.

Biyopolitik Bir Sistem Kurucu olarak Sanatçı: Mehmet Ali Yıldız’ın Yalancı Bahar Sergisi

Zeynep Nur Ayanoğlu

Zeynep Nur Ayanoğlu, Mehmet Ali Yıldız’ın One Arc Gallery’de açılan ilk kişisel sergisi “Yalancı Bahar” üzerine konuştu.

Sergi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler… Seni tanıyarak başlayalım mı?

Ben teşekkür ederim, bu sergi hakkında konuşmak benim için bir zevk. 1994 yılında İstanbul’da doğdum. Bu serginin çıkış noktası olan bahçeli bir evde, Çekmeköy’de büyüdüm. Akademik tarafta lisans eğitimimi Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde tamamladım. Ayrıca aynı kurumda yüksek lisans öğrenimime devam ediyorum.

İlk kişisel sergin Yalancı Bahar 14 Ocakta One Arc Galleryde açıldı. Serginin adını nasıl koydun?

Yalancı Bahar aslında uzun zamandır şekillendirdiğim bir proje. Bu isim önceki mevsimlerde paylaştığım süreçlerle doğrudan alakalı. Burada hem zamansallık gösteren bir geçmiş anıtı hem de ekolojik olarak yeri doldurulamayan bir boşluğun referansı görülebilir. Yalancı Bahar önceki senelerde yaşayan bitki örtüsü ile oluşurken, olan bitenle ilişki gösterirken aynı zamanda ait olmadığı bir zamana, mevsime ve alana yeni bir pencere açan bir aradalığı kapsıyor. Sergiye kadar hayatta idiyse de şu an kurumuş ve ölü halleriyle bulunan, hâlâ renkten, izden ve imgelerden bahseden çiçeklerin dile getirdiği bir söylem kuruyorum.

Tuval üzerine yağlı boya veya karışık teknik uygulayarak yaptığın A Handful of Snakesve Cold Blood Snakes” resimlerinde tablonun tamamını kaplayan yılanlar görüyoruz. İşlerinde bunun dışında bir hayvan resmi bulunmuyor. Yılan ne ifade ediyor senin için?

Yılanlar üretimimin saf aksiyon tarafını oluşturan bir seri. Bu işlerde çok daha beden, boya ve davranış ön planda. Bu resimler, diğer üretimlerle paralellik gösterirken aslında amorf ve tahmin edilemeyen kütleler ortaya koyuyor. Yılanlar, kültürde yeri olan ötekiliği sıyırıp atan, çok daha soyut ve yalnızca bir aradalıklarıyla var olan tek hayvan. Yani yılanlar aile gibi bir arada ve birbirine geçmiş. En canlı ve yaşayabilen bir biçimde sergide yer alıyor. Tüm bu bağı ve süreci sentezleyen hem kavramsal hem de biçimsel bir aradalıkları bu iki iş tamamlıyor.

My Fathers Expansionist Jacket” (Babamın Yayılmacı Ceketi) başlıklı tabloda tuval üzerine bahçe aleti, ceket, çiçek, ateş ve karışık teknik” kullanıyorsun. Serginin kavramsal çerçevesine geçmeden önce burada kullandığın malzemelerden ve uyguladığın karışık teknikten bahseder misin?

Bu iş özelinde de diğer işlerde de bir araya getirdiğim malzemeler işlerin nereye gideceğini ve nereden geldiğini özetler nitelikte. Malzemeler aslında yansıttığı durum ve duygunun içerisinde yer alan harekete geçiren ya da hareket veren nesneler ve yapılarla bir araya geliyor. Bu sebeple resimlerin hepsi deneysel süreçlerle oluşturuluyor. Başlıca görebildiklerimiz doğal medyumlar ve nesneler. Bunlar aslında resim malzemesi olarak anılmayan ve doğrudan tuvalde görebildiğimiz malzemeler. Kireç, toprak, bitki, ateş ve hazır nesneler bir araya gelirken, tıpkı mutfakta tarif oluşturur gibi birtakım bileşenlerle birlikte yer alıyor. İşlerin katmanlı yapısı bu tariflerin birleştirilmesiyle oluşuyor.

Fahriye Çobanoğlunun sergi metni bir Cioran alıntısıyla açılıyor. Bana kalırsa, çiçekler insandan çok daha önce vardı ve insanın gelişiyle hâlâ içinden çıkamadıkları bir şaşkınlığa gömüldüler.” Bu cümle Yalancı Bahar sergin için nasıl bir anlam köprüsü kuruyor?

Çiçeklerin bendeki en harekete geçirici yanı bizim bahçemizde yetişen, bizle var olan ve duygularımızla yeni anlamlara bürünen bu hâlleri. Çiçekler aslında benim bedenim kadar gerçek ve yaşayan, sürece dahil olan birer figür. Bu sebeple benim olamadığım yerde olabilir, gidemediğim yere yollayabildiğim elçilerim gibi davranabilirler. Bu sebeple bu mutlak birliktelik artık şaşkına dönmüş çiçeklerin teslimiyeti ve masumiyeti ile şekil alabiliyor.

Açılışta videolarını gösterdiğin dört buçuk metrelik işinden bahseder misin?

O işin adı “Mother.” Merkezde yer alan bir kraliçe gibi düşünebiliriz. 450 cm’lik dev bir anıtsal resmin yakılmak için hazırlanması ve ateşe verilmesiyle oluştu. Bu sebeple aslında tüm malzemesi nasıl yanar diye bir araya getirilmiş ağaçlardan oluşuyor. Tabii ki onlar da bu bahçeden. Ateşe verildikten sonra işin %80’i kül oldu. Ancak bundan pişman değilim. Çakmağı ben çaktım.

Bu resmin bendeki en büyük önemi normları belli olan bir sanat yapma biçiminin bana baskın gelerek kendi kurallarını koyabilmesiydi. Bu ateş gerçekti. Ve bu deneyim diğer işlerimde aramam gereken başka bir tadı bana öğretti. Gerçek hissettirmesini.

Üretim sürecinin son basamağı olarak dikey biçimde ateşe verdiğin işlerinden bahsederken ateşi hangi aşamada söndürdüğünü sorduğumda, ona hiçbir şekilde müdahale etmediğini söyledin. Kendi kendine söndüğü noktada ateşten arta kalanı görüyoruz. Bu, doğadan aldığını ona geri vermenin ilgi çekici bir yolu. Geriye kül kalsaydı onu sergilerdim,” diye çarpıcı bir cümle kurdun. Bu anlayışını açıklar mısın?

Sanat yapmak ile bu eylemi ya da nesneyi göstermek arasında fark var. Ben sanat yaparken birtakım nesne, davranış ve süreçlerle ilgileniyorum. Bana kazandırdığı en büyük şey bu deneyim. Bu sebeple sonuçlar benim kontrolümden çok benimle var olan her şeyi ilgilendirir. Temelinde evet birer resimler, asılabilirler ve bez üzerine yapılmışlar. Buraya kadar alışılmış bir medyum. Hatta buraya kadar benim davranışlarım da sanat yapma niyet ve normlarına uygun. Ancak bu kümeye dâhil olmayan şeyleri bir araya getirmek yeni anlamların filizlenmesine yol açabiliyor. İşte bu yüzden arta kalan kül de olsa, olan bitenin en büyük kanıtıdır. Eğer iş bu sanat nesnesinden bahsetmeye geldiyse bunun tanımı sınırsızdır. Bu kül de, is de olabilir.

Yine Fahriye Çobanoğlunun sergi metninde işaret ettiği politik olan ve apolitik olan arasındaki görünmez toplumsal hiyerarşileri” işlerinde nasıl bir yere konumlandırıyorsun?

Bu işlerdeki en temel politik ilişki kendi hayatlarını yaşayan bu canlı topluluk hakkında benim karar alabilmem. Bu çiçeklerin hepsini biz ektik, hayatta tuttuk ve bir araya getirdik. Zamanı geldiğinde de bazen en iyi görününeni, bazen en renklisini yine ben kopardım. Bu tıpkı biyopolitik bir sistem kurmak gibi. Ve çiçekler olan bitenler için canını veren biricik taneler. Bu yüzden benim için düşünüldüğü kadar kolay bir eylem değil. Hatta işler bu yüzden oldukça anıtsal görünüm ve boyutlarda. Bu çiçekleri öldürecek kadar çok seviyorum. Onların hepsini anıyor ve kendi zamanlarının kahramanları gibi davranıyorum. Onlara borçluyum.

Üretimlerinde başat bir rol oynayan, sergi kitapçığının başında bir fotoğrafına da yer verdiğin ailenle yaşadığın bahçeli evden taşınarak Kadıköyde binalar içinde yaşamaya geçmek sanatçı olarak düşünce ve işlerini belirli bir yönde etkiledi mi?

Doğrusu ev diye bahsettiğim yer o bahçe ve ev. Ailem orada, ben hâlâ orada yoğun vakit geçiriyorum. Atölyenin artık daha sosyal bir yerde olması aslında şu anki yaşım, davranışım ve umduklarımla alakalı. İşleri farklı bir yerde üretmek, sergilemek ya da bahsetmek bana orayı sırtımda taşımak gibi hissettiriyor. Tabii ki bu konunun avantaj ve dezavantajları oluyor ancak ben bunları yaşamam gereken dönemdeyim. Yine de ait olduğum yeri biliyorum. Ve köklerimi uzakta aramıyorum. Bu yalnızca gidip tohumlar saçmam gereken bir dönem.

Sergide yer alan videoda annen nelerden bahsediyor? Neden anneni konuşturmak istedin?

Çünkü annem bahçe için bir tanrı. Temelde bu sergi, çiçekler ve ben, hepimiz aslında ondan kaynaklanıyoruz. Annem çiçeklerini çok sever. Çiçekleri de onu. Annem bu videoda bir çiçeğin nasıl yetiştirildiğinden bahsediyor. Bu, onun bir evreni ayakta tutma tarifi gibi. Ben yalnızca derleyen, bir araya getiren ve bahsedenim.

Şu sıralar kafa yorduğun ve bundan sonraki üretimlerinde karşılaşmayı bekleyebileceğimiz belirli kavram veya temalar var mı? Varsa, hangi kaynaklardan besleniyorsun ve neler okuyorsun?

Doğrusu ne ile çalışacağım konusunda bugüne kadar hiç zorluk çekmedim. Bence kendimize yakın olan en küçük detaylar bile ona nasıl baktığımızla birlikte yeni şekiller alabiliyor. Bu sebeple ben yine kendi tarafımda zamanla olan bitenleri görmeye çalışacağım. Tabii ki bu olan biteni keşfederken ilişkiye girdiği kavramları yakalamak gerekiyor. Bu sergi ile ilgilenirken genelde iki başucu kaynağım oldu. Bunlardan biri doğrudan kuramsal yorumu ve alanım dışındaki tanımları keşfetmek için Agamben’in Kutsal İnsan’ı oldu. Bu kitap aslında hiç de bitkilerle alakalı değil. Zaten amacım buradaki ilişkiler bütününü yorumlayabilmekti. İkinci kaynağım ise genelde plastik çözümlemeler için ufkumu açan Mark Miodownik’in Eşyanın Tabiatı. Bu kaynakla beraber malzemeler üzerine düşünme yetimi biraz daha alevlendirebildim. Bundan sonraki çalışma disiplinimi hesaplamak çok zor. Hayat sürprizlerle dolu. Olan biteni beraber göreceğiz.