna götürüyor. Çalışma masası, çoğu ressam arkadaşlarının hediyesi olan resimler, günlüğü, çevirileri ile yazarın imge dünyasına odaklanan sergi üzerine, küratör Dr. Necmi Sönmez ile konuştuk. 

Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde devam eden “Yürek Hakkı: Tomris Uyar’ın Yazı ve İmge Dünyası” adlı serginin küratörlüğünü üstleniyorsunuz. Öykücülüğümüzün önemli yazarlarından Tomris Uyar’ın zihin dünyasını ele alan serginin çıkış noktası nedir? Serginin kavramsal çerçevesini nasıl oluşturdunuz?  

Sergide Tomris Uyar’ın yazı masasını, çalışma ve yaşama mekânını özgün objeleriyle yeniden kurgulayarak izleyicilere Uyar’ın nasıl ürettiği hakkında bilgi veren bir atmosfer oluşturmayı hedefledim. Birçok yazarın tersine kendisine ait bir çalışma odası olmayan, evinin salonuna yerleştirdiği yazı masasında çalışan, günlük yaşamını da, dostlarını da bu mekanda ağırlayan Uyar, birbiriyle yakın ilişki içinde olan bir kuşağın üyesi olduğu için dönemin önde gelen şairlerinin, ressamlarının, çevirmenlerinin yakın arkadaşlık ilişkileriyle örmüş oldukları bir ağın içindeydi. Serginin kavramsal çerçevesi, bu ağı görünür kılarken, Uyar’ın eserlerini yazdığı alandaki objeleri, yazı masasını, koltuklarını ve arkadaşlarının hediyeleriyle oluşturduğu resim koleksiyonunu bir araya getirerek onun yazma süreçlerinde etkin olan görsel imgeleri bir araya getirmeyi hedefliyor. Yazarın günümüze dek ailesi tarafından titizlikle korunmuş olan özel eşyaları, koleksiyonuna eşlik eden günlüğü ve kitapları da kavramsal çerçevenin içindeler.

Bu sergide ilk kez yer alan Tomris Uyar’ın “Günlük”ünden sayfalar mekânın duvarlarına yayılarak izleyiciyle buluşuyor. Günlük, neden önemli? 

Tomris Uyar kurgularının, çevirilerinin yanı sıra, Günlerin Tortusu, Yazılı Günler, Gündökümü ismini verdiği günlükleriyle dünyaya bakış açısını son derece açık bir şekilde ortaya çıkarıyordu. Sergi hazırlıkları sırasında oğlu ve arkadaşım H. Turgut sayesinde tuttuğu defterlerin orijinal halini görünce, onun özgün yazı ritminin sergide görünür olmasının, el yazısındaki iniş ve çıkışların, izleyiciler için de ilginç bir görsel tecrübe olacağını düşündüm. Defter sayfalarını büyütüp sergi duvarlarına aktardığımızda izleyicilerin kendilerini adeta bir kitabın içinde gibi hissedeceklerini aklıma geldi. Bir de altını çizmem gereken, Tomris Uyar’ın günlüklerini ilk yazdığından sonra yayınlayana kadar birçok kez değiştirdiğidir. Gündökümü kitaplarında da yeni baskıları için tekrar tekrar çalıştığını fark ettim. Öylesine titizdi ki, noktalamalar, virgüller üzerinde de değişiklik yaparak kendisine en doğru gelen noktaya kadar günlük notlarını mükemmelleştiriyor. Sergide defterine ilk yazıldıkları halleriyle yer aldılar.

Virginia Woolf’tan John Berger’e uzanan çevirileri oldukça mühim. Öyküleriyle kendinden sonra gelen kuşakları da derinden etkileyen, yalın, gündelik hayata dair yapıtlarıyla edebiyatımızda apayrı yere sahip bir yazar. Çevirileri hakkında neler söylemek istersiniz?

Bildiğiniz gibi Tomris Uyar profesyonel yazın serüvenine R. Tomris imzasıyla yayınladığı çevirileriyle başlıyor. Hangi yazarı çevireceği hakkında yayınevlerine kendisi öneriler getirdiği için seçmiş olduğu yazarların onun edebiyata olan bakış açısını aracısız olarak dile getirdiğini düşünüyorum. Bir olgunun altını çizmek gerekiyor, Woolf’tan Borges’e kadar birçok önemli yazarın Türkçeye kazandırılmasında öncü bir rolü olduğu için edebiyat ortamının gelişmesinde, yeni ve farklı fikirlerin tartışmaya açılmasında öncü bir konumu var. Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi şairlerle ortaklaşa çalışarak gerçekleştirdiği çevirilerin oldukça farklı bir duruşu olduğu kesin. Çünkü bu çevirilerde karşılaştığımız imge zenginliği, dil kıvraklığı ve söyleyiş ustalığı son derece etkileyici.

Yaşam alanı, serginin odağını oluşturuyor. Kendine ait bir oda yerine, evinin salonunda yazdığını biliyoruz. Kalabalık içinde olmaktan beslenen bir yazar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Benim gözlemlediğim kadarıyla kalabalıklar içinde değil de birbirinden farklı kişiliklerin bir araya gelmesiyle oluşan karmaşadan hoşlanıyordu. Yalnızca dostu olan aydınlar değil, günlük işlerinde ona yardımcı olan kişilerin de etrafında olması bence ona farklı insanlar hakkında gözlem yapma olanağı sunuyordu. Zaten kurgularında bu gözlemlerin izlerini görüyoruz. Farklı toplumsal grupların dünyaya bakış açısıyla yakından ilgili olduğu için sadece kendi arkadaş çevresini değil zamana tanıklık edenlerin hepsini yakından tanımaya meraklıydı. Son derece candan bir insan olduğu için kapısını çalan bir kuryeye de çay ikram ettiğini, tamir işlerini yapan ustalarla dostluklar kurduğunu biliyoruz. Zaten hiç tanımasa da insanları avucunun içine almayı bilen bir yapısı vardı.

Salonda yer alan tablolar da oldukça dikkat çekiyor. Bu kuşağın en önemli özelliği şair ve ressamların dostluğu. Tomris Uyar’ın evinin salonunda bulunan tablolar kimlere ait?

İlhan Berk, Metin Eloğlu, Hulki Aktunç gibi şair-ressamların, Sait Maden, Mengü Ertel gibi grafik tasarımcıların, Aliye Berger, Sabri Berkel, Nedim Günsür, Burhan Uygur, Komet, Oktay Günday, Birim Bozok, Nevhiz Tanyeli, Komet, İpek Duben, Niyazi Toptoprak başta olmak üzere ressamların çalışmalarıyla, Ara Güler, Şahin Kaygun’un fotoğraflarından oluşan koleksiyon Uyar’ın duyarlılık koordinatlarını ortaya çıkaran bütüncül bir özelliğe sahip. Bu bağlamda belirtilmesi gereken diğer önemli özellik, onun Nedim Günsür’ün 1973’te resimlediği Ödeşmeler ve Şahmeran Hikâyesi kitabından başlayıp 1992’te yayınladığı ikonik Otuzların Kadını ve vefatından önce yayınlamış olduğu son kitabı olan Güzel Yazı Defteri’ne (resimleyen Ali Arif Ersen, 2002) kadar görsel sanatlarla etkileşim içinde olan postmodern bir kurgu anlayışı geliştirmesidir.

Serginin katalog yazısını yazan Fatih Özgüven projeye nasıl dâhil oldu? Nasıl bir iş birliği gerçekleştirdiniz? 

Fatih Özgüven’in çevirilerini, yazılarını biliyordum, kendisiyle Tomris Uyar’ın evinde 1987’de tanıştım. Görsel sanatlara ilgi duyması, sergileri gezmesi, sanatçılar hakkında yazı yazması nedeniyle Fatih’le olan dostluğumuz sonraları da devam etti. Sergide Tomris Uyar’ın yaşam alanını kurgulamaya çalışırken, yaşadığı evleri, oturma odasının atmosferini bilen, o mekânlarda yaşamış olan pek fazla tanığın kalmadığını fark ettim. Bu nedenle Fatih’le önce sergi üzerine bir konuşma yaptık. Çok güzel bir buluşma oldu. Benim tamamıyla unuttuğum detaylar gündeme gelince ikimizde gülmeye başladık. Bu konuşma sırasında onun tanıklığının bir yazıyla şekillenmesi aklıma gelince, biraz cesaretli bir şekilde, yazı yazmasını rica ettim. Eksik olmasın çok güzel, Tomris Uyar’ın oturma odasının atmosferini bugüne taşıyan nefis bir yazı yazdı. Bilirsiniz sergi katalogları can sıkıcı olurlar. Fatih’in yazısı, kataloğu tasarlayan Nejat Biçen’in tasarımıyla hazırladığımız kitap oldukça farklı oldu.

yedek_4-listelist-600x375

Bize ustanız, hocanız Tomris Uyar’ı anlatır mısınız?

1986-87 ders döneminde Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Tomris Uyar’ın ders vermeye başlayacağını bir arkadaşımdan duymuştum. Acaba misafir öğrenci olarak ders dinleyebilir miyim diye sormak için 11.12.1986 günü dershanenin önünde arkadaşımla birlikte bekliyorduk. Kitaplarını severek okuduğumuz Uyar’ın derslerinin çok farklı olacağını düşünüyorduk. Uygun bir zamanda misafir öğrenci olarak dersi dinlemek istediğimi sordum. Yanıtı “Tabii” oldu Tomris Uyar’ın. Bu kısa cevaptan sonra arka sıralardan birine oturdum. Sınıfta 20 kişi bile yoktu. Öylesine müthiş, etkileyici, alabildiğince kendinden olan, her cümlenin alt vurgusunu yapan bir anlatış biçimi vardı ki, herkes kelimenin tam anlamıyla mest olmuş şekilde onu dinliyordu.

Tomris Uyar’ın öğrencilerine olan yaklaşımı çok farklıydı. Onun derslerini takip etmenin verdiği keyif bambaşkaydı. Derslere katılan yazarlar (Osman Şahin, Hulki Aktunç gibi), yapılan konuşmalar, yazı denemeleri, kimi kısa öykülerin birlikte tartışılmasından doğan atmosfer, öğrencilere edebiyatı sevdirmekle kalmıyor, onlara bir anlamda aydın olmanın sorumluluklarını, ayrıcalığını kazandırıyordu. Benim de içinde olduğum bir grup, farklı işlerde çalışmak zorunda olduğumuz için, Uyar’a derslere okul dışında bir ortamda devam etmeyi önerdik. Hafta sonları buluşabilirdik. Neresi uygundur diye konuşurken, hiç beklemediğimiz bir şekilde, kendi evinde toplanabileceğimizi önerdi. Bunun bir karşılığı olmalıydı, kendisinin zamanını alıyorduk. Ne yapılabilirdi? Uyar o zaman da, her katılan bir sinema bileti karşılığı verebilir, bu sizleri de zorlamaz diyerek bize yön gösterdi. Bu sayede 1987 yılında bir grup, yazarın Taksim’deki evinde haftada bir düzenli olarak toplamaya devam ettik. Konuşmalarımız kurgu, kısa öykünün ayrıcalığı, gözlem gücü, öykü ile hikâye arasındaki ayrım, kara mizah gibi konular üzerineydi, derslerde detaylı olarak irdelenemeyen olgulara yöneliyorduk. Bizi yazmaya, gözlemlerimizi not etmeye yönelten bir tavrı olan Uyar, inanılmaz bir sabırla hem yazdıklarımızı okur hem de nelere dikkat etmemiz gerektiğine dair ipuçları verirdi.

Yazmanın büyülü bir kapısı varsa, bunu bana aralayan Tomris Uyar’ın destekleyici tavrı oldu. Bu kelimelere dökülemeyecek kadar önkoşulsuz, beklentisiz, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir dostluğun oluşmasına da yardımcı oldu. Düzenli olarak yazmam için konular verdiği gibi, kaleme aldıklarımı okuyup hatalı, eksik yanlarını söyledikten sonra tekrar yazmamı isterdi. O istedikçe ben de tekrar yazardım. Çoğu kez aynı yazıyı beş, altı kere tekrar yazdığım olurdu. Bir tür oyuna dönüşen bu tekrarlar sürdükçe benim yazdıklarımın boyutu kısalır, noktalama hatalarım azalırdı. Sanat üzerine yazmamı desteklediği gibi, sergi eleştirilerimi de ilk okuyup daha cesaretli olmamı öğütleyen Uyar olmuştu. 1986-87 kış döneminden düzenli olarak izlediğim derslerinin yanı sıra evindeki toplantılara katılmayı aksatmadım. 1989’da sanat tarihi doktorası için Almanya’ya gidene kadar Uyar’la her fırsatta beraber oldum. Dostluğumuz vefatına kadar sürdü.

Son 20 yıldır küratörlüğünü üstlendiğiniz sergilerin, yazdığınız kitapların odağını 50 Kuşağı sanatçıları oluşturuyor. Biraz başa dönecek olursak, bu döneme özgü ilginizin kaynağı nedir?

Bu kuşak her şeyden önce okur olarak çok ilgimi çekiyor. Türk yazınında ve görsel sanatlar ortamında bu kuşağın üstlenmiş olduğu Modernizm yorumu dünya çapında da özgün sayılabilecek bir konuma sahip. Büyük bir şans eseri Tomris Uyar, Leylâ Erbil, Orhan Duru, Demir Özlü, Cemal Süreya, Memet Fuat, İlhan Berk’le olan yakınlaşmalarım yolumu aydınlattığı gibi bana bilmediğim dünyaların kapılarını araladı.

50 Kuşağının bir özelliği de farklı türden sanatçıların dostlukları ve bunun yapıtlarına yansıması. Söz ve imge birlikteliğini nasıl açıklıyorsunuz?

Bence bu kuşak, Tevfik Fikret ile 19. yüzyıl başında şekillenen, Arif Dino, Nâzım Hikmet, İlhan Berk’le şekillen son derece verimli “disiplinlerarası diyaloğun” son halkasını temsil ediyor. Düşünün Metin Eloğlu’nun Cemal Süreya’nın şiirlerini Orhan Peker’in, Ferruh Başağa’nın, Fethi Karakaş’ın resimlediği; Sezer Tansuğ’un kara mizah yazıları, Mengü Ertel’in politik tasarımları, Kuzgun Acar’ın masklarıyla beklenmedik deneyleri sahneleyen bir kuşak. Ne yazık ki onların bu yaratıcı çabaları hakkında bugün bile fazla bilgiye sahip değiliz.

Bu serginin daimî hâle dönüşme ihtimali var mıdır? 

Ne yazık ki edebiyat tarihi müzeciliği ve arşivi konusunda emekleme dönemini aşamadık bir türlü. O yüzden bu deneysel serginin bir müzeye dönüşmeden bitmesi ve başka sergilere ilham kaynağı olması önemli. Edebiyatçılar üzerine açılan sergilerde biyografi ağırlık bayat, fazlasıyla can sıkıcı bir atmosfer var. Bunun aşılması için disiplinlerarası sergilerin artması gerekli.