Esin Hamamcı
Tekgül Arı’nın 2015 yılında NotaBene Yayınları’ndan yayınlanan Aşk Susmadan Git romanı, konusu itibariyle güncelliğini her daim koruyan bir noktaya parmak basıyor: Aşk. Roman, “kadın” ve “erkek” kimliği üzerinden söylenmiş tüm sözleri tekrar gözden geçirerek “Aşk susar mı?” sorusuna odaklanıyor ve cinsiyet kavramına ayna tutuyor. Aşk Susmadan Git’in ilk sayfasından itibaren “ötekileştirilen” bireylerin hayatlarındaki karmaşaya tanık oluyoruz.
Romanın kahramanı Seyran, evine girer girmez kulağına gelen müzik ile canlı bir hayattan “ölgün” bir hayata, ruha geçiyor. İçeriden gelen egzotik müzik, kapının eşiğinde duran Seyran için farklı, mekân içerisindeki erkek karakter -kocası- için farklı anlam taşıyor. Müziğin etkisiyle açılan sahnede egzotik ezgiler, kadın ve erkek karaktere başka şekillerde sirayet ediyor:
“Uzun zaman önce ruhunun en tenha köşesine usulca bırakıp üzerini örttüğü duyguları, doğrularak ortaya çıktı. Müziğin ritmine uyan yeni bir başlangıç umudu, canlanmış yüreğine hızla dokundu. Tenindeki izleri silinmiş dokunuşları yeniden çizmek, onunla bir bütün olmak için dayanılmaz bir istek duydu. Ancak yapmayı düşündüğü sürprizi bozmamak için tıkırtı yapmadan girdiği evden, çıkışı da sessizce oldu” (s.5)
Seyran, aldatıldığını öğrendiğinde kurumuş boğazını, kesik kesik çıkan nefesini toparlayıp alt katın merdivenlerinde bir süre oturuyor. Kocasıyla yaşadıkları onca güzel anları bir araya getirip o anda kalmak istiyor. Yazarın deyimiyle “bir kırıntının” peşine düşüyor. Ruhu “buruş buruş” oluyor. “Bitti” sözcüğü aynı zamanda bir başlangıca kapı aralıyor. Seyran’ın hislerinin verilişi, olayın anlatılış anı, mekânın etkisiyle gerçekleşiyor. Evin girişi ve üzerine kapadığı kapı… Eşiğin içerisinde ve dışarısında kalma hâli, olayların sonucuna dair bir ipucu vererek dramatik ironi unsuru oluşturuyor. Aynı zamanda eşikte duyulan müzik de bu ironiye eşlik ediyor. Egzotik, neşeli, hareketli müzik iç mekânı ritmik bir şekilde tarif ediyor. Seyran’ın kapının eşiğinden çıkışı ise bu durumun tam tersi. “Kapının dışında” kalan kadın, yabancı, donuk ve suskun sıfatlarıyla anılıyor. Anlatıcı karakter, Seyran’ın ruh hâlini bu şekilde başarıyla yansıtıyor.
“Kadın-erkek” ilişkileri konusunda farklı noktalara parmak basılarak ilerleniyor. Onlardan biri kadına şiddet. Seyran’ın yaşadığını bu kadar kolay kabul edişinin ardında çocukken yaşadığı bir “şiddet” yatıyor. Yedi yaşındayken teyzesi evlerinin kapılasının önünde can çekişerek ölüyor. Kocası silahını temizlerken teyzesini vurup öldürüyor. Annesinin başına gelenler de okura aktarılıyor ve tüm bu olanları Seyran yine “donukça” izliyor.
Seyran sokağa çıktığı anda semtin tarifi başlıyor. Bu alan Seyran’ın ruh hâline eşlik ediyor, duygularıyla aynı ritimde ilerliyor:
“Başkentin uzağında yeni kurulmuş bu semtte yaşamak fikrini önceleri mutlulukla karşılamıştı Seyran. Bir süre sonra ıssızlık ve görünmezliğin hüküm sürdüğü bu semtin yalnızlığı, hissizliği üzerine çöktü. Sabahın erken saatlerinde, köpekler ihtiyacını görsün diye dolaşan birkaç yaşlı, genç insan bir görünür sonra kaybolurdu. İş yeri, okul servisleri gelir, uykusunu henüz açamamış az sayıdaki yolcusunu alır, arkasından yetişmeye çalışana bile bakmadan çekip giderdi.” (s.9)
Roman, kadın ve erkek arasındaki duygulara değinirken kadınlar arasındaki ilişkilere de odaklanıyor. Maddî durumu “elveren” Seyran ile evine temizliğe gelen kadın arasındaki iletişim de koku unsuru üzerinden anlatılıyor:
“Sonra duraklarda kadınlar inerlerdi. Semtin üzerine deterjan kokuları yayılırdı. Coşkulu seslere, rüyadan uyanır gibi gözlerini bir anlığına açan semt sakinleri tekrar uykuya dalarlardı. O sıra kadınların her biri bir villaya, çok katlı akıllı eve gitmek üzere dağılırken dudaklarını kilitler, yüzlerine küçücük gülümsemeler kondururlardı. Evlerin, zilleri sanki aynı anda çalar, evde yaşayanlar aynı anda uyanırlardı. Asık yüzler, geceden kalma yorgun gözlerle ‘Bu saatte derdin ne?’ der gibi bakarlardı. Kahvaltı sonrası kendine gelen semtin sakinleri, kurumlanarak, iş yerlerine gitmek üzere ikişer, üçer evlerinden çıkar, her biri son model araçlarına binerek akşama kadar terk ederlerdi böylesi bir dünyayı.” (s.9)
Eve temizlik için çağırdığı kadın işte bu servislerle Seyran’ın kapısını çalıyor. Temizlik kokusuyla içeri giriyor. Seyran, telefonda ona yapılacakları utana, sıkıla anlatıyor. Anlatıcı karakter, Seyran’ın bu kadınların yaşamlarına, özlemlerine tanıklık ettiğini, onlarla deterjan ve temizlik kokusunu özdeşleştirdiğini ve onları “eski mahallesinde oturan biri” gibi gördüğünü söylüyor. Sadece isimler, yaşamlar ve onlara biçilen yazgı aynı kalıyor gibi hissediyor:
“Evine temizliğe gelen kadınlara emir veremez, ‘Ev sizin, bakın, ne gerekliyse siz daha iyi bilirsiniz,’ der, onların yaptıkları işi çoğu zaman beğenmese de pek ses çıkarmazdı. Yaşadıkları evleri bilirdi, yaptıkları işin zorluğunu anlardı. Eve götürecekleri üç kuruşu, işsiz kocalarını, çocuklarının beklentilerini düşündükçe içini sızlatan bir acıma duygusu asılı kalırdı yüreğinde. Evine gelen kadının çocuklarına sürekli kıyafetler, oyuncaklar alarak bu duygusunun verdiği rahatsızlığı azaltmaya çalışırdı.” (s.10)
Başka dünyalarda yaşayan erkeklerin ve kadınların içini doldurduğu yere anlatıcı karakter “ıssızlık semti” adını veriyor. Burada sanki tüm sesler kesilmiş, sadece heybetli villaların görüntüleri konuşuyor. Issızlık semtinde Seyran, kendisine şefkat gösteren, yardımına koşan herkesi eski mahallesindeki komşularına benzetiyor. “İç ısıtan” insanların sıcaklığını ve samimiliğini kendisine yakın buluyor. Ona “İyi akşamlar,” ya da “İstediğiniz bir şey var mı?” diyen insanları bu kategoriye koyuyor. Karakterin duygu durumları da onlarla yakınlaşıp uzaklaşmasına göre değişiyor. Mutluluğu eski komşularına benzettiklerinde bulurken, ona mutsuzluğu hatırlatan çoğu şey evlendikten sonra geldiği bu villalarda yaşayanlarda ya da “üstü başı yerinde, bakımlı, süslü” diye tarif ettiği kadınlarda yatıyor.
Seyran “acılı” bir hayat yaşıyor. “İçinde volkanlar patlıyor”, sıkça kendisini sorguluyor, hatayı kendinde arıyor, “Nasıl bir kaderim varmış?” diye soru zincirlerine takılıyor. Acı sözcüğünün içine hapsolarak “susuyor”.
Susma ve sessizlik “Aşk Susmadan Git” için altı çizilen anlamlardan birini oluşturuyor. Görmezden gelmek, konuşmadan yutkunmak, karakterlerin yaşadıklarını bastırmaya çalışması… Susma eylemi kırmızı ışıkta sıkça takılı kalıyor. Bu hâl de tango dansıyla yansıtılıyor. Tango, Seyran’ın doğasını yansıtıyor:
“Kadının ve erkeğin uyumu, doğaçlama dans kurgusu ile müziğin ruha ince ince işleyen etkisi, içindeki yarayı kanatmıştı. Sahnedeki kadının sıkıntısı, sözsüz haykırışları gelip Seyran’ın yüreğine oturmuştu. Kadının, erkeğin gitmemesi için ayaklarına kapanmasına da içerlemişti doğrusu. Erkeğin duyarsızlığına da kızmıştı. Rol olmadığını bilse koşup kadını bir kenara çekecek, belki de “Değmez böylesine, bırak!” diyecekti. Ama kadının aşkı zirvede, kulağı tıkalı, gözleri görmüyordu sanki. Ölse de bırakamazdı erkeğini; paspaslığı da aşkın tutkusuyla birleşmesindendi.” (s.19)
Tango Seyran’ın ruh hâlini nasıl etkiliyorsa, “Aşk Susmadan Git” de kocasının onu aldattığı kadının ruh hâlini temsil ediyor. Arkada çalan müzik, Seyran’ın kocası ve o kadının yaşadıkları cinsellikle aynı ritimde hızlanıp yavaşlıyor. Tango dansındaki gibi erkek ve kadının arasındaki yakınlaşıp uzaklaşmalar, yine müzik ve dansla temsil ediliyor.
“Neyin garantisi var ki hayatta” bölümünde Seyran’ın başından geçene yakın durumlar bu sefer bir erkek karakter üzerinden aktarılır. Bu kişi Seyran’ın demin hayranlıkla izlediği dansçı Uğur’dur. Sahnede birlikte dans ettikleri Gizem’e çok aşıktır. Gizem için bu “ıssız ve soğuk” semte gelmeyi kabul etmiştir ancak artık hislerine karşılık bulamamaktadır. Seyran’ın ruh hâli nasıl mekân ve müzikle verildiyse, Uğur’un ruh hâli de deniz üzerinden anlatılır:
“Uğur salondan çıktığında gün henüz çekilmemişti. Rüzgâr hafif hafif esiyordu. Bir ara masmavi denizi aradı gözleri. Sıkıldığında, bir sorunu çözmek istediğinde, deniz kıyısına gider, saatlerce bakardı. Şimdi işin içinden çıkmak için gidebileceği bir deniz bile yoktu bu gri kentte. Çünkü deniz yaşamın ta kendisiydi. ‘Bizim de göllerimiz var’ diyen çalışanlarına dudak bükerek bakar, yanlarında fazla durmadan uzaklaşırdı. Göller ihtişamlı mezarlıklar gibi gelirdi ona. Güzelliğinin içinde ölü yaşamları barındırırlardı sanki. Hareketsiz… yerinde sayan, seyirci… Karmakarışıktı kafasının içi.”
Uğur, deniz kenarında kendisini bulan bir karakter olarak anlatılır. Denizin olmaması onun için “ölüm”dür. Deniz yaşamın kendisi olarak tanımlanırken kendi hayatının da devam etmesi için de gerekli bir alanı oluşturur. Düşünce mekânlarından biridir deniz ve Uğur’un karar alma süreçlerini oluşturur. Deniz yoksa o da yoktur. Bu nedenle artık hiçbir şeyin garantisi de yoktur Uğur için. Gizem’i düşündükçe içinde deniz kenarına gitme isteği doğar. Ancak gidecek bir denizin olmaması da ölüme yani Gizem’in yokluğuna, bir ayrılığa işaret eder.
Aşk Susmadan Git, aynı zamanda siyasi bir döneme de işaret ediyor. Böylece yeni bir soru alanı oluşturuluyor: Bizi sessiz kılan kim? Romanın bu noktada güçlü bir kurgusu var. Uğur ve Serhat faşist olgulara karşı çıkmış, ölümün kol gezdiği bir dönemi atlatan, işkence görmüş iki karakterdir. Suskunluk bir yandan hakimiyet sürerken diğer yandan müzikle coşan duygular “sözsüz” aktarılıyor. Örneğin Uğur ve Seyran’ın yakınlaşması da tango dansıyla mümkün oluyor:
“Dans etmeye başladıklarında, Uğur bir öğretmenden çok bir aşık gibi dans ediyor, Seyran’ı kendi ritmine uyduruyordu. Seyran, denetimi elden bırakmadan müziğin bir an önce bitmesi için dua ediyordu içinden. Karşısındaki adamın avuçları içine aldığı eli titriyor, vücudunu ter basıyordu. Onun etkisinden çıkmayı düşünmek boşunaydı. Sırtını sarmış el ılık esintisiyle huzur veriyordu. Öylesine yumuşak ve sıcak bakıyordu ki utanmasa denetimi boşlayıp ona sıkıca sarılacaktı. Kısa sürede biten müzik, Seyran’a yaradı. Hemen elini çekip sahneden indi. Yanına gelen Uğur, “Çıkalım mı?” diye sorduğunda, hiç cevap vermeden sadece başını sallayan Seyran, mantosunu giydi ve çantasını masadan aldı.” (s.117)
İçe atılan duygular, sükût, konuşmama isteği hakimken sözler, düşünceler müzik aracılığıyla dışa vuruluyor. Müzik sessiz karakterin sesi oluyor, duygular böyle dile geliyor ve ses sustuğunda bu ritmik duygu dalgası da sona eriyor. İki karakter arasında da bir duygu ahengi yakalanmış oluyor. Ritim, ahenk, müzik, dans romanın değişim anlarını vurgulayan noktaları oluşturuyor. Her bir karakter bu dalgalanmanın içinden geçerek farklı ruh hallerine bürünüyor.
Romanın en önemli unsurlarından birini müzik ve ritim oluşturuyor. Ritim karakterlerin hayatlarının iniş ve çıkışına göre yükselip alçalıyor. Müzikle, tangoyla iç içe geçerek aktarılan durumlar, aynı zamanda karakterlerin psikolojisini yansıtmış oluyor. Acının daha çok, sevincin ise daha az yaşandığı “ıssız semt”te kadın ve erkeklerin bu ritmik ve dalgalı ilişkileri aynı zamanda kendilerine tutulan ayna görevini üstleniyor. Aynada herkes birbirine bakıyor ancak kendisine bakmaktan korkuyor. Kapının önünde ve arkasında başka hayatlar çiziliyor. Aşk Susmadan Git, her karakterini kendisiyle yüzleştiren ve o “eşik”ten geçiren bir roman oluyor.