
Esin Hamamcı
Bu yıl Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının altmışıncı yılı. Bu vesileyle “Bir Dergi” köşesinin bu ayki yazısında, Almanya’daki Türk işçi kadınlara yönelik çıkarılan Gelsenkirchen Türkdanış Grubu’nun yayımladığı Adım dergisini kaleme alacağım.
Adım dergisinin ilk sayısı 1993 yılında çıkar. “Neden Çıkıyoruz?” başlığıyla kendilerini tanıtırlar. Almanya’ya yaklaşık otuz yıl önce göç eden Türklerin uyum ve dil sorunlarından bahsederler. Göç etmenin belli yaşam zorlukları olsa da zaman içerisinde bazı konularda belli bir ivme yakalanmıştır. Örneğin artık Türkler, Türkiye’den gelen konser ve tiyatroları Almanya’da seyredebilmektedir. Oraya göç edenlerin çocukları, yeni bir göç kuşağı oluşturmuştur. Ve bu kuşak artık kendi sanatçısını yetiştirmiş, kendi sanatını da üretmiştir. Artık Türklerin yayınevleri, orkestraları da vardır. Ancak burada önemli bir sorun vardır; Türk kadınların arasındaki iletişim yetersizliği. Adım, küçük gruplar hâlinde sürüp giden hayatları ortak bir noktada buluşturmayı amaç edinir.

Derginin içeriği amaca paralel olarak geniş tutulmuştur. Politika, hikâye, şiir, moda, hukuk, gezi, sağlık, çocuk köşesi, yeni çıkan kitaplar… Neredeyse her alanda bir farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır. Tüstav’da yirmi sayısına rastladığım Adım’ın ilk yazarı olarak karşımıza politika üzerine yazısıyla Dilek Yavuzçetin çıkar. “Almanya’daki Değişimler ve Biz” başlıklı yazısında sıla hasretinden, yeni yaşam biçiminden, “dedikodu”dan uzakta olmaktan, Almanya’nın parasının değerli olmasından söz açar. Özellikle hem yabancı düşmanlığı ile karşı karşıya kalma hem de işe yerleştirmede Doğu Almalara öncelik verilmesinden dolayı işsiz kalmanın zorluğundan bahseder ve kadınları dayanışmaya çağırır:
“Çocukların 9-10. sınıftan sonra bir an önce “başını bağlama” düşüncesinden sıyrılıp, meslek eğitimi yapmaları için uğraşmalı, onlara destek olmalıdır. Evdeki kabuğunu kırıp, işsizlik ve yabancı düşmanlığına karşı düzenlenen her türlü girişime katılmalı, bugüne dek kulak arkası ettiği birçok konuyu tekrar değerlendirmelidir. Çocuğunun okulunda etkin olmalı, kurslar ya da evde aktif üretim yolları aramalı, daha çağdaş ve dışarıda iticilik yaratmayacak bir dış görünüm sergilemelidir. Tüm bu çabaların sonuçsuz kalmayacağına inanıyoruz biz. Bu zor günlerde eşine destek olarak, çocukların geleceğine “ben anlamam” değil, “benim de iki çift sözüm var” diyerek onları etkilemek tüm ‘Almanyalı’ kadınlarımızın görevi artık.” (s. 2)

Dergide, Almanya’da yaşayan Türk genç kızlarının çoğunun dil sorunu yaşadığı aktarılır. Bu nedenle özellikle para kazanmakta güçlük çekilmektedir. Almanya hükümetinin birtakım destekleri olsa da genç kızlar örgü örmek, dikiş dikmek, bilgisayar ve daktilo kursuna gitmekle sınırlandırılmış gibidir. Sağlıkla ilgilenen genç kızlar da bu dergide yazmaktadır. Giriş yazısını kaleme alan Zuhal Özügül, 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı Alman Çocukları Koruma Derneği ile (Kinderschutz-bund) birlikte hazırladıklarını ve bir program sunduklarını söyler. Bunların dışında, kadın grubu bir amatör tiyatro ekip kurmuştur, adı “Neden Uyuşturucu” olan, aileler için yazılmış bir oyun hazırlığındadırlar. Türkdanış’ın kursları herkese açıktır ve herkes kendisine göre bir uğraş bulabilir.
Hülya Özcan’ın, “Bir Konu, Bir Konuk” köşesinde ‘asla hayallerinden vazgeçmeyen M. Bektaş Hanım’ ile bir söyleşine rastlarız. M. Bektaş Hanım, 1937 Hacı Bektaş doğumludur ve doğduğu yerde okuma-yazma öğrenmek hayli güçtür. Ancak her zaman okumayabilmeyi istemiştir. Kendisine verdiği sözü tutar ve 55 yaşında MEB ilkokul diplomasını alır. Türkdanış’ın başlattığı okuma-yazma kurslarında okur-yazarlık öğrenir. Zuhal Özügül, “Hukuk” köşesindeki “Türk Medeni Hukuku ve Kadın Hakları” başlıklı diğer yazısında 1926 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Hukuku’ndaki eşler arasında eşitliğe aykırı hükümler taşıyan maddelerden bahseder. Burada İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin Medeni Hukuk’ta kadınlar açısından değişmesi gereken maddeleri saptadığını ve bir imza kampanyası açtığını söyler. İmza kampanyasının süresi geçse de değişmesi için önemini koruyan bazı maddeler tekrar hatırlatılır. Örneğin; “Madde 152: Koca birliğin reisidir. Evin seçimi karı ve çocukların uygun biçimde geçindirilmesi kocaya aittir.”
Sayfa altıda Diler Yavuzçetin’in bir öyküsü vardır. Burada dışarı istediği gibi çıkamayan, ailesinin tahakkümünde yaşayan, ev-el işi yapması istenen bir genç kızın mutsuzluğu anlatılır. Genç kız öykü, roman ve şiir okumasına kızılmasını istemez. Bu nedenle mutsuzdur.
Derginin yine ilk sayısının “Gezi” köşesinde İstanbul’dan, Ayasofya’dan, Topkapı Sarayı’ndan bahsedilir. “Sağlık” köşesinde Hüsniye Boz, dengeli ve sağlıklı beslenmeden, giderek bozulan, kirlenen hava ve doğa karşısında ne gibi görevlerimizin olduğundan, çocuk gelişiminden, kadın vücudundan, menopozdan ve birçok konudan bahsedeceğini iletir.
Yeni çıkan kitapların tanıtıldığı köşede Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok kitabı vardır. Bu köşeyi Semra Kayaçelebi kaleme almıştır ve “Neden Kadının Adı Yok?” diye sorar: “Duygu Asena’nın adı olmayan kadınıyla özdeşleşen, onun macerasını üç aşağı beş yukarı yaşayan ya da yaşamakta olan, nüfus cüzdanlarındaki isimleriyle seslenilen kadınlar… Ne mi yapabilirler_ Ya da yaptılar? Adların bir önemi yok. Önemli olan öz ve değerini kanıtlayabilmek, kendi ayakları üzerinde durabilmek…”
“Moda” köşesinde 1993 yılının modasını Hülya Özcan aktarır. Peki 93 yılında ne modadır? Kahverengi, bej, krem ve koyu yeşil renkler. Kareli kumaşlardan dikilmiş, uzunlu, kısalı kruvaze veya klasik ceketler. Dar ve kısa bini pantolonlar, mini etekler. Aksesuarlar arasında rengarenk fularlar, çok uzun kolyeler, kalın topuklu ayakkabılar. Saç şekillerinde çok iri dalgalar veya çok kısa kesimli düz saçlar 93 yılının modası olmuştur.
“Afiyet Olsun” köşesinde aşure tatlısının tarifi verilmiştir. İlk sayının son sayfasında ise anne ve çocuklar için kâğıt katlama ve eksik bulma oyunu verilmiştir.
1995 yılını UNESCO “Hoşgörü Yılı” olarak ilan etmiştir. Sekizinci sayının girişinde bu haberden söz konusu açılarak, “gerçekten ne kadar hoşgörülüyüz?” sorusuyla hoşgörü kavramı sorgulanır. “Bir Kadın Yazarımız” başlığıyla Sevgi Soysal tanıtılır. Kısa bir biyografiden sonra Yenişehir’de Bir Öğle Vakti kitabından alıntı verilir. Aynı sayfada, “Haberler/Duyurular” köşesinde “Türk Kadınının Gurur Günü” manşetiyle 5 Kasım 1934’te Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verildiğinden ve bu hakkını 61 yıldır kullanarak “Batı’ya fark attığı”ndan bahsedilir. Aynı sayfada Aziz Nesin’in 80. yaşı, Son İstek şiirinden bir alıntıyla kutlanır. “Bir Roman Özeti” kısmında Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta Burina Burinata’sının özetini Özden Çağlar yazmıştır. Remziye Doğan “Müzik” köşesinde Türkler adına sevindirici bir konudan haber verir: Emscherlippe radyosunun Biz-Bize bölümünden çocuklarımızın orada çalması için teklif alınmıştır. Daha sonradan kitapları Sone Yayınları tarafından yayımlanacak olan Birsen Samancı’nın da annesine yazdığı bir mektubuna rastlarız. Nesrin Yılmaz, Almanya’da Türk işçi kadınlarının iş bulmakta zorlandığından konu açarak “yabancılar yasası”na değinir. Nesrin Görsev ise gezi yazılarıyla Türkiye’yi tanıtmaya devam eder. Bu sayıda İzmir-Karşıyaka ve Ege kıyılarından Babakale’yi, Çanakkale’yi tanıtır. Yine aynı sayıda Görsev’in bir Anne Frank derlemesi mevcuttur.

Sayfa sayılarının giderek çoğalması dergiye olan ilginin de belirtisidir. Onuncu sayıda gözle görülür bir ilerleme katedilmiştir. Röportajlarda fotoğraflar kullanılmaya başlanmıştır. Derginin künye bilgileri ayrıntılı hâle gelmiştir. Yazı işleri Zuhal Özügül, Nesrin Görsev ve Semra Kayaçelebi’den sorumludur. Dizgi kısmında “Kirpi”ye aittir ve derginin yazışma adresi “Grenzstr. 47-45881 Gelsenkirchen”dir. Bu sayıda Duygu Asena ile yapılan söyleşi dikkat çeker. 1996 Nisan ayında bir konuşma dizisi için Almanya’da bulunan Duygu Asena ile Gelsenkirchen’deki okumasından önce Radyo Biz Bize için bir söyleşi yapılmıştır. KİM dergisi yayın yönetmeni, köşe yazarı, televizyoncu, yapımcı, yazar ve feminist kadın hareketinin önemli bir ismi olarak, uluslararası kadın sorunları üzerine eğilinir.

On bir-on ikinci sayının girişinde (artık iki aylık olarak basılmaya başlanır) Birleşmiş Milletler’in 1996 yılını Nasreddin Hoca Yılı ilan ettiği ve onun mizahının dünyaya ders verdiği söylenir. Bu sayıda Zuhal Özügül, “3 ay mı, 3 yıl mı, 35 yıl mı Desem” başlıklı yazısında Türklerin Almanya’ya gelişinin üzerinden neredeyse 30 yıl geçtiğini, artık üçüncü kuşağın da yetiştiğinden ve Türklerin Almanya’da Türkiye’de gibi yaşadığından bu nedenle “sorunlu kitle” olarak görüldüğünden bahseder. Özellikle Türklere hiçbir zaman eşit davranılmadı, der. Bu yazının yanında ise Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş Şiiri yer alır. Mehtap Hamurcu, Essen Üniversitesi’nde bir Türkçe eğitim bölümünün açıldığından söz açar ancak gramer eğitimi Alman hocalar tarafından verilmektedir. Türk profesörler yetişmediği için Türkçe öğretiminde çok yavaş ilerlenmektedir. Dergi bu sayıda kadın cinayetlerine dikkat çeker ve kadın cinayetine kurban olan bir kadının dilinden bir mektup yazılmıştır. Bu mektubun yanında ise dikkat çekici bir manşetle verilen gazete kupürü vardır: “Katillerden yeni bahane: Namus”. Derginin bir sonraki sayfasında Semra Kayaçelebi’nin “Resim ve Heykel Sanatında Kadın” başlıklı yazısına rastlarız. Lespuque heykelciliğinden Sümer figürlerine, Havva’nın tasvirinden Mona Lisa’ya geniş çaplı bir yazı kaleme alır. “Bir Kitap” köşesinde Susanna Tamaro’nun Yüreğinin Götürdüğü Yere Git kitabı tanıtılırken “Müzik” köşesinde İdil Biret’in biyografisine yer verilir. Bir sonraki sayfada ise Füruzan’ın biyografisine rastlarız. Sinema köşesinde ise 1993 yılında Sinan Çetin rejisörlüğünde çekilen Berlin in Berlin (Berlin’de Berlin) filmi tanıtılır. Tanıtımın altında ise bir yazı dikkat çeker: “Almanya’da Türk Yazarları Tanıtılıyor”. Katılan yazarlar arasında Vedat Türkali, Mario Levi, Öner Yağcı, Ümit Kıvanç ve Füruzan yer almaktadır. Pazar günleri gerçekleşen söyleşiler Florastr. 26, 45879 Gelsenkirchen adresinde yapılacaktır.


Derginin on altı- on yedinci sayısında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün önemine değinilir. Bu yazıyı Kemal Aytaç kaleme alır ve aydınlanmanın başını açmakla olmayacağını, kafanın içinin de aydınlanması gerektiğini, Batılılaşma ve modernleşme kavramlarının yıllardır yanlış anlaşıldığını yazar. Ayşen Ertan, göçün 35. yılında yapılan etkinliklere dikkat çeker. Essen kenti Ruhrland Müzesi ve Türkiye’den göçün dökümantasyon merkezi ve müzesi DOMİT’in hazırladığı bir sergiden bahseder. Bir sonraki sayfada bir Türk yazarı olarak Nazlı Eray tanıtılır. Türk kadın sanatçı olarak ise Safiye Ayla’nın kısa bir biyografisi yazılmıştır. Sinema köşesinde Şener Şen ve Uğur Yücel’in oynadığı, arka fonda “Fırat” türküsünün duygusallığıyla verilen Eşkıya filminin tanıtımı yapılır.
Derginin on sekiz-on dokuzuncu sayısında Ayşe Kulin’in Remzi Kitabevi’nden yayımlanan Adı: Aylin adlı kitabı tanıtılır. Aynı sayfada Türkler için bir Almanca-Türkçe yemek kitabının basıldığından haber verilir. Seval Yıldırım “Levi Strauss ve Kot Pantolonun Öyküsü” başlıklı yazısında, Levi Strauss’un madencilerin yırtılan pantolonlarını daha sağlamlaştırmak için çuha bezlerinden pantolon yaparak “Levi’s” markasını nasıl yarattığı anlatılır. Hülya Pekcan, “Bir Portre” köşesinde Bertolt Brecht’ten (1898-1956) bahsederken derginin on dokuzuncu sayfasında Tezer Özlü’nün biyografisine Kalanlar’dan alıntı yapılarak yer verilir. Burada Tezer Özlü’ye ait bilgilerin Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Çağdaş Türk Edebiyatı’ndan Kadın Yazarlar broşüründen alındığı belirtilir. Zuhal Özügül, “Göçte Kadınların Dünü, Bugünü, Yarını…” başlıklı bir yazı kaleme alır. Özügül, bir takım istatiksel değerler üzerinden Türk kadınının Almanya’ya göç eden en büyük grubu oluşturduğunu söyler. Ve bu grubun hizmet alanının %90’ını kapsadığını söyler. 1970-80’li yıllardan 90’lara kadınların çalışma alanları değişmiştir. Kadınlar gıda, temizlik, paketleme ve tekstilde işçi olarak çalışırken artık en çok ticaret, sağlık, otel ve restoranlarda çalışmaktadır. Bu sayının “Gezi” kısmında ise Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Assos tanıtılır.

Derginin Tüstav’da rastlanılan son sayısı, yirminci sayıda Hülya Pekcan, kadınların siyasetteki rolünden bahsettiği bir yazı kaleme alır. Pekcan öncelikle 1890’larda Almanya’daki işçi hareketinden, Almanya’da Clara Zetkin’in yönetiminde çıkarılan Eşitlik dergisinden bahseder. Anadolu’da ise Kuva-yı Milliye’yi destekleyen, 1919’da Sivas’ta kurulan Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’ni hatırlatır. Almanya’da yirmi beş yıldır Türkçe öğretmeni olan Kemal Yalçın’ın Der Spiegel’deki “Almanyada’da Türkçe Eğitimi ve Türkçe Öğretmeni” başlıklı yazısından bir derleme okura sunulur. Nesrin Görsev, Yunan asıllı opera sanatçısı Maria Callas’ın (1923-1977) biyografisine yer verirken, Ayşen Ertan “Bir Kitap” köşesinde Mina Urgan’ın Bir Dinozorun Hatıraları kitabının tanıtımını yapar. Nilgün Zengin, Gelsenkirchen’de 23 Ekim 1998’de Berlin Tiyatrom’un sahneye sunduğu “İstanbul Müzikali”nin seyirci tarafından nasıl büyük ilgiyle karşılandığını anlatır. Ayşen Ertan bir diğer yazısında Londra’yı tanıtırken Zuhal Özügül, The Truman Show filmi üzerine bir inceleme yazar. “Bir Kadın Yazarımız” köşesinde ise bu sefer Adalet Ağaoğlu’nun biyografisine ve edebiyat hayatına yer verilmiştir.
Adım, Almanya’da Gelsenkirchen’de bir grup Türk kadınının kendi milletine faydalı olmak amacıyla çıkardığı bir dergi olarak yola başlar. Giderek kendini kanıtlamaya başlayan Adım, Türk kadının Almanya’daki sesi olmayı amaçlar. Özellikle işçi kadınların sesi olmak ister. Kadınları okumaya ve çalışmaya teşvik ederken evrensel değerlerin, kadın haklarının altını çizer. Türklerin sorunlarına çözüm bulmaya, aile içi şiddete engel olmaya, elinden geldiğince halkı kadın sağlığı, cinsellik, politik farkındalık gibi konularda bilgilendirmeye çalışır. Farkındalıklarla yola çıkan Adım’ın yazar kadrosu, gördüğü ilgiyle gittikçe genişler. Türk yazarlar Almanya’ya davet edilir. Radyo programında söyleşiler yapılır. Kadınların kaleme aldığı öykü ve şiirlere yer verilir. Adım, 1990’lı yıllarda, Türk kültür-sanat ve edebiyat dünyasının Almanya’daki takipçisi olur.