Elif Hopyar
Nilüfer Belediyesi, Can Aytekin’in “Geçen Program” adlı sergisine Kevser Güler küratörlüğünde ev sahipliği yaptı. Nâzım Hikmet Kültürevi’nin mekânsal kurgusuyla bağ kuran “Geçen Program” sergisinde Aytekin, sinema-resim arasındaki ilişkiye afiş ressamlığı ve kâğıt malzemeyle odaklanıyor. Yapıtlarında mimari, bellek, hafıza gibi temalara değinen sanatçının bu sergisi, yakın zamanda açtığı Gelecek Program ve Bugünkü Program sergileriyle temas kuruyor. Sinema tarihimizin en özgün işlerinden Metin Erksan imzalı “Sevmek Zamanı” odağında ürettiği afiş, poster, lobi fotoğrafları, sinema feneri gibi efemera külliyatı yer alıyor. Sanatçı Can Aytekin ile sinema-resim ilişkisi bağlamında bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Gelecek Program”, “Bugünkü Program” ve son olarak Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi’nde sanatseverlerle buluşan “Geçen Program”… Üçlemeye dair ilk olarak şunu sormak istiyorum. Sinemaya referans serinin adından başlıyor. Sinemaya ilginiz nasıl başladı?
Filmlere olan ilgim eskiden beri vardı. Bizim kuşak televizyon çocuğu olarak büyüdük. Sonrasında sinemaya gitmek, film festivalinde bilet aramak ya da üniversite kulüplerinde film seyretmek çok sevdiğim şeylerdi. 1990’larda Sarkis Paçacı’nın sahibi olduğu Naregatsi Kafe’de hem çizgi romanlar satılır hem de haftada bir gün videodan film izlenirdi. Jim Jarmush filmlerini ilk kez orada keşfettim. O zamanlar vhs video kasetlerden film seyrederdik. Bugün ise Mubi gibi kanallar yoluyla bilgisayar ekranına geçtik. Şimdi fark ediyorum ki yaşadığım tüm bu hızlı değişim karşısında gösterdiğim bir tepki olarak görülebilir bu sergi.
Sinema ve resim arasında ilişki üstüne neler söylemek istersiniz?
Sinema, fotoğrafa benzer şekilde ortaya ilk çıktığı günden bu yana resimle ilişkili bir disiplin. Resim temel bir sanat eğitimi olarak görülebilir. Kompozisyon, mizansen, mizanpaj, ışık kullanımı vs. Resim tarihi bize hala çok şeyler öğretebilir. Fazla sayıda yönetmenin resme olan ilgisini keşfetmem benim için ayrıca yol gösterici oldu. Fellini’den Kurosawa’ya, Julian Schnabel’den Atıf Yılmaz’a kadar çok farklı isimleri sayabiliriz.
Serinin son halkası Bursa’ya taşınıyor. Nilüfer Sanat ile sergi fikri nasıl gelişti?
Kevser Güler beni davet ettiğinde çok sevindim. Nazım Hikmet Kültürevi’ndeki mekan, gösteri salonunun yanında bulunan ve büyük beyaz panolarla sergileme alanına dönüştürülmüş yüksek tavanlı bir mekan. Sokağın ölçeğini içeriye taşıyarak ilave osb ahşap panolar sayesinde sokak, fuaye ve galeri arasında bir geçiş mekanı oluşturduk.
Serinin odağında Metin Erksan’ın kült filmi “Sevmek Zamanı” var. Doğu-Batı bağlamında bir anlatı olarak yorumlanan, stilize, zamanın ötesinde bir iş olan Sevmek Zamanı sizi nasıl etkiledi? Neden Sevmek Zamanı?
Bu film resimle oldukça ilişkili. Hem müthiş masalsı siyah beyaz görselliği hem de surete aşık olan bir boyacının hikayesi olmasıyla. Her iki yönüyle de beni etkiledi. Hikayenin benzeri Hüsrev ile Şirin’de geçiyor. Metin Erksan’ın Sanat Tarihi okuduğunu biliyoruz. Erksan’ın İstanbul Üniversitesi’ndeki hocası olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mezuniyet tezi de Hüsrev ile Şirin. Bu geleneksel anlatıyı sinema diline çevirmesi müthiş. Kendi döneminin Avrupa sinemasıyla yakından ilişki kuran bir film aynı zamanda. Antonioni filmleri aklıma geliyor. Alain Robbe-Grillet’nin 1963 yılında İstanbul’da çektiği l’immortale (Ölümsüz Kadın) filmi var.
Sizin bir sanatçı olarak ele aldığınız konuların başında hafıza-mekân geliyor. Mekânın Poetikası‘nda Gaston Bachelard, “Doğduğumuz ev, anılar bir yana, fiziksel olarak içimize kaydedilmiştir,” der. Sevmek Zamanı ile kurduğunuz mekânsal bağa dair neler söylemek istersiniz?
Filmde gösterilen mekanların tümü İstanbul’da. Herkesin bildiği, her gün yaşadığı yerler. Sıradan görüntüler bekliyorsunuz. Ama öyle değil. Ada’da başlıyor ve Göl’de bitiyor. Sokaklar, binalar İstanbul’un içinde ama sanki sadece filme ait mekanlar olarak görüyoruz. Burada anonim olanın öznel hale gelişi filmin kurgusundan önce kadrajların seçimiyle başlıyor. Erksan önce bir ressam gibi başlıyor, film boyunca resimleri arıyor.
Önemli Fransız düşünürlerden Marc Auge Unutma Biçimleri‘nde bellek ile unutuş arasındaki ilişkiyi, yaşamla ölüm arasındaki bağla özdeşleştirir. Sevmek Zamanı bu bağlamda bize neler söylüyor?
Evet, çok sevdiğim bir kitap. Auge, unutulan şeyin olayın kendisi değil, bellekte kalan izlenimi yani anısı olduğunu söylüyor. Filmde Boyacı Halil, Meral’in fotoğrafına her baktığında bu anıyı tekrar tekrar yaşar. Bu yüzden Meral’in ortaya çıkışını tehdit olarak görür. Filmin sonunda bu fotoğrafı suya atar, imgeler kaybolur ve film biter zaten.
Üretim pratiğiniz ile malzeme çeşitliliğiniz göz önünde bulundurulduğunda bu üçlemede, şimdilerde var olmayan afiş ressamlığı önemli bir yer tutuyor. Afiş ressamları için, sinemamızın belleğini oluşturduklarını söyleyebilir miyiz?
Afiş ressamlığı, filmi tanıtmak ve insanları sinemaya çekmek için ticari kaygılarla üretilen afişleri tasarlamak aslında. Bunun yanı sıra sinema cephelerine asılan çok büyük ebatlı sinema fenerlerini hazırlayan ressamlar var. Özellikle 1950’ler ve 1960’larda şehrin sokaklarını kaplayan görsel popüler kültürü bunlar oluşturuyor. Önce litografi, sonra ofset baskıyla çoğaltılan küçük fotoğrafları büyüterek ve renklendirerek resimler üretiyorlar. Düşünün, tüm siyah-beyaz filmlerin afişleri rengârenk yapılıyor nedense. Bazen filmde olmayan görseller bile afişe girebiliyor. Oldukça zengin ve eğlenceli bir konu aslında. Afiş ressamları sadece filmlerin değil tüm şehrin görsel belleğini oluşturuyorlar.
60’ların kültür-sanat ortamında pek çok farklı disiplin de iç içe. Edebiyat, özelde şiir, resim, müzik… Fransız Yeni Dalgası, İtalyan Yeni Gerçekçiliği gibi dünyayı saran akımlar da ulusal sinemacılarımızı etkilemiş. 60’larda akademi, kültür-sanat ortamını siz nasıl yorumlarsınız?
Çok haklısınız. Biraz önce bahsettiğim konu, Tanpınar Akademi’de de hocalık yapıyor aynı zamanda. Çolpan İlhan ve Ayhan Işık Resim bölümünde okuyor. Attila İlhan ve Orhan Kemal Yeşilçam için senaryolar yazıyorlar. Bu yıllarda resim bölümü mezunu Sami Şekeroğlu’nun Akademi’de Film Arşivi’ni kurduğunu biliyoruz. Onat Kutlar’ın öncülüğünde Sinematek de bu yıllarda başlıyor. Bu yıllarda belki biraz amatörce ama çok sahici arayışlar ve ilişkiler var sanatçılar arasında.
Siyah-beyaz çekilen film, üçlemede renkli. Aslında filmin bir yerinde renkten de bahsediliyor. “Renkli düşünmek” fikri üzerine neler söylemek istersiniz?
Filmdeki renk bölümünü hatırlayamadım şimdi. Renkli olmak genelde fazlalık olarak değerlendirilmiştir. Renkler ışıkla birlikte değişir, solar, kaybolurlar yani güvenilmezdir. Esas olan biçimdir. Boyalı kadın, boyalı basın hep olumsuz çağrışımlar taşır. Ben renklendirmeyi de bu sergide konu olarak alıyorum.
Walter Benjamin 1936 yılında kaleme aldığı makalesinde teknik olarak bir sanat yapıtının yeniden üretilebilirliği noktasında, fotoğraf ve sinemanın buna en elverişli sanat dalı olduğunu ifade eder. Bazı filmlerin, burada olduğu gibi ilham vermesini nasıl yorumlarsınız?
Benjamin’in bahsettiği çoğaltma ve imajda orijinalin olmayışı meselesi baskı teknikleriyle başlamıştı. Gravür, litografi gibi çoğaltma yöntemlerinde baskı kalıbı silinir, kaybolur ama edisyonlar her yerdedir. Dürer, Rembrandt, Goya, Lautrec bunları bize gösterdi. Benjamin’den daha önce Duchamp’ın bir pisuarı ( Çeşme-Fountain) sergilemesiyle olay başka bir boyut kazanmıştı zaten. Ben resimlere her baktığımızda farklılıkların ortaya çıktığını düşünüyorum. Çerçevenin içine kapanan imajlar değil de neredeyse her şeyle ilişki kurmaya çalışan, açık yapıtlar olduğunu düşünüyorum. Filmler, fotoğraflar, afişler, resimler, mekanlar birbirleriyle konuşuyorlar.
Malzeme kullanım yönteminiz ve sergi kurulumundaki teknik de oldukça çarpıcı. Her sergide mekânı yeniden kurguluyorsunuz.
Boş bir mekânın aslında tam da boş olmadığını biliyorum. Mimari yapısı, daha önceki sergiler, ilave edilen duvarlar, vs. Bu sergilerde, işportacı gibi koltuğumun altındaki dosyayla dolaştığımı söyleyebilirim. Yanımda getirdiklerimle sergi boyunca sürecek bir düzenleme yapıyorum.
Yeni işlerinizde sinema yine yol gösteriyor mu? Serinin ardından hangi proje üstüne çalışıyorsunuz?
Uzun süredir d grubu logosuyla uğraşıyorum. Belki bir sergi haline getirebilirim. Ayrıca süsleme üzerine çalışıyorum. Mozaikler, çiniler, vitraylar, kumaşlarla duvarların, tavanların, yüzeylerin kaplanması, örtülmesiyle oluşan mekanlar bana heyecan veriyor. Bunlar üzerine çalışmak istiyorum.