Sezen Ünlüönen
Ferrante’nin bir genç kızın erişkinliğe adım atma süreçlerini konu alan kitabı daha başlığı ile, roman boyunca kendini hissettirecek bir çift tezadı ima ediyor: yetişkinlik ve çocukluk, hakikat ile yalan (romanda çiftlemenin önemine de birazdan değineceğim).
Başlığın ima ettiği tezat muğlak bir alana da işaret ediyor: ergenlik çocukların yetişkinlerin de yalan söylediğini, yani yetişkinliğin içinde yalanı da barındırabildiğini öğrenme süreçleri midir? Yoksa yetişkinliğe adım atmak demek, hayatın yalan olduğunu idrak etmek mi demektir? Yani yetişkinlerin yalan bir hayatı varsa, doğru bir hayatı da var mıdır? Yahut bu yalan hayatın yalanlığı, ancak yetişkinlik öncesi, çocukluk döneminde mümkün olan bir masumiyetle mi karşılaştırılarak anlaşılır? Adorno’nun meşhur lafından ilhamla yanlış hayatın doğru yaşanmaması gibi yetişkin hayatı da yalansız yaşanması mümkün değil midir?
Romanın bu sorularla olay örgüsü düzeyinde haşır neşir olduğu çok açık. Roman yüzeyde ergenliğe girdiği dönemde babasının annesini yakın aile dostları Costanza’yla on beş sene boyunca aldattığını öğrenen Giovanna’nın birbiri ardına yetişkinlerin başka yalanlarını keşfetmesi ve kendisinin de yalan söylemeyi öğrenmesini konu alır: Annesi de Costanza’nın kocası Mariano ile gizli bir ilişki yürütmektedir, Costanza’nın aile yadigârı zannettikleri bilezik esasında Giovanna’nın babasının hediyesidir, Giovanna da halasıyla ya da başka genç adamlarla buluşmak için annesiyle babasına yalan söylemektedir. Burada mekanik bir okumanın göreceği örüntü Hıristiyanlıkta insanın cennetten kovulmasını anımsatan biyolojik bir determinizmdir. Çocukluk, romandaki genç kızların birbirleriyle bacaklarının arasında Barbie sıkıştırarak oynamaları gibi deneyleri saymazsak, Freudyen bir uyuklama ve masumiyet evresidir; ergenlikle beraber cinsel dürtüler uyanır ve bu dürtüler sosyal düzlemde kaosa neden olur. Mesela Costanza’nın bileziğinin aslında babasının hediyesi olduğunu öğrenen Giovanna “Bilezik, konuya nereden bakarsan bak, ne tür bir hikâyenin içine yerleştirirsen yerleştir –bir peri masalı, ilginç ya da sıkıcı bir öykü— sadece, içinde kıvranan hayatla çırpınan ve tükenen bedenlerimizin yapılmaması gereken ahmakça şeyler yaptığını göstermeye yarıyordu. ..Bu ahmaklık Costanza gibi, babam gibi üstün insanları dahi mahvedebileceği hiç aklıma gelmezdi” der cinselliğin yıkıcı potansiyeline dair.[1]
Ama roman “insanın cinsel güdüleri ve arzuları vardır; insan bunlar uğruna yalan söylemek, yuva yıkmak gibi şeyler yapar, ergenlik de insanın hem cinsellikle hem de cinselliğin bu yıkıcı yönüyle tanışma zamanıdır” türü yalınkat bir fikirle ilgili değil sadece. Bunun ilk emarelerini de Giovanna’nın arkadaşları Angela ve Ida’ya halası Vittoria’dan bahsetmeye başladığı sahnede görürüz: halasını “hayalinde” “mezarlıklar, viraneler, azgın köpekler”le dolu bir fona yerleştirir Giovanna; anlattıklarını “biraz abartmış olabilir” ama “suçluluk duymaz“ çünkü dedikleri “özünde doğrudur.” (88) Bir diğer deyişle Giovanna için “özünde doğru” olma vasfı hayal gücü yoluyla, gerçeği biraz zenginleştirip abartmak vesilesiyle ulaşılabilen bir şeydir. Hakikatin, kişi tarafından anlatı yoluyla kurulduğu fikri ne edebiyatçılar, ne postmodern kuramcılar, ne de psikanalistler için yeni bir fikir elbette. Kitabın ilk paragrafı da bu kitabın projesinin böyle bir anlatı kurmak yoluyla anlam üretmek fikri olduğunu duyurur zaten: “kimse, bu satırları yazan kişi de dahil, burada bir hikâye dokumak için gerekli ipliğin mi yoksa sadece düğümlenip yumak olmuş ve temize çekilememiş acıların mı bulunduğunu bilemez” (11). Hikâyeleştirme, hem acıları temize çekmenin hem de gerçeğe ulaşmanın bir yoludur yani.
Bu yine de alışılmış denebilecek edebi hamlenin (“hakikat kendimize ve başkalarına anlattığımız hikâyelerden ibarettir”) Ferrante elindeki ustalıklı dönüşümü bunu bir genç kadının yetişkinliğe geçiş süreciyle birleştirerek hikâyeleştirmeyi feminist bir sorun haline getirmesidir. Başka bir deyişle Yetişkinlerin Yalan Hayatı’nda ana karakter, yetişkinlerin yalan söylediklerini, hakikatin bir kurmaca olduğunu öğrenmez sadece, içinde yaşadığı toplum ve kültürün kendisine kendi hikâyesini anlamlandırmak için bir şablon sunmakta ne denli yetersiz kaldığını da hem olay örgüsü düzeyinde, hem de biçemsel olarak deneyimler. Roman boyunca bilhassa genç kadınlar, yaşadıklarını anlamlandırabilmek için hikâyelere yaslanır. Halasının hamilik ettiği Tonino’dan arkadaşları Angela ve Ida’ya bahsederken Giovanna “ondan hoşlandığım benim için de yeni bir keşifti” der, ama “içimizdeki roman uzmanı, Ida bana ‘sen aşıksın’ dediğinde… ben de kabullendim.” (89). Giovanna, başına gelenin ne olduğunu anlamak için Ida’nın romanlardan edindiği bilgisine yaslanır. Benzer şekilde, annesinin gizli bir aşk yaşadığını fark ettiğinde de Giovanna kendi kendine annesinin “aşığıyla aşk yuvasında buluşmaya gittiğini” düşünür; bu lafları annesinin düzeltmenliğini yaptığı aşk romanlarından öğrendiğini kendi de teslim eder (101).
Romanın, bilhassa eskiden halasına ait olan ve neredeyse doğaüstü güçlere sahipmiş gibi anlatılan bilezik motifiyle bir peri masalını andırdığını yazan eleştirmenler oldu. Bana kalırsa bu peri masalı fikri, romandaki ana karakterin, kendisinin nasıl bir hikâye içinde olduğunu, yaşadıklarına nasıl bir mana verebileceğini araştırırken denediği şablonlardan bir tanesi. Peri masalı Giovanna’nın hikâyesinin denediği biçimlerden biriyse (cadı hala bir bileziği lanetler, bilezik dokunduğu herkese kötü şans getirir), anne, baba, Costanza ve Mariano’nun yaşadıkları aşk üçgenleri de işte tam annenin düzeltmenliğini yaptığı ucuz aşk romanlarından fırlamış gibidir. Giovanna’nın Roberto’nun yörüngesine girdiği dönemde hikâye tekrar form değiştirir ve bir müddet bir hidayet öyküsüne dönüşecekmiş gibi yapar: Giovanna Roberto’nun ilgisine layık olmak için İncil’i okumaya başlar, Eski Ahit’in on emri uyarınca anne ve babasına karşı daha saygılı bir tutum benimsemeye çalışır, dersleri düzelir. Roberto’nun kendisi için bir “kurtarıcı” olamayacağını anlamasından çok daha önce dahi, bu hidayet hikâyesinin de Giovanna için uygun janr olmadığı açıktır. Zira Giovanna bir heves okuduğu İncil’i tam da kötü bir hikâye olduğu için reddeder: “Bir kitabı bitirir bitirmez diğerine başladım ve hikâye daha da beter göründü gözüme. Evet, rahatsız edici bir hikâyeydi. Okudum ve asabım bozuldu. Hepimiz iyiyi mi yoksa kötüyü mü seçtiğimizi görmek için bizi denetim altında tutan bir tanrıya hizmet ediyorduk. Ne saçmalık, böyle aşağılık bir durumu kim kabullenebilir?” (197).
Kitabın cinselliğini ve romantik sevgiyi keşfetmesi için Giovanna’nın karşısına çıkardığı erkekler (Tonino, Corrado, Rosario ve Roberto) başka ve aleni kimi kusurlarının yanı sıra kendisine bir anlatı kuracak bir alan bırakmadıkları için de eksik ve uygunsuzdurlar. Giovanna evde başbaşa kaldığı Corrado’nun penisine dokunur dokunmaz Corrado boşalır, parktaki oral seks sahnesinde de aynı şey yaşanır. Romanın sonunda Rosario ile yaşadığı ilk penetratif seks tecrübesinde de Rosario’nun penetrasyonuyla boşalması bir olur. Bu erkeklerle yaşanan tecrübelerin bir giriş, gelişme, sonuç süreci şeklinde deneyimlenmesi mümkün değildir; başladığı noktada, başladığı anda biten, hikâyelerin kurulması için gerekli olan süreliliğin mümkün olmadığı ilişki biçimleridir bunlar.
Corrado ve Rosario ile kurulan ilişkiler çok kısa, handiyse anlık olmakla malulse, Tonino’nun kabahati de tam tersidir. Hikâyeleri sıkıcıdır, “filmler, televizyon, kitaplar, şarkıcılar” hakkında hiçbir şey bilmez, hep aynı konudan bahseder; o ağır ağır, dediklerini tarta tarta konuşurken, insan, Giovanna’nın deyişiyle “Tamam, anladım, devam et” diye bağırmak, “cümlelerini tamamlamak” yahut “aradan gereksiz kelimeleri atmak” ister (217). Corrado ve Rosario çok hızlı oldukları için karşılarındakine bir anlatı kurmak için müsaade etmiyorsa, Tonino yavaşlığıyla ve sıkıcılığıyla iyi bir hikâye kurulmasına olanak tanımaz.
İyi bir hatip olmasıyla Giovanna’nın gönlünü çelen, yazdıklarıyla Giovanna’nın babasının bile hayranlık ve haset duymasına sebep olan Roberto ilk bakışta bu erkeklerden ayrılıyor gibi görünür. Ama Giovanna’nın Roberto’yu ilk kez görüşünü ve nasıl çarpıldığını anlattığı sahne esasında Roberto’nun Giovanna’nın ilgisine mazhar olmaya uygun bir aday olmadığının emareleriyle doludur. “Söylediklerinin neredeyse hiçbiri kalmamış aklımda” der Giovanna, “aklımda muhakkak ki ona ait ifadeler var, ama bunları bir zaman çizelgesine yerleştiremiyorum, o zamana ait sözlerle sonranın sözleri birbirine karışıyor…Benim için konuşması başından sonuna kadar güzel ağzından, boğazından gelen bir büyüleyici sesler silsilesiydi” (177). Bir yanıyla, lanetli bilezik ve cadı halanın yarattığı peri masalı evrenini çağrıştıran bu “büyüleyici” seslerin bence en önemli özelliği anlaşılmaz ve tarif edilmez oluşu, anlatının en temel tanımı (bir olaylar dizisinin aktarımı) sıraya dizilemezlik, başı sonu olmayış, zaman içinde gelişmeme nedeniyle ihlal etmesidir. Corrado, Rosario ve Tonino hikâyede doğru ritmi, doğru hızı yakalayamadıkları için uygunsuzlarsa, Roberto da anlaşılmazlıkla zamanın büsbütün dışında kaldığı için uygunsuzdur. Hal böyle olunca da, idealize edilmiş Roberto’nun nişanlısı arkasını döner dönmez on beş yaşındaki Giovanna’yla yatmaya hazır olması dikkatli okuyucuyu şaşırtmaz. Giovanna’nın Roberto’ya dair hayalkırıklığı yine anlatıya ait terimlerde ifade bulur: “Cesaretim kırılmış bir şekilde ‘Çok yorgunum ve korkuyorum’ dedim. O da ‘Benimle yatabilirsin’ dedi. Benim dediklerimle onun dedikleri aynı bütüne ait olamazdı, birbirini takip eden iki ifade gibi görünüyorlardı, ama değildiler” (301).
Giovanna’nın kendisine uygun, içinde kendi hayatına yön vererek, kendi zamanında ve kendi ritmiyle ilerleyebileceği bir hikâye arayışı romanın karakter ve olay çatısını da belirlemiş, ki bu da bizi yazının başında değindiğim çiftleme olgusuna getiriyor. Romanın içindeki tüm olay ve karakterleri ikilemeler ve tekrara dayalı bir şekilde ilerletme ısrarı cidden dikkat çekici. Romanda her şey çiftler, ikilikler, ikili gruplar halinde gelir: Giovanna’nın annesiyle babası Costanza ve Mariano ile arkadaşlık eder, bu iki aile her sene beraber iki ayrı tatile çıkar, bu ailenin iki kızı Ida ile Angela Giovanna’nın adıyla sanıyla bildiğimiz yegane arkadaşlarıdır, Corrado ve Rosario birbirinin temel özelliklerini tekrar eden iki arkadaş olarak Giovanna’nın cinsel tecrübelerinde yer alır, Napoli fakir aşağı mahalleler ve zengin yukarı mahalleler olarak ikiye ayrılır, Roberto bile entelektüel ilgileriyle Giovanna’nın babasının bir ikizi gibidir. Bu ikili düzen romanın cinsel ilişki kurma biçimlerini de organize eden temel prensiptir: anneyle baba ayrılınca baba aile dostlarından Costanza’yla, anne de Mariano’yla bir ilişki yaşamaya başlar. Halanın büyük aşkı Enzo karısını bırakıp halayla aşk yaşar, Angela Giovanna’nın Tonino’dan hoşlandığını fark edince Tonino’yla çıkmaya başlar, Giovanna da Giuliana’nın sevgilisi Roberto’ya ilgi duyar. Bu bir partnerden onun tıpatıp aynısı başka bir partnere atlayarak kurulan ve romandaki karakterlerin bir permütasyon problemi gibi mümkün olan tüm kombinasyonları denediği yapıda (bir noktada Angela da Roberto’yu baştan çıkarmaya çalışır, baba da okul müdiresiyle kırıştırır) romanın kendisine muhatap olarak gördüğü beyaz dizilerin izini görmek mümkün elbette, ama bence burada bu yapının esas işlevi daha farklı. Bu bitmez tükenmez ikilikler ve bunların doğurduğu üçgenlerle Ferrante’nin yaptığı, eldeki verili şartlar, mevcut durum içinde Giovanna’nın kendi annesininkine, halasınınkine, öğretmenlerinin ya da çevresindeki diğer yetişkin kadınlarınkine benzemeyen bir hikâye kurmasının imkansız olduğunun matematiksel olarak ispatlanması. Giovanna etrafından gördüğü, okuldan öğrendiği, kitaplardan okuduğu gibi bir hikaye kurmak isterse kendine, annesi gibi aldatılan bir kadın olabilir ya da Costanza gibi aldatan bir kadın olabilir, halası gibi evlere temizliğe gidebilir ya da annesi gibi bir öğretmen ve düzeltmen olabilir ama her hâlükârda hayatı erkeklerin etrafında, onların yön vermesiyle şekillenen ikincil bir hikaye olur. Roberto’yla bir ilişki yaşama düşünden de tam bu nedenle vazgeçer zaten Giovanna: “Ben onun saygısının da tadına varmak istedim…kendimi parlak bir erkeğin bir müddet oynayıp kendini oyalayacağı sevimli ya da çok güzel bir hayvandan fazlası olarak duymak istedim” (302).
Emily Gould I Love Dick kitabını konu alan bir eleştiri yazısında bu kitapla ilgili olarak çok önemli bir tespitte bulunur: “Okuduğum tüm kitaplar içinde I Love Dick şunu teslim eden ilk kurmaca eserdi: cinsel olarak erkeklere arzu duyan ve onlarla ilişki kurmak isteyen kadınlar, mevcut tüm ekonomik ve sosyal yapıların bir şekilde dışında varolan ilişkiler yaratacak değiller; erkekleri seven kadınlar öyle ya da böyle bastırılmaları ve sindirilmelerindeki kendi suç ortaklıklarıyla yüzleşmek ve hesaplaşmak zorunda kalacaklar.” Roman boyunca Giovanna’nın varlığını öğrendiği en mühim yalan da bana kalırsa işte bu: heteroseksüel kadınlar, erkeklerle cinsel ve romantik ilişkiler kurarken kendilerine ve başkalarına erkeklerin onları sadece ikinci sınıf canlılar, arzu nesneleri yahut ev içi emekçisi değil, kendilerine kafaca denk eşitleri olarak gördüklerini söylemek zorundalar. Giovanna’nın kendisine yazacağı, kendisi için seçeceği hikâye tüm bu mizojen ve patriyarkal geri plandan bağımsız, bu gerçeklik hiç yokmuşçasına iyimser bir hikâye olamaz haliyle. Yine de Giovanna’nın sonunda ilk penetratif seks tecrübesini yaşamak için Roberto’yu değil Rosario’yu seçmesi bu yalanın adını koymanın bir çeşidi bence: Giovanna madem bu yola baş koydu, kendisine saygı duyuyormuş gibi yapan Roberto’yu değil, zaten en başından beri kendisiyle sadece dolgun memeleri için ilgilendiğini saklamayan Rosario’yu seçecek.
Roman biri yazar olmak isteyen iki genç kızın yolculuk hazırlığı ile kapanırken iki kızın birbirlerine verdiği “daha önce kimsenin olmadığı gibi yetişkinler olma” sözü yine de bir iyimserliği ve dönüşüm ümidini içinde barındırıyor bence. Giovanna kendi hür iradesiyle tek başına babasının annesine on beş sene boyunca sistematik bir şekilde yalan söylemediği, annesinin sevgilisi Mariano’nun iştahla kendi memelerine bakmadığı bir dünya kuramaz ama yine de dostlar ve onlarla beraber yazılacak öncekilere benzemeyen hikâyeler insanı o başka dünyaya bir adım daha yaklaştırır belki.
Ferrante, Elena. The Lying Life of Adults. Europa Editions, 2020.
[1] Benim şu an bu kitabın Türkçe bir nüshasına erişimim olmadığı için yazıda kullandığım çevirileri İngilizce baskısından ben yaptım (135).