
Aynur Kulak
Raşel Rakella Asal, mesleğinin turizm rehberliği olması nedeniyle pek çok yer gezmiş ve her gittiği yerden bir dolu öyküyle dönmüş. Ancak bu hikâyelerden gezi kitapları değil, o coğrafyaların gerçek sorunlarıyla ile örülü eserler çıkmış. 2003 de Volga Hüznü, Duyuyor musun Kalbim, Her Şey Sanki Bir Eski Zaman Düşünde Şimdi eserleriyle yazın yolculuğuna çıkan Raşel Rakella Asal, İşte Bizim Gül Sokak, Cecile, Tıpkı Hayat Gibi, Çılgın bir Devinimdir Yaşamak ve son olarak 2024’te Yaşamdan Sanata eserleri takip etmiş. Eserleriyle okurlarını sadece sanat ve kültür hakkında bilgilendirmekle kalmıyor, aynı zamanda bu dünyaları içselleştirmelerine olanak tanıyor. Onun edebiyatla iç içe geçen sanat anlayışı üzerinden yazın serüvenini konuştuğumuz söyleşimiz için buyurun lütfen.

Edebiyata tutunma yolculuğundan başlatmak istiyorum sohbetimizi. Hayatında ne olursa olsun bırakmadığın bir alan olmuş edebiyat. Sadece okumak ve yazmak da değil, atölyelere, kurslara, seminerlere katılmak, Edebiyatçılar Derneği ve PEN üyeliğin var. Bu yolculuğunu, nereden nereye geldiğini bize biraz anlatır mısın?
İzmir Amerikan Kız Koleji mezunuyum, dolayısıyla Amerikan eğitim sisteminden geliyordum. Fransızca ve İspanyolca evde konuşulan dillerdi. Evde Fransız öğretmenlerden özel dersler almama rağmen Fransızca dil bilgimin yeterli olmadığı kanısındaydım. Böylece yurt dışında sırasıyla Lozan, Paris, Besançon ve Royan’da çeşitli dil kurslarına devam ettiğim bir dönem önüme açılmış oldu. Bu arada Ülkesel Turist Rehberlik Kokart’ımı da almış, yaz ayları boyunca rehberlik yapmaya başlamıştım. 1987-1992 yılları arasında yurtdışında almış olduğum eğitim boyunca Açık Öğretim Üniversitesi’nin gece programının sanat tarihi derslerine, Paris’teyken de Louvre Müzesi’nin sanat tarihi seminerlerine katıldım.
Rehberlikte iyice deneyim kazandıktan hem lisanda hem de bilgide kendime güven geldikten sonra 1997 yılında turistlere yönelik Osmanlı-Türk sanatına dair bir kitap yazmaya karar verdim. O yıl Ankara’da Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının (UMAG) açtığı yaratıcı yazarlık kurslarına kaydoldum ve oradaki derslere üç yıl devam ettim. Mehmet Eroğlu’nun yönlendirmesiyle yazın serüvenim de başlamış oldu.
Genelde anlatı, denemeler, sanat ve edebiyat yazılarının toplandığı kitaplar yazmışsın ve romanın Cecile var. Kurgu dışı kitap rotasını özellikle mi oluşturmak istedin, yani anlatı mı yazmayı seviyorsun genelde? Böyle bir yolculuk içerisinde bu güzergâh nasıl oluştu, merak ediyorum.
Her anlatı bir yolculuktur aslında. Tüm yolculuklar insanın kendi içine yaptığı yolculuğa dönüştüğünde anlamlı, bir o kadar da zenginleştirici olmuyor mu? İlk kitabım Volga Hüznü’nde St. Petersburg’dan başlayan, zengin çağrışımlarla ve ünlü Slav hüznüyle biçimlenerek Volga üzerinden Moskova’ya kadar uzanan bir yolculuk yer alıyor. Kitapta Rus edebiyatına yapılan bir yolculuk da var. Bu kitabı yazarken ‘anlatı ormanları’na dalmamak ve okuru bu ormanlarda dolaştırmamak düşünülemezdi. Tolstoy’dan, Anna Karenina’dan, Puşkin’den, Gogol’den Dostoyevski’den söz etmemek düşünülemezdi.
1994 yılında İspanya’da aldığım dil eğitimi boyunca, İspanya iç savaşının o ülkede açmış olduğu yaraya yakından tanıklık etmiştim. O devrin toplum üzerindeki etkisini hem derslerde işliyorduk hem de toplumun içine karışınca hissedebiliyordunuz. Ders aralarında, kafe’lerde yaşlı savaş mağdurları ile karşılaşıp konuşuyorduk. O konu üzerinde iyice yoğunlaşmak istedim. Kitaplara sarıldım. Böylece Duyuyor musun Kalbim? kitabım oluştu.
Sanat, her şeyden önce bir etkileşim. Ve bütün ilişkilerimizde etkileşim önemli. Bizzat Varşova gettosunu ziyaret etmemle başladı Cecile romanım. O gezide Holokost’a maruz kalan insanların yaşadığı acıları kendim yaşamış gibi hissettim. Yaşasak da yaşamasak da içimize kazınmış, bizi derinlemesine inciten bu Holokost sürecini küllerinden görmek benim için müthiş bir deneyimdi. Çok iyi bir rehberimiz vardı. Bir Holokost kurtulanı. Onun da çok payı var. O beş günü çok yoğun yaşadım. Zaten her olduğum yerde (bir gezi, bir seminer) muhakkak not alırım. Orada başlamıştım karalamaya. Ancak orada olayı yaşadıktan sonra müthiş bir ilgi doğdu içimde.
Varşova gettosundaki yaşam üzerine araştırmalarımı yaparken tanıklıklardan yola çıktım. En önemli kaynak kitaplarım günlükler oldu. Örneğin Dr. Janusz Korezak’ın günlüğünü, o dönem Yahudi Teoloji okulunun öğretmeni Chaim A. Kaplan’ın günlüğünü okudum. Yahudi gençliğinin direniş hareketlerini “Justyna’s Narrative” den öğrendim. “Eyewitness Accounts from the Warsaw Ghetto”, bir diğer kaynak kitabım oldu. Bu okumalar yoluyla gerçek olaylara eriştim.

İmge dünyanı tetikleyen etkenlerden konuşmak istiyorum. Bunu anneannen Raşel Sabanoğlu biyografisi üzerinden anlatmanı rica ediyorum. Çünkü bir nevi otobiyografik de olan bu kitapta senin imge dünyanı görebiliyoruz, ne dersin?
Bütün anlatılarımda yaşamımdan bir kesit bulabilirsiniz. Gerek romanlarım gerek öykülerim kendi yaşamımla örtüşen birçok öğe ile örülüdür ve kitaplarımdan bütünü az ya da çok özyaşamımdan izler taşır. Okurum da anlatıda hemen yazar-anlatıcı olarak benden izleri ayrımsar ve benim serüvenime eşlik etmenin tadına varır. Kitaplarımda bu ayrıntıyı önemsiyorum.
Her Şey Bir Eski Zaman Düşünde Şimdi’de iki metin birbirine dolanır bir şekilde birbirinden bağımsız ilerler. İlk anlatı anneannenin günlüğü ve onun yaşamından kesitlere yer verirken, paralel bir anlatıda anlatıcı-yazarın hayali bir sevgiliye yazdığı mektuplar yer alır. İşte bu bağlamda Her Şey Bir Eski Zaman Düşünde Şimdi’yi feminist yazın kategorisine sokan bu sevgiliye yazılan mektuplar oluşturur.
Her Şey Bir Eski Zaman Düşünde Şimdi’de kendi aile tarihime kayıt düşerken doğup büyüdüğüm Sefarad kültürünün bazı geleneklerine yer verdim. Cecile ise Varşova gettosu yaşamı üzerine kurguladığım bir roman. Her iki eserin odağında Yahudi tarihi ve kültürü yer alıyor ve ilginç olan da her iki eserin günlüklerden yararlanılarak kurgulanmış olması. Bir bakıma bu şekilde günlük tutmanın önemi de ortaya çıkmış oluyor.

Sanat adına inceleme yazılarını okuduğumda şunu gözlemledim: Eserlerin sanatı ve edebiyatı gözeterek bir nevi başucu kitaplardan oluşuyor. Çılgın Bir Devinimdir Yaşamak ve Yaşamdan Sanata inceleme yazıların üzerinden ne söylemek istersin?
Benim edebiyat okuma yolculuklarım yaşamların, yaşananların ve genel olarak yaşamın derinliklerine saldığı kökler aracılığıyla beslenir. Ama tekdüze bir beslenme değildir bu… Her kıpırtıdan, her esintiden bir şeyler kapar; bir ilişki çatlağından, bir çığlıktan, bir haykırıştan, kimsenin düşünemediği besinler çıkarırım. Okudukça yan okumalara atarım kendimi. Kâh felsefi metinlerine, kâh psikoloji ve sosyoloji kitaplarına uzanırım. Bitmeyen bir okuma yolculuğu ilk önce bende başlamış olur.
Yeniçağın bireyi gelişen, değişen, büyüyen, olgunlaşan biri. O artık temel bir özellikle belirlenmiş tek boyutlu, değişmez bir kişilik değildir. Kısaca yaşam ve yaşamla gelen her şey bir kişisel yolculuktur. Buna okumak da dâhildir. Diyebilirim ki gerek Tıpkı Hayat Gibi (Şenocak yayınları, 2012) ve Çılgın bir devinimdir yaşamak (Doğan Kitap, 2021) kitaplarımda ele aldığım yazarları okumakla benim yazın serüvenim birbirini takip etti. Bu yazarlar olmasaydı, onları keşfetmemiş olsaydım, bu inceleme yazılarım da oluşmazdı.

Yaşamdan Sanata kitabın içinde seni masanın başına oturtan sebepleri merak ediyorum. Kitap Moda-Sanat-Sanatçılar bölümlerinden oluşuyor. Bu yazıların nasıl oluştu?
Her şey 1989 yılında Ülkesel Turist Rehberliği sertifikamı almamla başladı diyebilirim. Fransızcamı geliştirmek için 1989-1992 tarihleri arasında Fransa’da dil kurslarına katıldığım senelerde oradaki Açık Öğretim Üniversitesi’nin gece eğitim programında sanat tarihi derslerine, Paris’te Louvre Müzesi’nin sanat tarihi seminerlerine katıldım. Bu seminerler sanat tarihi hakkında bilgilendirici olduğu kadar bana yeni bakış açıları kazandırdı. Sanatın serüvenini, bir sanatçı olmanın ne anlama geldiğini anlamaya yöneldim. İnsanoğlu sanatın dilini nasıl oluşturdu? Nasıl sanatı yarattı? Neden çizgi çizdi? Niçin sanat yaptı? Bütün bunların gerçek işlev ve amacı neydi? Sanata ilgim artıkça bu sorulara yanıt aramaya çalıştım. Bu yazılarım ilk İzmir Life kültür sayfasında yayınlandı. Yerli ve yabancı birçok sanatçıyı izlemeye, sergileri takip etmeye, yurt dışı seyahatlerimde o ülkenin müzelerini gezmeye, o kültürü tanımaya çalıştım. Dolayısıyla sanat daha çok ilgi alanıma girmiş oldu. Arkadan bu yazılarımla dergilerde ve internet sitelerinde yer almaya başlamamla sonsuz bir sanat evreninin içinde buldum kendimi. Yıllar geçtikçe büyüyen bir kozaya dönüşen bu yazıları toplu olarak bir kitap halinde yayınlamak isteği kaçınılmaz oldu.

Çılgın Bir Devinimdir Yaşamak ve Yaşamdan Sanata kitaplarının farklarının ne olmasını istedin? Bu soruyu soruyorum çünkü ikisi de inceleme yazıları, ikisi de sanat ve edebiyatla ilgili, fakat bu iki kitabın içerikleri kendilerine özgü farkları da yaratmış. Ne söylemek istersin?
Hayat devinim üzerine kurulu. Sanat yaşananlarla, toplumla, sanatçının kendi iç dünyasıyla, sezgileriyle, hep iç içe. Çok kaynaktan besleniyor ve her sanatçı kendi potasında eritiyor, kendi diline dönüştürüyor. Edebiyat ile başladığım yazın yolculuğum sanat yazılarım ile iç içe geçmiş oldu. Şu anda her iki alan da aynı oranda benim için önem taşıyor.
Yazın serüveninden söz eder misin?
Benim çalışma masam yığın yığın referans kitaplarıyla, defterlerle, kurşunkalemlerle, silgilerle, sarı zarflarla, broşürlerle, fişlerle, açık olarak yığılmış yabancı dilde kitaplarla, defterden koparılma sayfalarla, üzerinde örümcek ağına benzer yazılarla, bolca üstleri çizilmiş ve düzeltmeler eklenmiş bir sürü yığın kalabalığıdır. Hepsi de bir tür sessiz tanıklarımdır. Ama yazıya geçmeden önce o oluşacak metnin ruhunu kavramaya çalışırım.
Bunun için o mekâna gitmem, orada gözlem yapmam, o atmosferden beslenmem gerekir. Ben bir metne başlarken en önemli şeyin hissetmek olduğuna inanıyorum. O konu ile iletişime geçmem gerekir. Ayrıca bir metnin ritmi çok önemlidir. Bir kez bir ritmi yakaladınız mı, artık o metni yazılmış sayabilirsiniz. Çünkü artık sözcükler kendiliğinden dökülmeye başlar. O ses hipnotize edicidir, büyüleyicidir.
Şu an üzerinde çalıştığın kitap projesi var mı?
Ben kentyaşam internet sitesinde kent üzerine yazılarımla yer alıyorum. Bu yazılarım İzmir kent kültürüne odaklanıyor. İzmir’in sokaklarında, bulvarlarında, çarşısında gezinir, kalabalıklara, insan gruplarına, belirsiz yönelimlerle bir oraya bir buraya dağılan insanlarla yan yana gelirim. Günün karmaşası içinde yaşayan İzmirlileri gözlerim. Güncel olaylarla eski yaşanmışlıkların hafızası üst üste veya iç içe geçer. Kendimi geçmiş bir tarihin tozlu sayfalarında bulurum. Bu gözlemlerimde bir dil, bir anlatı, bir duygu bulur ve yazıya dökmeye çalışırım. Günümüz İzmirlisi gözümde hem yaşadığım çağın insanıdır hem de birkaç kültürün insanı olarak canlanır. Çağımızın insanıdır, büyük ve hızlı bir değişimin içindedir. İşte ben bu yazılarımda çağımızın çelişkilerini, eylemle düşünce, bilimle duygu, bezginlikle coşku arasında gitgelleri yaşayan İzmirliyi yansıtmaya çalışıyorum. Özetlersem İzmir’in kent belleğine bir yolculuğa çıkıyorum. Şu an üzerinde çalıştığım dosya bu yazılarımı toplu halde bir kitaba dönüştürmek.