.

Onur Sakarya: “Hayatım nereye giderse şiirim de oraya gitti.”

Elif Şahin Hamidi

Onur Sakarya, en berbat mahallelerde, en berbat sokaklarda, en berbat yolculuklarda, en berbat mekânlarda bulunmuş; hamallık da yapmış loto makinesinde kupon da kesmiş, kamyon tamirhanesinde de çalışmış bankacılık da yapmış bir şair. Çöp kamyonu şairi… Hayatı neredeyse şiiri de oraya gitmiş. Gördüğü, hissettiği, deneyimlediği, yaşadığı ne varsa şiirine yansımış, şiirini var etmiş. Samimi bir şiir ortaya koymayı başaran Onur Sakarya, son kitabı Tekliler ile “Atilla İlhan Şiir Ödülü”ne layık görüldü. Bu vesileyle, iyi bir şair ve lisans döneminden sınıf arkadaşım olan Onur’la bir söyleşi yapmaya giriştim. Diyor ki Onur, “Bence şiiri de o kadar kafanda büyütme. Hayata karış, o sana şiiri getirir.” Evet, hayata karışın, şiir gelecektir elbet.

En baştan başlamak istiyorum, yani okuma yazma yolculuğunun en başından. Ortaokul yıllarından beri şiir yazdığını biliyoruz. Onur Sakarya’nın şiirle tanışıklığı, şiire adanmışlığı nasıl başladı ve gelişti?

Hırsızlıkla başladı. Halamın üniversite yıllarında yazdığı bir şiiri, benim diye sınıf arkadaşlarıma okumuştum. Adı “Uzaktan Sevmek”ti. Sonra olay büyüdü ve edebiyat hocamız bir de ona okumamı istedi. Okudum. Çok beğendi. Dedi ki: “Haftaya kadar sivil savunmayla ilgili bir şiir yaz, yarışmaya gönderelim.” Hayatımda şiir yazmamışım. Mecburen bir şeyler karaladım. O şiir gitti, Ceyhan’da birinci şiir seçildi. Kaymakamın da hazır bulunduğu bir törenle dolmakalem seti verdiler ve bir miktar para. Şiire böyle başladım. Sonra şiirden hiç kopmadan otuz küsur yıl devam ettim. Şimdi de buradayım.

Son kitabın Tekliler ile “Atilla İlhan Şiir Ödülü”ne layık görüldün. Bu kitaptaki şiirler nasıl doğdu, nasıl bir çalışmanın ürünü bu kitap?

Tekliler, son dönem yazıklarımla eskiden yazdıklarımın toplamı. Bir dönem tuhaf şiirler yazmıştım. O zamanlar ben de bir tuhaftım. Ondan olmalı. Şiiri ironiyle kurduğum dönemler. Zula kitabım çıktıktan sonra devam ettiğim bir şiir süreci. Bir kısmı bu. Bir kısmı da son dönem yazdığım daha ağır şiirler. Kitabın kapağında kaset resmi var. Boşuna değil ya da tesadüf. “Tekliler”deki bütün şiirleri tek tek bir şarkı gibi gördüm. Nihayetinde “tekli”, müzik dilinde “single” olarak geçiyor. Sonra da vücut buldu ve basıldı ve ödül aldı.

İlk kitabın Eksik Adam ile Homeros Edebiyat Ödülleri 2012 Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldün. İkinci kitabın Yancının Aşkı, 2013 Uluslararası İstanbul Şiir Festivali Kitap Ödülü’nü aldı. 2023 yılında, Bursa Dergiler Platformu Bursa’dan Şiire Katkı Ödülü’ne değer bulundun. Pek çok şairin-yazarın hayatında büyük yeri olan yarışmalar ve ödüller hakkında ne düşünüyorsun?

Hepsinin masum olmadığını düşünüyorum. Kimseyi töhmet altında bırakmak değil niyetim, ama bu bir gerçek. Ben Attila İlhan Ödülü aldıktan sonra herkesin yorumu aşağı yukarı şu oldu: hak edilmiş bir ödül. Bu sevindirici, çünkü insanların ödül olayına bakışı genelde olumsuz. Gene de insana bir itici güç sağlıyor mu? Bana sağladı. Arkadaş Z. Özger 2003’te adım anıldığında henüz yirmi iki yaşındaydım ve devam etmem gerektiğini düşündüm. Aslında şiir bende başladığından beri ondan hiç kopmadım. Şiir hep vardı. Şiir hep en iyi dostum oldu. 

Loto Kafa Loto Mermer kitabın için yayınevi “anlatı” diyor, Tımarsız Kafalar, “günlük” olarak tasarlanmış, mini hikâyeler var bu kitapta. Senin şiirine “sokak şiiri” diyenler var. Bir türe sıkıştırmak ne kadar doğru yazdıklarını ve “anlatı” demek Onur’un yazdıklarını kapsayan bir kavram mı?

Yancının Aşkı çıktığında birkaç röportaj vermiştim. Kendi şiirimi “Milenyum Toplumcu Gerçekçiliği” olarak değerlendirdim. Fakat bu 40’ların gerçekçiliği değil. Bana çok lümpenleri yazıyor dediler. Yazdım evet. Yancının Aşkı, Zula, Kamyon, Yerin Dibi Bakanlığı Kâtibi kitaplarım öyle. N.A.L öyle mi? Ya da Misafir Odası Kanıyor? Şiirlerime “deli şiirleri” diyen de oldu. Tımarhaneden şiirler yazdım. Çünkü oradaydım. Bu insanların arasında kaldım. Soluk alıp verdim. Duş sırasına ya da yemek sırasına girdim. Devletin nevresimleriyle boğuştum. Korkunç geceler geçirdim. Hiç unutmam tinerden kafayı sıyırmış bir çocuk vardı. Durdu durdu “hepinize mutluluk ısmarladım” dedi. Son dönemkiler ise mesela Bir Kafanın Girdabı, işte o çok farklı bir şey. Onun için alışığım dönem dönem farklı yakıştırmalar yapılmasına. Sorun değil.

Babanın kütüphanesinden bahseder misin biraz? Ödül törenindeki konuşmanda söylediğin üzere, Atilla İlhan şiirleriyle o kütüphanede tanışmışsın, Ben Sana Mecburum kitabını defalarca hatmetmişsin. İlk zamanlarda ona öykünerek yazdığın onlarca şiirin varmış, onun gibi yazmaya çalışmışsın. İlhan’ın şiirleri, sana şiirde ritmi öğretmiş. Bunları biraz daha detaylıca anlatır mısın?

Babamın kütüphanesinde sadece Attila İlhan yoktu: Ümit Yaşar Oğuzcan, Orhan Veli, Karacaoğlan gibi gibi… Liste uzar. Öykünerek başladım, evet. Çünkü rehberim sadece o kitaplardı. Onları taklit ettim. Kendi sesimi bulana kadar birçok şair okul oldu bana. Mesela Orhan Veli okuduktan sonra iki günde elli tane şiir yazdım. Lisede merhum Adnan Satıcı edebiyat öğretmenimizdi. Şiirlerimi götürdüm. Hepsini yak dedi. Ağlayarak yaktım. Kendimi sıfırladım ve şiire yeniden başladım. Üniversitedeki arkadaş grubum da bana çok şey öğretti. Güray Onok, Nazım Ünal Yılmaz, Yusuf Z. Zeybekoğlu… Şiir tartıştık, sanat konuştuk, kitaplar okuduk, hep okuduk. Benim şansım yirmili yaşların başlarında Adam Sanat’ta yayımlanmak oldu. Güzeldi. Çok okuduk çok…

Lotoculuk, depoculuk gibi işlerde çalıştın ve en son Nilüfer Belediyesi Edebiyat Müzesi’nde çalışmaya devam ediyorsun. Şiirin, yazdıkların sokaktan, hayatın tam içinden besleniyor. Yaşadıklarından neler öğrendin, şiirine nasıl bir yön verdi yaşam deneyimlerin?

En berbat mahallelerde, en berbat sokaklarda, en berbat yolculuklarda ve en berbat mekânlarda bulundum. Birçok işe girdim. Hamallık da yaptım loto makinesinde kupon da kestim. Kamyon tamirhanesinde çalıştım, ama bankacılık da yaptım. Şimdi yedi senedir Nilüfer Belediyesi’ndeyim. Kamyon kitabı kamyoncuda çalıştığım dönem çıktı. Loto Kafa Loto Mermer, lotocuda. Hayatım nereye giderse şiirim de oraya gitti. Samimiyim. En önemlisi de şiirde samimiyettir. Sahte bir tat alınırsa şiirimden o anda büyü bozulur. Okur, olumluyu sezecek sende. Önemli bir şey daha: şiir anlaşılmaz, şiir sezilir. Şiir sezgiye temellidir. Şiirin sezgiselliği başka hiçbir sanatta bu kadar derin değildir. Sanırım okur bunu seviyor.   

Onur Sakarya

Senin şiirlerine kendinden yola çıkan, yani bir parça otobiyografik şiirler diyebilir miyiz? Mahrem yanlarını okurla paylaşmak biraz ürkütmez mi, tedirgin etmez mi şairi?

Başlangıçta sırsızım dedim. Sırrım yok. Her şey ortada. Mecnun ve meczup olan sırsız olur ve böylece sırra erer. Ben hem mecnunum hem meczup. Aşk ve delilik birleşince sır perdesi ortadan kalkar. Her şeyi yazdım. En çok da zayıf yerlerimi. Ne oldu biliyor musun? Ben yazdıkça bunları, rahatladım. Bana doğru bunu kullanacak kişi hiçbir şey yapamaz. Mecnun ve meczup olmak bunu gerektirir. Eğer gerçekten bu sırra erdiysen saklayacak bir şey olmaz. 

İlk şiirini yazdığın günden bu yana şiirin nasıl bir dönüşüm geçirdi peki? Şiir yolcuğuna dair neler söylemek istersin?

Eksik Adam’la başlayan varoluş sancısı ve insandaki eksiklik. Yancının Aşkı kenar mahalle ağzı ağırlıklı. Zula çeşitli denemeler. Kamyon bol ironi gibi. Hepsi farklı bir ruh taşıyor. Bunun için baştan sona hepsini okumak lazım. Mesela şu aralar çok farklı bir dosyaya başladım. Serüven bu ve her durak bir öncekinden farklı diyebilirim.

Onur Sakarya şiirine yön veren şair ve yazarlardan bahseder misin? Orhan Veli, Atilla İlhan küçük yaşlarda ilham kaynağındı. Rehber edindiğin, sana kılavuzluk eden diğer şair ve yazarların kimler?

Metin Eloğlu, Ahmet Muhip Dıranas, Allen Ginsberg, daha var tabii ki de şimdi doldurmayalım sayfaları. Çok var. Her şair bir okul. Her şairden öğrendim. Her şairden farklı bir tat aldım. İyi şairler beni duygulandırıyor ve bazen ağlamak istiyorum. Saygı duyuyorum. Hepsini kendi vücut bulmuş halleriyle değerlendiriyorum. 

Doğan Hızlan, “Şiir bir ayıklama, aza indirgeme sanatıdır. Şiir okurunun azlığı da bu yüzdendir” diyor. Neredeyse hemen herkes gençlik yıllarında bir şiir yazma girişiminde bulunmuştur. Ama şiir okumak konusunda o kadar da hevesli değil çoğunluk. Şiirin yeterince ilgi görmemesini sen neye bağlıyorsun?

Şiir yeterince ilgi görüyor. Bin yıl önce de azınlık seviyordu, 2024’te de azınlık seviyor. Değişen bir şey yok. Her dönem aynı. “Şiir öldü”: Mesela klasik laf. Adam 2000 sene önce yazmış: şiir öldü. Şiire bir şey olmadı. Aynı. Okuyanı oranlarsak aynı. Şiir sanatına bir şey olmaz. Şiir öyle güçlü bir nehirdir ki denize döküleceği yolu bulur.

Bazen tıkanır kalır ya yazar-şair, yazı-şiir ilerlemez. Bu tıkanma anlarında ne yapıyorsun, “öyleyse burada ara vereyim” mi diyorsun? Bir mola vermek yeterli mi senin için?

Tıkanma anlarında kendi haline bırakıyorum. Maç falan izliyorum. Günlük burç yorumlarına bakıyorum. Televizyonda dizi izliyorum. Yürüyüşe çıkıyorum. Kasmıyorum. O gelir. Uzun dönem gelmediği olmuştur. Heyecanlanmam. Kasmam. Şiir şiir diye ölüp bitmem. Su akar yatağını bulur. Kadercilik değil bu. Öngörülmüş başıboşluk.

Birhan Keskin “Her gün ömür sözcüğünü bir kez kalbimden geçirdim…” diyor. İnsan, ölümlü olduğunun bilincinde, yolun sonuna bir gün varacağının ayırdında olan bir varlık. Ölümlü olduğunu bilmek ve bu bilginin verdiği kaygı, şaire ve şiirine nasıl yansıyor diye sorsam?

Buna kısa cevap vermek istiyorum. Ölümden korkmuyorum. 

Yine Birhan Keskin’den bir alıntı yaparak soracağım: “Şiir yazan insan sürekli eksilir. Hâlâ şair oldum diyemem” diyor Keskin. Şair sürekli eksilir ve bir gün yok olduğunda mı şair olur? Türkiye’de şiirle uğraşmak, şair olmak zor zanaat değil mi? Onur Sakarya şair oldu mu?

Şair oldun, diyorlar. Aslında biliyor musun, bu zaman meselesi. Zamanın hangi şairi var edeceği belli olmaz. Hayatında değer görmemiş biri birden halkta ses bulur. Fakat şair olmak zor. Bir yerde yazmıştım: Şairlik kötü bir şey. Tek hücreli bir canlıya dönüşene kadar mücadele ediyorsun. Sonra yok olup gidiyorsun. O hücreyi koruma altına aldıklarında sana gerçekten şair diyorlar. Yoksa şiir yazandan çok ne var memlekette? Severiz biz şiiri.

Peki, neden yazarız, insan neden yazma ihtiyacı hisseder, niçin sanatla uğraşır? Sait Faik “yazmasaydım delirecektim” diyor ya hani, sen neden yazıyorsun?

Niçin mi? Kendimi boşaltılmış bir çöp kamyonu gibi hissediyorum şiir bitince. Evet, ben çöp kamyonu şairiyim. Doluyor boşalıyor. Pis de kokuyor. Rahatsız ediyor. Ne zaman döksem çöpü “oh be” diyorum. Sonra bir daha doluyor. Hayat böyle geçiyor. Son söz olarak, bence şiiri de o kadar kafanda büyütme. Hayata karış, o sana şiiri getirir.