.

Eleştiriye Zemin Açan Bir Dergi: Kuram

Esin Hamamcı

esin.hamamci@sanatkritik.com

Sanatı ve edebiyatı tanımlamak, açıklamak için sıkça kuramlara başvurulur. Metinlere farklı açılardan bakmak, anlam zenginliği getirir. Fatma Erkman-Akerson Edebiyat ve Kuramlar kitabının girişinde kuramsal kitapların çok da keyifle okunabilecek bir yanı olmadığından hatta biraz sıkıcı olabileceğinden bahseder. “Şimdiye kadar hiç, ‘soğuk ve karlı bir kış günüydü, kendime bir çay demledim, sıcak odamda koltuğuma oturdum, ayaklarımı uzattım ve kuramlar kitabımı alıp keyifle okumaya koyuldum,’ diyen birine rastlamadım,” der. Akademisyenlerin öğretmekte ve öğrencilerin bazıları için de anlamakta zorlandığı bir konu olduğunu söyler.

Aslında kuram derslerinin de anlatılması, ders olarak bir bölümde işlenebilmesi için edebiyat eleştirisinin de o toplumda gelişmiş olması gerekir. Edebiyatın “ne” olduğunun sorgulanmış ve sindirilmiş olması gerekir.  

Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı: Giriş kitabının “Giriş: Edebiyat Nedir?” bölümünde edebiyatın ne olduğunu sorgular. Edebiyatı tanımlamak için çeşitli girişimlerde bulunulmuştur tarih boyunca. Örneğin 17. yüzyıl için edebiyat denildiğinde akla William Shakespeare gelir. Ama edebiyat kavramı, Francis Bacon’ın denemelerini de kapsar. Kimi zaman için kurgu dışı da edebiyat içine dahil edilmiş kimi zaman şiir türü daha ön plana çıkmıştır. 17. yüzyılın sonunda İngiltere’de “roman” yükselişe geçmiştir. Edebiyatın tanımı da tekrar belirlenmiştir. Romanın ne olduğu da zaman içerisinde tartışma konusu olmuştur.

Edebiyatın “hayal ürünü” olduğu tanımı ve biçimi konusunda Rus eleştirmen Roman Jakobson’un getirdiği bazı eleştirileri vardır. Jakobson’ın yaklaşımına göre edebiyat “sıradan konuşmaya karşı örgütlü bir şiddeti”dir.

Dilin var oluş hikâyesinden beri hayatımızda olan edebiyatın tanımı tarihsel çizelgede değişmiş ve günümüze değin dönüşmüştür. Bu nedenle hâlâ tam bir anlamdan bahsedilemez. Ancak farklı eleştirel yaklaşımlarla değerlendirilebilir, açıklanabilir.

Berna Moran’ın, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri kitabı okullarda edebiyatın kuramları öğretmek için başvurulan kaynaklardan biridir. Moran da kitabın önsözünde şöyle der;

“Üniversite içinde olsun üniversite dışında olsun, edebiyat üzerindeki konuşmaların, tartışmaların ve eleştirilen, ayıklanmamış sorular ve açıklanmamış kavramlara dolandığı bir ortamda, ortaya sürülen düşünceler çoğu kere bulanıklıktan kurtulamıyor. Bundan ötürüdür ki, edebiyat kuramlarını inceleyip açıklamak, eleştiri yöntemlerini gözden geçirmek ve bazı sanat sorunlarını, çözmek değilse de, açıklığa kavuşturmak, özellikle edebiyat öğrencileri için yararlı olacak…”[1]

Türk edebiyatında divan şiirinin hüküm sürdüğü dönemde eleştiriler daha çok tezkireler yoluyla yapılmaktaydı. Romanın Türk edebiyatına dahil olma sürecinde belagat daha çok anılmaya başlandı. Eleştirel yaklaşımlar kuramsal çerçeve ile çizilmiş bir bütünlükten yoksundu. Daha ziyade kişisel görüşlere dayalı edebiyat tarihi yazımlarında eleştiri izleri görüldü. Edebiyat tarihi kitapları eleştiri noktasında bu işlevi bir süre sürdürdü. On dokuzuncu yüzyıl Türk edebiyatına bakışta bilimselleşme Fransız düşünür Hyppolite Taine etkisiyle gelişti. Jale Parla, Babalar ve Oğullar kitabında Tanzimat dönemi yazarlarının Aydınlanma felsefesinin epistemoloji yönünü içselleştiremediklerini söyler. Tanzimat dönemi yazarları “vatan ve hürriyet” ideolojisinin romantik duygusallığı içerisindedir. Halit Ziya Uşaklıgil’in Hikâye’si bir tür olarak romanın macerasını anlatırken aynı zamanda romana kuramsal yaklaşımından da bir kesit taşır. Ancak eleştirmek ve kuramsal çerçeve çizmek için roman henüz çok yeni bir türdür. Dönem dönem “klasik nedir?”, “dekadanlık”, “hayaliyyün-hakikiyyun” gibi tartışmalar da eleştiri anlamında zenginlik getirmiş olsa da belli bir sonuca varmayan kişisel tartışmalar düzeyinde kalır. Edebiyat, daha çok romanın eleştirisi ve kuramların tanınıp zenginleşmesi için belli bir süre gerekir.

Kuramlara genel giriş niteliğinde başvurulacak kaynaklardan biri olan Edebiyat Kuramları ve Eleştiri kitabı yansıtma kuramı, toplumcu gerçekçilik, yeni-eleştiri, Rus biçimciliği, yapısalcılık, duygusal etik kuramı, alımlama estetiği, feminist eleştiri kuramı, izlenimci eleştiri, okur-merkezli eleştiri, sanatçıya dönük eleştiri, esere dönük eleştiri gibi birçok kuramsal eleştiriye yer verir. Kitap ilk kez 1972 yılında Cem Yayınevi’nden çıkar. Moran’ın kendisinin de “eksikliğini hissettiği bir konu” olarak belirttiği üzere “kuram”sal yaklaşımlar Türk edebiyatı için henüz yenidir.

Tahsin Yücel, 2007 yılında yayımladığı Eleştiri Kuramları kitabında kuralcı eleştiri, olgucu eleştiri, kaynak eleştirisi, oluşum eleştirisi, toplumbilimsel eleştiri, ruhbilimsel eleştiri, iç eleştiri, yazınbilim, izlekçilik, göstergeçözümleyim, yazınsal göstergebilim gibi eleştiri kuramlarına yer verir. Türk edebiyatı için kuramsal eleştiri yeni olsa da Batı için çok eskidir. Yücel, bu konuda kuramın tarihinden bahseder. Guy de Michaud’ya göre edebiyat eleştirisi 18. yüzyılda, Almanya’da doğar. 19. yüzyılda Darwin ve Renan ile bir dönüm noktası yaşanır. Tahsin Yücel kitabın giriş bölümünde Roland Barthes, F.L. Lucas, Fontanier, R. Wellek ile A. Warren’in yaklaşımlarından kısa özetler verir. Eleştiri konusunda Fethi Naci’nin Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981) kitabının eleştirel yöntemine değinir.

Yine Fatma Erkman-Akerson’un 2010 yılında yayımladığı Edebiyat ve Kuramlar kitabı “Edebiyat nedir?” sorusuyla başlar. Akerson, edebiyat eleştirisini çok eski çağlarda arar. “Eski Yunan”, “Aristoteles”, “Ortaçağlar ve Rönesans” gibi bölümlerde anlatım tekniklerine değinir. Daha sonra Aydınlanma ile başlayan eleştirel yaklaşımlardan günümüze değin Rus biçimcileri, yapısalcılık, yapısöküm, göstergebilim, Bahtin’in karnaval kuramı gibi pek çok yaklaşıma yer verir.

Kuram konusunda araştırmalara yer vermek ve bunları çoğaltmak amacıyla Kur Yayıncılık’tan “Kuram” dizisi şeklinde yayınlanan Kuram dergisi Yurdanul Salman genel yayın yönetmenliğinde 1993 yılında çıkar. Ocak 1993’te ilk sayısı yayımlanan dergi, Tahir Abacı, Necmiye Alpay, Aykut Derman, Dilek Doltaş, Evren Erem, Alpay Kabacalı, Özcan Kabakçıoğlu, Sevinç Kabakçıoğlu, Suat Karantay, Mustafa Öneş, Ahsen Özsoy, Mehmet Rıfat, Sema Rıfat ve Yurdanul Salman tarafından hazırlanmıştır. Kapak ve grafik düzenini Sertaç Engin, Selçuk Çelik yapmıştır. İlk sayısının ilk sayfasında iki epigrafa yer verir:

“Homo sum: humani nihil a me alienum puto. (Ben insanım: İnsanla ilgili hiçbir şey bana yabancı değildir.)”-Terentius

“Linguista sum: lingiustıci nihil a me alienum puto. (Ben dil(bilim)ciyim: Dille ilgili hiçbir şey bana yabancı değildir. )” Roman Jakobson

Dergi, “Okura Sesleniş” kısmında ise şöyle der;

“ ‘kuram’ kitap dizisi, insanbilimleri, sanat, felsefe, müzik, mimarlık ve yazın gibi alanlarda deneme, inceleme, arştırma türlerinde telif ve çeviri yazılar basmayı, bunu yaparken Türkçe’nin anlatım olanaklarını geliştirmeye çalışmayı, bu gibi alanlarda hızla üretilerek dilimize girmekte olan terimleri saptamayı, tanımlamayı ve yeterli karşılıklar önermeyi amaçlıyor. Diziye adını veren ‘kuram’ sözcüğü, bilim, inceleme, araştırma alanları arasında su geçirmez setlerin bulunduğu anlamına gelmiyor bizce. Klasik, oturmuş, yerleşmiş ve üzerinde uzlaşmaya varılmış görüş, yaklaşım ve yöntemlerin yanı sıra yeni tartışmalı ve uç görüşlere de yer vermeye, Türkçe’yi bu alanlarda yetkinleştirme çabalarına katkıda bulunmaya çalışacağız. Bu doğrultuda, gerek telif gerekse çeviri yazılarda dil ve terim tutarlılığını olabildiğince sağlamaya, belli yazıların sonuna, yerleşmemiş ya da yeni önerilen terimlerin Batı dillerindeki karşılıklarıyla abecesel listelerini eklemeye karar verdik. Yılda üç kitap olarak yayımlamayı tasarladığımız bu dizinin sizlerle aydınlık, olabildiğince duru bir dil ve anlam ilişkisi kurmasını diliyoruz.”

Derginin Ocak 1993’te yayımlanan ilk sayısı, Christian Norberg-Schulz’ın postmodern mimarlığın nasıl modernizm sınırlamalarına tepki olarak doğduğundan bahsettiği “Postmodernizm’in İki Yüzü” yazısı ile (çeviren: Ahsen Özsoy) açılır. Bir sonraki yazıda Cevat Çapan, Akşit Göktürk’ü bir çeviri sanatçısı olarak değerlendirecektir. Mehmet Rıfat ise bu sayıda göstergebilimin “kuramsal bir oyun” olduğunu öne sürecektir:

“Göstergebilimcinin tasarısına haz veren, onu haz verici bir kuramsal oyuna dönüştüren de, metinleri (özellikle de yazınsal ve sanatsal nitelikli metinleri) haz verici bir ürün ve bir üretim kaynağı olarak göstermesi değil midir?” (s. 26)

Jean-Marie Marconot’nun “Yazı ve Toplumsal Özne” çevirisini Necmiye Alpay yapmıştır. Bu sayıda Tahir Abacı’nın, Yahya Kemal incelemesi, Carolyne G. Heilburn’ün “Penelope Neyi Söküyordu?” yazısı Sevinç Kabakçıoğlu- Özcan Kabakçıoğlu çevirisiyle yayımlanır. Bu yazıda mit, kurmaca ve kadın düşmanlığı üzerinden “Penelope” incelenir.

Derginin ikinci sayısı Mayıs 1993’te çıkar. Zeynep Ergün’ün kaleme aldığı “Marry Shelly ve Yaratma Uğraşının Tehlikeleri” yazısı Marry Shelly’nin hayatı ve Frankenstein’in yazılış sürecine değinir. Ergün, Mary Shelly’in Frankenstein’i yazarken yazın yöntemi olarak gotik roman geleneğini seçmesinin nedeninin “toplumun onaylayacağı maskeleri sunmak” için olduğunu söyler. Böylece açıkça dile getirilemeyen duygu ve düşünceler, erkek kimliğiyle toplum belleğine daha rahat ve kabul edilebilir girmiş olacak ve orada yer edinecektir:

“Mary Shelly, Frankenstein’in konusunu bulduktan sonra, romanı yazdığı süreç boyunca, erkeklerin etkinlik ve yetke alanına girmiş, toplumun kendisine tanımadığı bir rolü, bir yaratıcılık ayrıcalığını üstlenmiştir. Gerçekte de, İngilizce’de kullanılan ‘yazar’ (author) sözcüğünün kendisi bile eril bir sözcüktür. ‘Kadın yazar’ anlamına gelen ‘authoress’ sözcüğü, köke bir ek bağlanarak sonradan düşünülüp kotarılmış, biraz aşağılayıcı bir sözcüktür. Shelley’nin yarattığı karakter Frankenstein, insanoğlunun sınırlarını çiğnemiş, tanrısallığa özenmiş ve günah işlemiştir; onu yoktan var eden ‘kadın yazar’ ise, kadınlığın sınırlarını çiğnemiş, erkekliğe özenmiş ve kendini toplumun olası öfkesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Önsözde, yapıtının korkunçluğu için özür dileme zorunluluğu duymasının nedeni, bunun yol açtığı korkudur. Kurmacada, Frankenstein’ın yaratma dürtüsü yaşamsal tehlikelere yol açar: Bu açıdan Shelly’nin yaratma dürtüsünü yansıtır. Roman kahramanı olarak incelendiğinde, birçok kadınsal özellik taşıdığının görülmesi de bu işlevin bir göstergesidir.”

Derginin üçüncü sayısı vaat edildiği üzere Eylül 1993’te yayımlanır. Suat Karantay, “Tragedya Kuramının Açmazları” yazısı ile “kapalı” bir tür olarak tragedyayı ele alır. Burada Northrop Frye’ın, J.L.Stan’ın, Lionel Abel’in, Thomas Rice Henn’in, Max Scheler’ın tragedya tanımlarına değinir. Tragedyanın kapalı bir tür olduğu savın nedenlerini farklı görüşlerle anlatır. Aynı zamanda David Lenson’ın “açık” bir tür olarak tragedya yaklaşımından da bahseder ve bu yaklaşımlara örnek oyunları değerlendirir.

Sema Rıfat, “Metni Kim Oluşturur? Yazar mı? Okur mu?” yazısında metin-odaklı ve yazar-odaklı eleştiriye değinir.

Mehmet Rıfat ise bir sözlük girişiminde bulunur: “Açıklamalı Göstergebilim Sözlüğü”. Sözlük, A. J. Greimas ile Paris Göstergebilim Okulu’nun etkinliklerinden, kendi çalışmalarından, dünyanın çeşitli yerlerindeki göstergebilimsel araştırmalardan faydalanarak hazırlanmıştır.

Dergi, dikkat çeken dosya konuları ile 1994, 95 ve 96 yılında da çıkmaya devam eder. Kuram konusunda dönemin önemli yazar ve eleştirmenlerine yer verir. Önemli eleştirmenlerden yapılan çeviriler ile farklı görüşler sunar. Kuram ve eleştiri konusunda 90’lı yıllarda önemli bir yer teşkil eder. Dilinin sadeliği ile de anlatmak istediği zor konuları daha anlaşılır kılar. Derginin sayılarına Atatürk Kitaplığı’ndan ulaşılabilir.


[1] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, 2013, İletişim Yayınları.