Romanları ve özgün edebi tarzıyla dikkat çeken Seyfettin Araç’ın yeni romanı yayımlandı. Araç’ın gerçek bir yaşam öyküsünden esinlenerek kaleme aldığı ve okuru Kapadokya’dan Fransız Rivierası’na taşıyan son romanı Zamanı Tanrı Yaşar, dört farklı dilde yayımlanmak üzere çeviri sürecine girdi.
Seyfettin Araç ile yeni romanı Zamanı Tanrı Yaşar üzerinden edebiyatına dair konuştuk.
Edebiyatınızı şekillendiren unsurlar neler oldu?
Profesyonel yazarlık kariyerine başlarken, daha doğrusu çalışmalarımı eser haline getirirken benden önce yazım dünyasında ustalaşmış, bana yol gösteren, öncü olan isimlerin hemen hemen çoğunun tüm eserlerini okumaya, irdelemeye çalıştım ve bu doğrultuda bir karar çizgisi oturttum; daha önce yazılmayan türler yaratmak birinci önceliğim olacaktı. Edebiyatımı şekillendiren, yazı sanatımı pekiştiren, eserlerimi kült bir seviyeye taşıyacak olan bu farklı tarzlar yani daha önce hiç yazılmamış türler konusunda ince eleyip sık dokudum ve en nihayetinde üç romanım da bu coğrafyanın kendi alanlarında ilkleri oldular. Pek tabii ki bu böyle sabit kalmayacak, bundan sonraki eserlerimde de denenmemişi denemek, yazılmamışı yazmak gibi ideallerim var olmaya devam edecek diyebilirim. Bir ‘Seyfettin Araç Edebiyatı’ var etmek gibi ütopik hayaller içinde olduğum ilk günden bugüne değin birkaç unsur beni çok etkiledi; içsel yolculuklar yazmak, kişisel sorgulamalar yaratmak, felsefe ve psikolojiyi sosyoloji ile harmanlamak ve tüm bunları yaparken okuyucunun kendini bulacağı gerçek edebiyatı yani salt Türk edebiyatını Modern Çağ’a revize etmek gibi idealist bir yazar oldum diyebilirim.
Seyfettin Araç edebiyatını nasıl tanımlarsınız?
Seyfettin Araç edebiyatı daha önce hiç duyulmamış, denenmemiş tarzları yaratan ve okuyucuyu uzun cümlelerle içsel yolculuklara hazırlayan, yine okuyucuyu kendi dünyasından çıkarıp başka bir aleme, derin sorgulamalara davet eden bir tarz diyebiliriz. Noktasız, uzun uzun cümlelerin, içsel hesaplaşmaların, psikolojik, felsefik kaygıların ve ağdalı sert edebiyatın yaratıldığı yeni bir tarz olarak anlatabiliriz. Bir cenaze merasimini yüz yirmi sayfada anlatan bir yazar olmayı bile isteye seçtiğimi, başka yazarların on sayfada vurucu verdiği bir ölüm haberini bazen bir cümlede bazen de kırk sayfada veren ve bu tarzı tüm edebiyat alemine benimsetmeye çalışan bir yazar olduğumu gururla söyleyebilirim. Okuyucu herhangi bir cümle okuduğunda o okuyucuya ‘bu bir Seyfettin araç’ cümlesi dedirtene kadar ve hatta dedirttikten sonra dahi edebiyat alemine eserler vermeye, modern çağ edebiyatını temsil etmeye devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki kendi edebiyat tarzımı oturttuktan sonra hem okuyucunun bana bakış açısı hem de benim edebiyata bakış açım bir yerde kesişecek denli güzelleşecek.

İlk kitabınızla son kitabını karşılaştırsanız, olay, mekân ve içerikten bağımsız, yazar olarak bugün neyi daha farklı yapıyorsunuz?
Kendini geliştiren, okudukça ve araştırdıkça kendine güveni daha da artan bir yazar olarak diyebilirim ki; ilk romanım benim aslında en son romanım olmalıydı çünkü inanılmaz sert ve inanılmaz iddialı bir eserle giriş yaptım. Kaldı ki ilk romanım Sevgili Yalnızlık üçleme olarak en kısa zamanda okurla buluşacak. Öylesine iddialı bir eser tek başına bir köşede kalmasın diye oturup iki cilt daha yazdım ve üçlemeyi nihayet tamamladım. O yüzden ilk eserimle son eserim arasında sadece konu farklılığı ve elbette hikâye farklılığı var diyebilirim çünkü geri kalan birçok detay zaten zamanla yazar kimliğime ekleniyor. Anlattığım olaylar çok değişti artık biraz daha kurgu ağırlıklı yazıyorum, mekanlar çoğaldı ilk romanda bir odada geçen tüm kitap son romanda onlarca mekân, onlarca şehir ve ülkede geçmeye başladı. Ama asıl soru neyi farklı yaptığım sorusu ise, şunu diyebilirim; kendini geliştiren, okuyucuya daha iyi eserler vermek için daha çok okuyan, daha çok çalışan bir yazar olmaya başladım. Daha çok yazıyor, ince eleyip sık dokuyorum; Avrupa edebiyatında artık var olduğum için o kültürleri de eserlerime almaya başlıyor, daha çok gözleme başvuruyorum.
Uzun anlatım, detaylar romanlarınızın önemli bir parçası. Burada okura neyi vermeyi arzu ediyorsunuz? Olayı yaşaması, hissetmesi ve hikayenizin bir parçası olması mı?
Okuyucuya, yaratmaya çalıştığım yeni edebiyat aleminin gizemini vermeye çalışıyorum. Popüler kültürle çok şey kaybeden edebiyat alemine de “Biz buradayız, gerçek edebiyat yapıyoruz, okuyucuyu zehirlemenize izin vermeyeceğiz,” diyorum. Yol uzun ama pes etmek gibi bir amacım yok; bu coğrafya gerçek edebiyatla yaşamaya devam edecek, en azından biz yeni yazarlar bunun için savaşacağız. Kaldı ki okuyucu gerçek edebiyatı eserlerimizde görünce popüler kültürün ucuzluğunu anlasın ve bir daha o tarz kitaplarla zehirlenmesinler diye hem kendimden hem geleceğimden ödün vererek bu inadı yaşıyorum. Okuyucu benim edebiyatımla kendine yeni bir dünya yaratsın, benim yarattığım o dünyadan içeri girsin, kendini orada hissetsin, acıları, mutlulukları ruhunda yaşasın, salt edebiyatın keyfine varsın diye uzun anlatımı, detayları bir tarz olarak değil bir içtenlik, bir his, bir aşk olarak veriyorum. Okuyucu iyiyi kötüyü görsün ve kendi karar versin istiyorum; bir yanda salt edebiyat için yaratılan ve altına imza attığım, bin yıl sonra bile utanmayacağım eserler diğer yanda ise öylesine kitaplar çıkaran yazarların öylesine yazılmış anlık heves karalamaları…

Romanlarınızda sıradan insanların olağan zaman akışındaki sıra dışı olaylarına odaklanıyorsunuz. Kahramanlar herkesin hayatından bazı ortaklıklar taşıyor. Bu özellikle mi tercihiniz? Biraz karakter-hikâye görgünüzden bahseder misiniz?
Sözü uzatmadan sorunuza kısa bir cevap vereyim; evet, bu özellikle tercih ettiğim bir nüans. Benim yarattığım roman kahramanları hem benden bir parça gurur duyarak yarattığım, hem de asla benden olmayan bir duruş, nefret ederek sayfalara işliyorum. Ben olmayanı yazmaya gayret ettikçe kahramanlarım da daha önce olmayan, yaşamayan kahramanlara dönüşüyorlar sessizce. Ve fakat o kadar sahiciler ki hem herkese benziyorlar, ortak noktalar taşıyorlar hem de yaptıkları bazı şeyleri, hiçbir okuyucu, hiç kimse kendine kondurmuyor. Benim karakter ve hikâye görgüm benden öncekilere benzemiyor; yaratmaya çalıştığım bu yeni, bu modern, bu farklı tarz aslında hem bizden bir klasik hem hiç aşina olmadığımız bir yenilik. Çok detay verip beni tanımayan, beni hiç okumayan okuyucunun gözünü korkutmak istemem.
Şiir çalışmalarınız nasıl gidiyor? Kitabının çıkış tarihi nedir? Kendinizi şair olarak nasıl tanımlarsınız?
İlk eserim şiirdi, Kent Şiirleri sosyal medyada öne çıktı diyebilirim. On binlerce insan şiir kitabından paylaşımlar yapıp beni onore ettiler, sağ olsunlar. Önümüzdeki sene için beşli bir şiir seti hazırlığımız var, şiir para ettiğinde basacak olan “yayınevi” ile şiir her zaman sanattır diyen “ben” arasında bir anlaşma olduğunda kitap, yani hazırladığım set okuyucuyla buluşacak. Ve kendimi bir şair olarak gördüğüm romantik çağdan çıkıp kendimi gerçek ve farklı bir romancı olarak gördüğüm duygusal çağa giriş yapıyorum sanırım. Romanları farklı ülkelerde farklı dillere çevrilen bir yazar olarak rüştümü tüm Avrupa edebiyatına ispatladıktan sonra şiirlerimi daha çok eserleştirecek, daha çok çıkaracağım. Romancı olarak duygusal ve sert, şair olarak ütopik ve sakinim.
Bir edebiyatçı olarak en büyük arzunuz nedir?
Bir edebiyatçı olarak en büyük arzum belli ve çok net ama onu buraya yazacak kadar delirmedim. Ama şunu söyleyebilirim; bir Seyfettin Araç edebiyatı yaratmak, onlarca dile çevrilen eserler çıkarmak, basitleşmeden, sıradanlaşmadan, tekrara düşmeden edebiyatın en yalın halini yazmaya devam etmek ve her evde en az bir tane kitabımın olduğunu, bir okuyucumun olduğunu bilmek. Popüler kültüre teslim olan Türk edebiyatını eski şaşaalı günlerine döndürürken şans bulamayan modern çağ yazarlarına bir nebze de olsa yardımcı olmak, onlara şans yaratabilmek en büyük isteğim.

