.

Kentin Sahibi Kim?: Tekgül Arı ve Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Kent, sürekli yeniden inşa edilen ve her yeni inşa sırasında kendisiyle birlikte içindekileri de bu yeniden biçimlendirme sürecine dâhil eden bir olgudur. Bir kenti meydana getiren topluluğun tüm katmanları da bu oluşumlardan/dönüşümlerden kendine düşen payı alır ve bu durum herkes için çetrefilli bir sürecin yaşanmasına zemin hazırlar. Tekgül Arı’nın ilk kez 2017 yılında yayımlanan romanı Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim de bu çerçevede kent ve kenti meydana getiren tüm öğeleri içerisine alan bir eser.

Hiçbir kent belirli bir toplumsal, egemen veya seçilmiş sınıfın biçimlendirmesiyle var olamaz. Bir kente biçim veren, onu meydana getiren her bir öğenin, her bir toplumsal sınıf veya topluluğun ona kendisinden bir şey ilave etmesi, biçimlendirmesidir. Kentleri renkli ve hareketli yapan, ona bir karakter ve biçim veren budur. Kent ve kent planlaması üzerine düşünmek de bu çerçevede ayrıca dikkat çeken, farklı disiplinleri işin içerisine dâhil eden bir durumdur. Kendisine edebiyatta da geniş bir yer bulan kent olgusu üzerine kaleme alınmış birçok metinden söz edilebilir. Son yıllarda özellikle Barış Bıçakçı, Gaye Boralıoğlu, Menekşe Toprak, Hakan Bıçakcı, Pelin Buzluk, Metin Celal ve Orhan Pamuk gibi yazarların metinlerinde kentin farklı görünümlerinin söz konusu edildiğinden söz edilebilir. Yazarların kent üzerine bu kadar titizlikle çalışmaları da bu olgunun kendi içerisinde ne denli tartışmaya açık konular barındırdığını ve kendisini sürekli yenileyen bir yapı içerdiğini gösterir. Tekgül Arı’nın Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim’i de bu çerçevede kent konusunu, bir kentin kurulumu ve nefes alma biçimini, kenti meydana getiren tüm sosyal sınıfları gündeme getirerek işleyen bir roman olarak okunabilir.

Tekgül Arı, Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim’de bir tıp öğrencisi olan Defne ile onun Ankara’nın yoksul bir semtinde yaşayan mahalleliyle arasındaki ilişkisini okurlarla buluşturur. Defne’nin mahalle sakinlerine yaklaşım biçimi, onlarla kurduğu diyalog, üstten olmayan, herkesi sarıp sarmalayan tavrı okuyucuya romana biçim veren ana karakterin kişilik özelliklerine dair birçok şey söylerken bu mahalleyi meydana getiren tüm sosyal sınıfların nasıl hikâyeye dâhil edilebileceğine dair de önemli bir fikir verir. Defne’nin buradaki rolü ve tutumu, onu nispeten olaylara dışarıdan bakmaya çalışan bir gözlemci yaparken aynı zamanda mahalleli ile kurduğu özdeşlik, hikâyenin nasıl devam edebileceğine dair de fikir verir.

Ankara’nın ıssız bir mahallesinde geçen roman, temelde kentsel dönüşümün ne tür felaketleri beraberinde getirebileceğini ve kent denen olgunun nasıl egemen sınıf tarafından tarumar edilebileceğine dair bir hikâye sunar. Kendi çıkarları için tüm etik kaideleri, düşünceleri, yasaları, insanlar arasındaki bağları ihlal eden bu topluluk, beraberinde ölü doğan bir bebek gibi yaşaması imkânsız bir sistem getirir. Romanın özellikle ilk bölümlerinde kendisini açıkça hissettiren, Nişa’nın yaşadığı mahalledeki komşular arasındaki iletişim, insanların birbirlerine yaklaşma şekli ve aralarındaki samimiyet, bir süre sonra nelerin kaybedileceğini okura duyurur. Mahalleyi ürkütücü bir haber olarak baştan başa yasa boğan kentsel dönüşüm haberi, kenti meydana getiren olguların nasıl ihlal edileceğinin ilk habercisidir. Tam da burada devreye giren tıp öğrencisi Defne’nin tavrı, onun bir Çingene olan ve eşi Şükrü ile birlikte bir mağarada yaşayan Nişa ile dostluğu, birlikteliği, samimiyeti ana hikâyeyi ortaya çıkaran öğe olur.

Öncelikle Defne ile Nişa arasındaki ilişkiden bahsetmek gerekirse ilk söylenebilecek unsur, aslında romana da biçim veren konulardan biri olan “dostluk”tur. Tekgül Arı’nun burada Defne ve Nişa üzerinden altını çizdiği en temel düşünce dostluğun ne derece güçlü bir bağ olduğu ve bu bağın insanları ne derece etkileyebileceğidir. Zira Defne’nin Nişa’yı tanıma ve daha da önemlisi onu anlama süreci bu dostluğun da gelişim çizgisini belirler. Defne’nin onu sık sık ziyaret etmesi, bu ziyaretlerle onunla paylaştıkları, dertleşmeleri, içindekileri karşısında herhangi bir engel görmeden açık yüreklilikle anlatması, karşısında kendisini yargılayan değil her zaman destekleyen birini görmesi bu ilişkiye biçim veren asıl itici güç, motivasyon da olur. Buna karşılık hikâyeye bir diğer taraftan bakıldığında bir Çingene olarak sürekli aşağılanan, farklı sosyal çevrelerden ötelenen, eşiyle birlikte bir mağarada yaşayan Nişa, kendisiyle doğrudan ve samimi bir ilişki kuran Defne ile yakınlaşmakta herhangi bir beis görmez. Her iki tarafın da önce arkadaşlık, ardından da dostluk olarak tanımlayabileceğimiz bu ilişkiyi geliştirme biçimi de bu noktadan hareketle olur. Dolayısıyla Nişa ile Defne arasındaki dostluğu belirleyen en temel faktör, ikisinin de birbirlerine samimiyetle yaklaşmaları, birbirlerini veya birbirlerinin ait oldukları sosyal sınıfları umursamamaları, doğrudan bir iletişim geliştirmeleridir. Burada Nişa ile Defne’nin birbirlerine doğrudan seslenmeleri, birbirine denk bir iletişim ve konuşma biçimi geliştirmeleri de son derece önemlidir, çünkü her ikisinin de birbirine birbirinin dengi olarak yaklaşmaları, onları mahalleliden de toplumun tüm öteki katmanlarından da ayrı bir yere koyar, ilişkilerini güçlendiren en temel unsurlardan birisi yapar.

Nişa’nın kimliği ve karakteri, Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim’e biçim veren bir diğer önemli konudur. Bir Çingene olan ve eşi Şükrü ile birlikte bir mağarada yaşayan Nişa, hayatını da “bir Çingene’den beklenebileceği şekilde” kazanır, idame eder, sürdürür. Tekgül Arı’nın bir Çingene’nin hayatını olduğu gibi, onu dramatize etmeden veya farklı yönlere çekmeden doğrudan anlatması, hikâyeye güç katan da bir diğer unsur olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde Şerife Çağın ve Özlem Nemutlu tarafından yayına hazırlanan ve birçok akademisyenin de katkı sunduğu Çingeneler Edebiyata Girince’den söz edilebilir. Zira Çingeneler’in Türk edebiyatındaki temsili açısından Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim’in altını ayrıca çizmek gerekir. Bugüne kadar birçok romanda kıyıda köşede kalmış bir şekilde temsil edilen Çingeneler, burada Arı’nın da yaptığı üzere kimi romanlarda da başat unsuru oynayan topluluklardan birisi hâline gelmiştir. Selahattin Enis’in “Çingeneler” hikâyesi, Osman Cemal Kaygılı’nın Çingeneler romanı, Reşat Nuri Güntekin’in “Çingene’nin Köpeği”, Gaye Boralıoğlu’nun Aksak Ritim’ine eklemlenen Tekgül Arı’nın Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim’i de bu çerçevede değerlendirilebilir. Diğer yazarlardan farklı olarak eserini salt Çingeneler ve Çingeneler’in merkezde olduğu bir anlatı çerçevesinde kurmayan Arı, özellikle kentsel dönüşüm, kent olgusu ve kentte Çingeneler’in yeri/konumu üzerinden bu meseleye dâhil olur. Anlattığı hikâyeyle beraber Çingeneler’e dair farklı bir bakış geliştiren roman, kent kimliği diyebileceğimiz bir olgu içerisinde dans eden, sürekli hareket hâlinde olan, sözünü sakınmadan söyleyen bu insanların da ne denli belirleyici bir unsur olduğunu, bulundukları ortamlara kendi ruhlarından kattıklarını gösterir. Dolayısıyla Tekgül Arı’nın bu romanı aracılığıyla dâhil olduğu tartışma, sınırları sürekli olarak geliştirilebilecek derin bir konuya işaret eder. Arı’nın daha önce içerisinde yer aldığı projeler ve öykü seçkileri düşünüldüğünde de bu durumun anlamı ve Arı için ifade ettiği değer de daha iyi anlaşılabilir.

Defne ile Nişa’nın dostluğuna paralel olarak bahsedilebilecek bir diğer konu da Nişa ile eşi Şükrü arasındaki ilişkidir. Sanki ezelden beri birbiri için yaratılmış gibi hareket eden bu ikili, onca sıkıntının içerisinde birbirlerinde tutunabilecek bir dal bulur, her türlü savrukluktan birbirlerine tutunarak kurtulur. Nişa’nın en bunaldığı anlarda Şükrü’ye koşması, Şükrü’nün sorun her ne olursa olsun Nişa’ya alabildiğine kucak açması aşkın/sevginin bir evliliğin idame ettirilmesinde ne denli önemli olduğunu gösterir. Öte taraftan Nişa’nın hem eşiyle hem de bir dost olarak Defne ile kurduğu diyalog, onun yakın çevresiyle ne tür bir bağ kurduğuna da işaret eder. Nihayetinde roman boyunca ortaya çıkan tablo Nişa’nın ne derece duygusal, çevresindeki insanlara bağlı ve mekân ile sıkı sıkıya ilgilenen bir karakter olduğunun altını çizer. Dostluk kadar aşk da Nişa için en elzem konulardan birisidir.

Modernite ile ilkellik arasındaki ilişki, romanın bir diğer önemli tartışma zeminidir. Bu noktada ilkellikle modernite arasındaki durum, bu iki kavram/konu/mesele arasında ne tür bir zıtlık veya paralellik olduğunu kent olgusunun bir uzantısı olarak “mekânlar” üzerinden tartışmaya açar. Nişa’nın bir mağarada yaşayıp bilgelikle kutsanması, buna karşılık romanda söz konusu edilen diğer insanların son derece konforlu apartman dairelerinde yaşarken hayatlarının hep bir anlamsal yoklukla kaplanması bu iki grup arasındaki ayrımın da ne denli derin olduğunu gösterir. Nişa, belki de romanda yer yer işaret edildiği gibi, atalarının ruhunu kendinde duyan ve duyuran, kadim Çingene kültürünü bilgelikle yoğuran bir karakterdir. Bu bilgelik kendisini onun çevresiyle, dostları ve eşiyle kurduğu ilişkide açıkça gösterir. Buna karşılık Nişa’nın çevresindeki onca insanın, özellikle de Defne ve mahalleli üzerinden romana dâhil olan onca insanın apartmanlarla kuşatılan, sınırlandırılan, boğulan hayatları onun yaşantısına alabildiğine zıt bir ortamın söz konusu olduğunu gösterir. Tekgül Arı’nun Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim’de altını çizdiği en önemli konulardan birisi de budur zaten: Mesele insanların nerede ve hangi şartlarda yaşadığı değil, yaşamı hangi yönüyle kavradığı, çevresindekilere kendisinden ne verdiğidir. Nişa, kadim bilgelerin ruhunu kendi içerisinde taşır gibi ona gelen herkese kendisinden bir parça verir, onları da bilgelikle, sevgi ve dostlukla kutsar. Ancak kente/mahalleye dışarıdan gelenler, ki burada onlardan yabancılar olarak da söz edilebilir, içeride her ne var ise onları tarumar etmek, her şeyi yağmalamak ister. Dolayısıyla içerisi sevgiyle kaplı olan bu mağara da mahalle de dışarıdan gelenler tarafından kirletilmek istenir, kentsel dönüşüm üzerinden yok edilmek, ortadan kaldırılmak istenir. Nişa’nın mücadelesi de tam olarak budur. O, buna izin vermemeye çalışırken gözettiği salt kendi ve kendi yaşantısı değil, bütün bir mahalle, o semti inşa eden bütün bir insan nüfusudur.

Nişa, tüm bu meselelerin ötesinde bir “öteki”dir ve bu ötekilik hemen her konuda kendisini hissettirir. Daha en başta, bir Çingene olarak aslında ne denli öteki olduğunu kendisi okura anlatır Nişa, eylemleri ve diyaloglarda kullandığı ifadelerle. Ancak romanın ilerleyen bölümlerinde Defne ile çizdiği dostluk ve bu dostluk üzerinden tartışmaya açtığı konular da bu ötekileşmenin boyutlarını aracısız bir şekilde okurla buluşturur. Çingene olmanın ötesinde onun “normal bir ev”de yaşamayı reddetmesi, hayatını bir mağarada sürdürmesi, mağarayı kaplayan resimler, yazılar, motifler, hemen her şey bu öteki kimliğinin altını çizmek ister gibidir. Bu noktada Tekgül Arı sanki Nişa’dan bir “şaman” yaratmak ister, ona kadim bir ruh bahşeder. Bu ruh da hemen her yerde kendisini hissettirir. Romandaki anlatıcı dilinin de, her ne kadar burada söz konusu olan romanın anlatıcısı Defne’nin dili olsa da, zaman zaman değişmesi, Nişa’nın karakteri ve ötekiliği ile ilgilidir. Defne, bir öteki olan Nişa ile ilişkisi geliştikçe dilini de değiştirmeye başlar ki romandaki bu dilsel değişim, aynı zamanda hikâyede değişen tonlara, anlatısal farklılıklara da işaret eder. Nihayetinde burada söz konusu olan tekdüze bir anlatı değil, giderek farklılaşan, karakterlerin birbirlerini keşfediş süreciyle birlikte biçimlenen bir yapıdır. Nişa’nın ötekiliği çözülmeye başlanıp onu daha yakından tanımak mümkün olduğunda bu iletişim de dile yansır, ötekilik kendisine dilsel bir temsil şansı bulmuş olur.

Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim, kendi içerisinde birçok sır da barındırır. Defne’nin ailesiyle, özellikle de annesi Narin ile yaşadığı sorunlar; babası ile sessiz sedasız süren ilişkisi, iletişimsizliği, sancısı; yakın arkadaşları Ayça ve Emre ile giderek uzaklaşması (burada uzaklıktan salt fiziksel bir öğe olarak değil, manevi açıdan da söz edilebilir, ki asıl kırılma da burada yaşanır) bu noktada dikkat çeker. Defne’nin hayatının bu kadar sıkışmış olduğu bir yerde Nişa ile geliştirdiği ilişkinin önemi de dolayısıyla artar. Sırlar da tam olarak burada devreye girer. Romanda gelişen hikâye şemasıyla birlikte adım adım kendisini açan sırlar, zamanla çözülmeye başlar ve Defne aradığı cevaplara ulaştıkça okur da onun hikâyesinin kendi içerisinde ne denli sancılı olduğunu keşfeder. Nihayetinde Defne’nin de kendi içinde ne kadar büyük sorunlarla boğuştuğu böylelikle ortaya çıkmış olur.

Tekgül Arı’nın Notabene Yayınları tarafından okurla buluşan romanı Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim, Nişa ile Defne arasındaki dostluk üzerinden hareket eden, kent ve mekân olgusunu yeniden biçimlendiren, kentsel dönüşüm düşüncesinin beraberinde ne denli büyük toplumsal felaketler getirebileceğini merkezine alan bir eser. Tekgül Arı’nın tempolu ve doğrudan bir dil ile okuyucuya aktardığı bu hikâye, aşkın, dostluğun, birlikteliğin çok ötesine geçerek okura ötekilere dair de yeni ve kendisinden pek bahsedilmemiş bir hikâye sunar.