
Abdullah Ezik
Son olarak “Çünkü Bu Bir Oyun” (Because This Is A Game) başlıklı sergisiyle Galeri Selvin’de sanatseverlerle buluşan Ozan Ünal ile sergisi, sanatı ve son dönem çalışmaları üzerine konuştuk.
Başlangıç olarak kariyerinizdeki ilk adımlar ve eğitiminizle ilgili konuşmak sanırım iyi olacaktır. Farklı disiplinler içeren bir üniversite hayatınız var, ardından güzel sanatlar ve gelen ödüller. Bize biraz kariyerinizin ilk basamaklarından bahsedebilir misiniz? Sanatla ilişkiniz nasıl başladı?
Ardından değil aslında; üniversite eğitimimin tamamı Güzel Sanatlar Fakültesi içinde geçti; farklı bölümlerde. Bir şeyler karalamaya lise yıllarımda başlamıştım zaten. Tasarım okudum fakültede, ama okurken bir yandan heykel yapmaya başlamıştım. Okul sonrasında sanat ağırlıklı üretmeye yöneldim.
2001 yılında kurduğunuz Studio Pi Design ve Art Studio birçok açıdan önemli olsa gerek. Zira üniversite eğitiminizin hemen ardından geliyor. Bu açıdan, bu ilk girişimin gelişim sürecinizde size ne gibi katkıları oldu?
Okul sonrası Atölye Pi’yi kurduk iki arkadaşımla beraber. 1 yıl sonrasında ben yalnız başıma atölyeyi devam ettirdim. Özellikle ilk yıllarda öncelikli kaygım maddi olarak ayakta kalabilmek olduğundan atölyeye gelen her işi yaptım tabii. Heykel, resim, seramik… Bu süreç birçok disiplini, tekniği ve perspektifi izleme ve uygulama şansı verdi bana. Sonrasında kendi sanatım diyebileceğim işleri üretmemde bu tecrübe çok fayda sağladı. Teknik olarak da vizyon olarak da atölyemi ilk açtığım yıllardan çok daha iyiydim.
Gerek yurtiçi gerekse yurt dışında birçok sergi ile sanatseverlerle buluştunuz. Bu açıdan özel bir kariyere sahipsiniz. Peki bugüne kadar deneyimlediğiniz ve sizi en heyecanlandıran sergi hangisiydi?
Sanırım geçen yıl Galeri Selvin organizayonuyla Hüsrev Kethüda Hamamı’nda açtığım “Bir Var-lık Bir Yok-luk” sergimdi. Yaptığım işlerin içime sinmesi ve bunların izleyiciye ulaşması açısından… Mekân ve eserler birbiriyle bütünleşmişti. Yoğun bir izleyici oldu ve yararlı geri dönüşler aldım.
Son olarak “Because This Is A Game” serginiz Gallery Exmachina Barcelona’da ziyaretçilerle buluştu. İspanya’daki sanatseverlerin tepkileri ve geri dönüşleri nasıl oldu?
Açıkçası pandemi koşullarında çok istediğimiz gibi bir sergi olamadı. Sergi ertelendi ve tekrar açıldıktan hemen sonra Barcelona’da yine yasaklar başladı. Galerinin de benim de çok içimize sinmedi. İşler şu an Lüksemburg’da. Umarım pandemi bittiğinde orada ve Paris’te tekrar sergilenecek. Ancak artık sosyal medya sanatçıya nerede yaşarsa yaşasın işlerini tüm dünya ile paylaşabilme olanağı sağlıyor.
Birçok kez yurtdışına heykellerimi gönderdim. Sanat evrensel olduğu için etkisinde de bir farklılık olmuyor. Özünde insan da duygu da aynı…
Malzeme seçimi ve kullanımınız birçok açıdan özel. Özellikle bronzu işleme biçiminiz ve her bir el hareketinizin takip edilebilir olması dikkat çekici. Peki malzeme seçimi ve onu biçimlendirme süreciniz nasıl işliyor?
Tasarımcılıktan alışkanlık sanırım; önce yazıp çizerek başlarım. Heykeli tasarlarım demeyeceğim; heykel içime doğar. Görürüm onu. Malzemesiyle, boyuyla, posuyla… Çamuru perdahlamayı sevmem. El hareketim, parmak izim görünsün severim. İzleyicinin heykelin gidişini, duygunun biçimlenmesini, akmasını hissetmesini önemserim. Heykeli izleyen birini izlemek de benim için bir keyif sanırım.
Farklı heykel serilerinizde farklı sanatçıların, heykeltıraşların izini sürmek mümkün. Sözgelimi “Because This Is A Game”de kimi noktalarda Rodin akla gelirken “Bir Var-lık Bir Yok-luk”ta Giacometti’yi hatırlıyoruz. Peki bu noktada, sizin için öncü olan, belirleyici bir anlam ifade eden sanatçılar, heykeltıraşlar kimlerdir? Sizde nasıl bir etkileri oldu?
Etkilendiğim bir dolu heykeltraş ve heykel var tabi. Her birinin bir özelliği, bir detayı bana yeni kapılar açmıştır. Sadece heykel de değil; hissettiğim, üzerine düşündüğüm, aklımı başka yerlere götüren bir dolu da resim, müzik, yazı, film veya tiyatro eseri de vardır. Hepsi üretimimin bir yerlerinde hissettirir kendini.
Bazı çalışmalarınız boyut olarak daha küçük olurken kimileri bir açık alan sergisi için tasarlanmış gibi oldukça hacimli. Peki, bu noktada çalışmalarınızı nasıl planlıyor, tasarım sürecinizi nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
Dediğim gibi… İlk aklıma geldiğinde; içime doğduğunda boyutuyla görürüm onları. Bazen küçük boyda yaptığım bronz bir heykeli, bittiğinde; büyük ve demir ya da beton olarak da görmenin etkileyici olduğunu düşündüğüm olur. Birkaç kere tekrar büyüğünü yaptığım da olmuştur. Örneğin “çünkü bu bir oyun” sergisindeki “kanatları kendinden” heykelimi gerçek boyda paslanmaz çelik olarak tekrar yorumladım. Gelecek sergimde olacak.
Galeri Selvin’deki “Çünkü Bu Bir Oyun” serginiz hakkında ne söylemek istersiniz?
“Çünkü bu bir oyun” pandemi dolayısıyla ertelediğimiz; aslında geçen yıl açmayı düşündüğüm sergi. 22 bronz heykelden oluşuyor. İnsana dair hikâyeler var. Yalnızlarken ve ilişki hâlindelerken… Galeri Selvin’in Arnavutköy’deki salonunda sergileyeceğiz.
Yeni serginizdeki eserler sadece “bir kadın ve bir erkek”ten türeyerek meydana geliyor. Peki kim bu bir kadın ve erkek, sizin için ne tür bir anlam ifade ediyorlar?
Özel olarak birileri değiller. Hepimiz diyebiliriz; bir varlık olarak. Tüm kimliklerinden sıyrılmış olarak. İnsanlık tarihi boyunca hayatta kalabilmek adına, sosyal birer varlık olabilmek adına içimizden çıkardığımız; bencilliğimizi örttüğümüz, bize benzeyen ama tam olarak biz olmayan yeni benliklerimiz.
Heykellerinizin arka planındaki hikâyeler, içerikleri ve biçimleri kadar dikkat çekici unsurlar. Bu açıdan her anlamda zengin bir altyapının ürünü olduğu söylenebilir. Peki, bu hikâyeler bağlamında üzerinde durduğunuz temel zemin neydi? Sizi besleyen temel kaynak ne oldu?
Hikâye beni üretmeye iten etkendir. O hikâyenin bir fikir olarak soyut haliyle beynimde dönüp durması; bir müzikle yazıyla birleşmesi; gittikçe biçim alması… Ve sonra o hikâyeyi karşımda görmek… Bu çok heyecan verici… Sanatçı araştırır, öğrenir, evet; bilgiyi biriktirir ve işler, ancak sanatını bununla yapmaz. Özsezisi ile hareket eder. Bunu kullanır. Bir nevi cahil cesaretiyle. Her işinde yeniden bir konstrüksiyon kurar; kurmalıdır. Picasso kek kalıbı yapıp sonra sürekli kek yapanları yermek için kullanır bu cesaret eksikliğini. Hep yeni bir şey ararsınız ama baştan yarattığınız bir dil vardır. O değişmez. Dil, konstrüksiyon değildir; karakterdir. İşleriniz değişse de izleyicinin baktığında gördüğü sizdir. Benim sanatımın da temelinde “ben” varım doğal olarak. Değiştirmekten, aramaktan korkmam. Kendim için üretirim temelde. Yoksa bu kadar duyguyla ne yapacağım?
Heykelleriniz gerçeklikle gerçek-dışılık arasında özel bir yerde duruyor. Özellikle çalışmalarınızın daima bir kaide üzerine inşa olunması, sanki bize gerçekliğin başladığı noktayı göstermesi bakımından oldukça önemli. Peki siz bu kaideleri nasıl görüyorsunuz ve çalışmalarınızı nasıl konumlandırıyorsunuz?
Öncelikle; çok güzel ifade ettiniz: “Gerçekliğin başladığı yer”. Tek bir farkla tabii… Ben “Gerçekliğin bittiği yer,” demeyi tercih ederim. Çünkü o kaidede benim dünyam başlar; benim gerçekliğim… Sanat üreten insan kendi gerçekliğini oluşturur. Bu dünyayı “gerçek” denilen dünya ile dengelemekle geçer hayatı; benim de öyle. Belki de kaide bu iki dünya arasındaki sınırdır.
Son bir soru olarak, bize kariyerinizdeki dönüm noktalarından bahsedebilir misiniz?
Sanat okumaya başlamam da atölyemi açmam da birer dönüm noktasıydı tabii. Demiri ilk elime alışım da ilk sergim de… Şu ânda yeni bir sergi hazırlıyorum. “Rüya anıdan sayılır mı”… Bugüne dek öğrendiğim her şeyi, hissettiklerimi, bilgimi, birikimimi yansıtabilmek için elimden geleni yapıyorum. Kendimi aşmaya çalışıyorum. Eğer yeni bir dönüm noktası olacaksa hayatımda; bu sergim olacağını düşünüyorum.
Sorularınız için teşekkür ederim.