Saadet Özen Dalkaya
Bugünün penceresinden bakıldığında birkaç on yıl sonraki kuşağa ulaşan yazıların içinde gelecek nesillerin neden, niçin, nasılları sorgulayacağı, kimine göre olağan, kimine göre olağanüstü, belki de olağandışı olarak niteleneceği günlerden geçiyoruz. Tıpkı, İkinci Büyük Dünya Savaşı sonunda oluşan iki kutuplu dünyanın ortasında kalan Türkiye’de olduğu gibi. 1950’lerde de çok partili döneme geçişin hemen akabinde gücü elinde bulunduran zümre tarafından kendisi gibi düşünmeyen aydın, yazar-çizer ve düşünürlerin ötekileştirildiği, tehlike olarak algılandığı bir süreç söz konusuydu. Bu yıllar, demokrasiye inanan, ülkenin geleceği hakkında söyleyecek sözü olan aydınların sonu gelmeyen mahkemelerle, zindanlarla, işkencelerle ve sürgünlerle sınandığı bir dönemdir. Düşüncelerinden dolayı mesleğini icra edemeyen birçok şair, gazeteci, yazar, ressam ve aydının günümüzde yayımlanan biyografileri, romanlara konu olan hayatları döneme dair siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel gerçekliği gözler önüne sermektedir.
Mektuplar, işte böylesi zamanlara damgasını vuran birer yazılı belge niteliğindedir. Yurtlarından çok uzaklara savrulmuş, aynı amaç ve duygularla omuz omuza çarpışan, şartlar ne olursa olsun yanınızda olacağını bildiğiniz dostlara yollanan gizemli, çaresiz, umutlu-umutsuz satırlar… Bu meseleye dair iyi bir örnek olarak Liz Behmoaras’ın Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi[1] adlı biyografik kitabında yayımlanan, Suat Derviş’in 1953’te kızkardeşi Hamiyet Hanım’la çıktığı zorunlu Fransa sürgününden Nazım’a yolladığı, ezici, hüzünlü, düşündüren, sarsıcı, satır aralarına çaresizliğin bezendiği, tutunacak bir el arayan mektuplardan söz edilebilir. Nazım Hikmet’in Moskova’dan dostuna destek olmak için Fransa’ya, çok yakından tanıdığı Louis Aragon’a yolladığı, ilk kez kamuoyunun bilgisine sunulacak bu mektup en az Suat Derviş’in Nazım’a yolladıkları kadar sarsıcıdır.
Yoldaşı Suat Derviş’in Paris’ten yolladığı mektuplar üzerine Moskova’da kendi sürgününü yaşayan Nazım Hikmet, “herkesten iyi tanıdığı” çocukluk arkadaşına yardımcı olacağına inandığı yakın dostu, PCF (Fransa Komünist Partisi) üyesi, aynı zamanda partinin yayınevi Les Editeurs Françaises’in yayın yönetmenliğini yapan (1953-1972 arasında) yazar Louis Aragon’a yollamak üzere 26 Mart 1955’de bir mektup kaleme alır.[2]
Nazım Hikmet’in “Sevgili Aragon” diye başladığı satırları, “Sana çok tanınan ve çok sevilen Suad Derviş’i takdim ediyorum,” diye sürer. Komünist Partisi üyesi olan Derviş’in hapishanede bulunan eşinin eski Merkez Komite Genel Sekreteri olduğunu belirttikten sonra Aragon’dan Paris’te kalmak zorunda olan Suat Derviş’e maddi manevi destek olmasını rica eder. Nazım Hikmet, Suat’ın Fransızca yazacağı roman hikâye ve denemelerin Fransız okuyucunun beğenisini kazanacağından emindir. Mektubun sonuna eklediği notla “…., elinden gelenin fazlasını yap ki işiyle en az iki üç ay Paris’te yaşayabilsin,” diye Aragon’a yalvarır.
Suat Derviş için yollanan bu mektup, Nazım Hikmet’in Aragon’un arşivinde bulunan onlarca önemli mektubundan sadece bir tanesidir. Doğup büyüdükleri topraklardan sökülürcesine göçe zorlanan Türk edebiyatının iki değerli ismi Suat Derviş’le Nazım Hikmet’in dostluğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında Nazım Hikmet ve ailesinin Kadıköy Moda’da, Suat Derviş’in baba ocağına komşu olmalarıyla başlar. Aslında bu satırlar, Nazım’ın bir zamanlar “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; Bir kere eğemedim bu kadının başını. Kaç kere sürükledi gururumu ölüme…” diye şiir yazdığı kadına karşı bir tür vefa borcudur.
Suat Derviş, 1920’de İstanbul’un işgal yıllarının karanlık günlerinde Nazım Hikmet’in Suat’ın evinde bir tesadüf sonucu bulduğu Hezeyan başlıklı yazısını, 03 Ekim 1920’de Alemdar Gazetesi’nde gizlice yayınlatmasıyla basın ve edebiyat dünyasına ilk adımını atar. Sonrasında meslek hayatı boyunca çoğu zaman aynı gazetelerde çalışıp birbirini korumuş kollamış, kadim dostluklarına her zaman sadık kalmışlardır. 1938’de Nazım Hikmet’in hapse girmesiyle başlayan cadı avı, 04 Aralık 1945’te Zeki ve Sabiha Sertel’in sahibi olduğu Tan Gazetesi baskını ve 1948’de Markopaşa ve Alibaba adlı kara mizah dergilerinde imtiyaz sahibi, adı “Komünist” olarak mimlenmiş yazar Sabahattin Ali’nin hunharca katledilmesiyle devam eder. Bu olayların akabinde Nazım Hikmet 1950’de uluslararası kamuoyunun da baskısıyla salıverildikten hemen sonra Moskova’ya gider. Çünkü devletin gücünü yanında hisseden zümre, özellikle komünizmi savunan entelektüeller üzerinde kurduğu yoğun baskıyı, yaşam hakkı gaspına kadar vardırmıştır. Artık gazetelerde çalışamayan, yazdıklarını bastıramayan Suat Derviş için de işte böylesi bir dönemde Türkiye’den ayrılma kararı zaruri hale gelir. Yıllarca Nazım Hikmet’le Suat Derviş’in birçok gazetede aynı çatı altında beraber çalıştığı Zeki Sertel ve TKP üyesi eşi gazeteci Sabiha Sertel de bu dönemde ülkeyi terk etmek zorunda bırakılanlar arasındadır.
Suat Derviş, Nazım Hikmet’e yolladığı mektupta 1953’te çıktığı Fransa yolculuğunun öyküsünü şöyle anlatır;
“…. Memlekette hele son hadiselerden sonra neler çekmedim… İki defa zehirlendim. Kardeşim hasta olduğum için, beni evinde tedavi ettireceğini söyleyerek zorla pasaportumu alabildi. Yirmi dört saat hudutta tutulduktan sonra memleketten çıktım.”[3] Aynı mektupta 1940’lardan sonra memleketinde maruz kaldığı baskıyı çocukluk arkadaşı, dostu Nazım Hikmet’e “Sen yıllarca hapishanede idin. Ben 15 seneden beri açık hava zindanlarında yaşadım…” diye aktarır. Tarihlendirilmemiş bu iki mektuptan ikincisi kısa ancak daha keskindir. Her ne kadar ilk mektubunda Suat Derviş, Paris’teki yaşam koşullarının kendisini zorladığından bahsetse de ikinci mektup tam olarak yazarın yaşadığı sefaleti gözler önüne serer. “…Açım. Ona göre beni düşün…”[4] diye binlerce kilometre uzaktaki arkadaşına seslenir. Türkiye’de yakın çevresi tarafından terkedilen Suat Derviş, ne acı ki Fransa’da da tanığı bildiği çevresi tarafından kendi kaderine terkedilmiştir.
Konumuzun öznesi olan, Nazım’ın Aragon’a yolladığı mektup, tam olarak sürgünde sefalet içinde olduğunu bildiren Suat Derviş’e uzanan el olmuştur. Aşağıda paylaşacağım, Nazım Hikmet’in adresine ulaştırdığı bu yazışmanın Suat Derviş için Fransa’da yeni bir başlangıcın miladı olduğunu belirtmek gerekiyor. Zira, 1956’dan itibaren öykü, düzyazı ve romanlarını L’Europe ve Les Editeurs Françaises gibi PCF’ye yakın yayınevlerinde yayınlatan Suat Derviş, kalemiyle 1963’te Türkiye’ye kesin dönüş yapana kadar, Paris’te sıkıntısız bir hayat sürecektir. Bugün, Fransa’da BNF (Fransa Milli Kütüphanesi)’in Manuscrit (Elyazmaları) bölümünde muhafaza edilen Nazım Hikmet’in Suat Derviş için Louis Aragon’a yolladığı satırları, aynı amaç ve duygularla toplumun refahı için omuz omuza çarpışan gerçek dostların mesafeler ne olursa olsun değişmeyen dayanışma duygusuyla hareket edebildiklerini göstermesi açısından kamuoyunun bilgilendirilmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Yazdıklarıyla ömürlerini insanlığa adayan, cesaretleriyle ölümsüzlüğe erişen iki güzel ruhun anısı önünde saygıyla…
Le 26 mars 1955
Cher Aragon,
Je te présente Suad Derviche, une de nos romancières, la plus connue et la plus aime. Elle est membre au parti, elle est la femme de notre secrétaire du C.C. qui est actuellement en prison. Pour l’instant elle est obligée du rester à Paris. Je te prie de l’aider moralement et matériellement. Elle peut écrire des nouvelles, des articles, faire des reportages et tout cela tu l’auras en français. Elle a écrit des romans que l’on pourrait éditer et qui ouvraient je crois, un grand succès chez vous.
En deux mots : je te supplie ai de-la qui elle puisse vivre avec son travail au moins deux-trois mois à Paris.
J’embrasse Elsa, ses yeux bleus. Je t’embrasse aussi avec l’espoir de te revois bientôt. Merci d’avance.
Nazım Hikmet
İmza
26 Mart 1955
Sevgili Aragon,
Çok tanınan ve çok sevilen romancılarımızdan Suad Derviş’i sana takdim ediyorum. Kendisi parti üyesi, şu anda cezaevinde olan MK sekreterimizin eşi. Şimdilik Paris’te kalmak zorunda. Senden ona maddi ve manevi yardımcı olmanı rica ediyorum. Öyküler, makaleler yazabilir, röportajlar yapabilir ve bunların hepsi Fransızca olacak. Yayınlanabilecek romanlar yazdı ve bunların ülkende de büyük ilgi göreceğine inanıyorum.
İki kelimeyle: Sana yalvarıyorum, elinden gelenin fazlasını yap ki, işiyle en az iki veya üç ay Paris’te yaşayabilsin.
Elsa’yı, mavi gözlerini öpüyorum. En kısa zamanda tekrar görüşebilme ümidiyle seni de öpüyorum. Şimdiden teşekkürler.
Nazım Hikmet
İmza
(Saadet Özen Dalkaya tarafından çevrilmiştir.)
[1]Behmoaras Liz, Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi, Doğan Kitap, istanbul, 2017, s.241-243.
[2]https://ccfr.bnf.fr/portailccfr/jsp/index_view_direct_anonymous.jsp?record=ead:EADC:FRPALME0000000000281-51-2-2090-1
[3]Behmoaras Liz, Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi, Doğan Kitap, istanbul, 2017, s. 241.
[4] idem., s. 243.