
Dilek Büyük
Hiçbir Şey Yapmama Günü’nün hem yazarı hem de çizeri olan Beatrice Alemagna, aralarında Astrid Lindgren, Gianni Rodari gibi yazarların da bulunduğu pek çok kitap resimlemiş bir illüstratör. Dilimize çevrilen kitaplarından Hiçbir Şey Yapmama Günü, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere’den beş ödül toplamış.
Kitabın kahramanı olan küçük çocuk annesi ile birlikte, gitmekten pek hoşlanmadığı kır evine “yine” gitmek zorunda kalmıştır. Hava yağmurlu ve hayli kasvetlidir. Görselden anlaşılan odur ki, yakınlarda başka ev, dolayısıyla arkadaş da yoktur. Anne masasına oturup, bilgisayar başında, sükûnet içinde işine, kahramanımız ise elindeki tabletiyle oyuna dalar. Ama anne bundan memnun değildir. Sadece tabletle oynamak, anne için hiçbir şey yapmamak demektir ve bu “hiçbir şey yapılmayan günlerden” hiç hoşlanmaz. Tıpkı pek çok anne gibi. Ve tableti alıp, saklar.
Kahramanımıza tablet olmadan yapılabilecek seçenek sunulmamıştır. Tableti bulur. Annesinden aynı şeyleri bir kez daha duymak istemediği için tabletiyle dışarı çıkar. Suratı alabildiğine asıktır. Yağmur hız kesmeden yağmaya devam etmektedir. Tableti cebine koyup, tepeden aşağı yürür. Gölete vardığında, oyunundaki Marslıların kafalarına benzer kayalar görür, üzerlerinde zıplayarak onları patlatmak gelir içinden, tıpkı oyundaki gibi. Metnin burası sadece fiziksel alanı tanımlamakla kalmıyor, psikolojik bir gerçeği de işaret ediyor. Anlaşılan o ki, kahramanımızın dünyasında tabletindeki oyun dışında düş gücünü şekillendirecek fazla bir şey yok.
Keyifle tıpkı Marslıları teker teker yok eder gibi taşların üzerinden zıplarken olanlar olur, tableti cebinden suya düşer. Kurtarmak için elini buz gibi suya soksa da kurtaramaz. Bu onun için neredeyse bir yıkımdır, çünkü tableti olmadan ne yapacağını bilemez. Metin bize kendisini “fırtınaya yakalanmış küçük bir ağaç gibi hissettiğini” söylerken, görsel bundan biraz daha fazlasını anlatır, bir ağaca yaslanmış, omuzları ve başı düşmüş, koskoca yağmur damlalarının altında ayaklarını uzatıp, öylece oturup kalmıştır. Ama tam o sırada yürüyen dört salyangoz görür. İlginç bir şey gördüğünde dikkatini bu yeni odağa çeviren tüm çocuklar gibi tableti unutur ve salyangozlara döner. Merakla parmağını uzatıp, antenlerine dokunduğundaysa artık başka bir dünyaya yelken açmıştır, antenlerin jöle gibi olması onu gülümsetir. Yazar, kahramanının peşinden sürüklediği okurunu da gülümsetir bu doğal tepkiyle. Belki bizi de çocukluğumuzdaki o basit merakların ve kolay ulaşılır küçük mutlulukların olduğu zamanlara yeniden götürdüğü için.
Salyangozlardan sonra mantarları fark eder. Mantarların bulunduğu bölge iyice rutubetlidir. Bir önceki sayfada okura kendi çocukluğundaki duyguları anımsatan yazar, bu kez de kahramanı daha küçük olduğu zamanlara taşır, anneannesinin rutubet kokulu kilerini ve bulduğu şeyleri oraya nasıl sakladığını hatırlatır. Çocukluk hazinelerini hatırlayınca biraz da toprağın altına elini sokup, karıştırmayı dener. Tohumlar, taşlar, çeşitli taneciklere dokunmak yepyeni hazineler keşfetmiş gibi hissetmesini sağlar. Yazar, okurla kahramanın çağrışımlarını birbirine bağlayarak metnin fonunda gizliden gizliye bir gülümsemeyle devam ediyor metne.
Tüm bunlar olurken gökyüzü de şaşırtır onu. İri yağmur damlaları bir anda gözlerini kamaştıran güneş ışınlarına bırakır yerini. Doğayla biraz hemhal olmak herkesin enerjisini değiştirir elbette. Ve kahramanımızın yerinde duramadığını hem metinden okuruz hem çizimlerden. Önce koşar, sonra yuvarlanır. Yuvarlanması son bulduğunda, yattığı yerden dünyayı bambaşka görmektedir. Ters dönmüş gibi duran ağaçları, karşısındaki gökkuşağını izler bir süre. Sonra o enerjik haliyle bir ağacın dalına tüner, dallardan süzülen yağmur sularını içer, çamurda sıçrar, şeffaf görünen taşlar toplar. Kısaca; kendisini içindeki coşkuya ve doğaya bırakır tam anlamıyla. Ta ki, iliklerine dek ıslanana kadar.

Resimli kitaplarda resim-metin dengesi önemli. Alemagna, bunu çok iyi kullanmış. Kitap yağışlı ve kasvetli bir havayla başlıyor. Gerçekten bakanın içini daraltabilecek bir karanlık görüyoruz ortamda. Kullanılan renkler, kahramanımız kendini doğaya bıraktığı andan itibaren küçük çocuğun değişen, neşelenen doğal haline dönmesiyle yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Bu noktada önemli bir sorun çıkıyor karşımıza. Kasvet ve buna bağlı olarak kahramanın iç dünyasının keyifsiz halini renkler aracılığıyla okura geçirmekte çok başarılı olan görsellerin üzerine gelen yazıları kimi yerde okumak hayli zorlaşmış. Bu da resimli kitaplarda gözden kaçırılmaması gereken şeylerden biri elbette.
Eve girdiğinde annesini masasında çalışmaya devam ederken buluyor baştan sona çamura bulanmış küçük kahramanımız. Anne, başını kaldırıp, çocuğun sırılsıklam olduğunu görünce kurulamak üzere elinde bir havluyla mutfağa geçmelerini öneriyor. Çocuk, annesine sarılmayı, az önce fantastik gibi görüne ama adına “doğa” dediğimiz, keyifli dünyayı anlatmayı düşünüyor ama bunu yapmak yerine masada birbirlerine sessizce bakarak sıcak çikolatalarını içmeyi tercih ediyorlar. Çünkü ister çocuk, ister yetişkin olalım, yaşadığımız duyguların coşkusunu yeterince ifade edecek sözcük bulamayabiliriz. O duyguların içimizdeki yerlerine yerleşmesini bekleyip, sessizliği paylaşabilmek bazen daha anlamlı gelir. Bu masalsı huzur halini finale çok iyi yerleştirmiş yazar.
Teknolojinin hayatımızın belli kısımlarını kolaylaştırdığı ve hızlandırdığını inkâr etmek elbette mümkün değil. Ama küçük büyük hepimizin teknolojiyle ilişkimizi belli bir seviyede tutmamızı çok sade bir kurguyla anlatıyor Beatrice Alemagna. Kitapta kişi ismi hiç kullanmamış. Kahramanın cinsiyeti için kesin olarak kız ya da erkek demek mümkün değil. Babanın olmayışına dair açıklama yok. Ancak bunların olmayışı metinde boşluk yaratmamış. Belli ki, yazar kurguyu yaparken bunların varlığının ya da yokluğunun asıl temaya etkisi olmadığını düşünmüş. Bu kısımları, hayal etmeyi isteyen okura bırakmış. Bu da hoş. Dileyen okur kahramanımızı erkek çocuk olarak hayal eder, ona göre bir isim bulur. Dileyen de kız çocuğu olarak düşleyebilir. Pantolonlu, gözlüklü, kısa saçlı, turuncu yağmurluklu bir çizimin peşinden gidip, herkes dileği gibi şekillendirebilir kahramanı.
Okuru davet açısından kışkırtıcı sayabileceğimiz ismiyle bizi içine çeken kitap, teknolojiyle, doğayla ve hatta birbirimizle mesafemizi hepimize sorgulatıyor, belki biraz da uyarıyor. Bu uyarıya kulak verelim derim…
Yazan ve Resimleyen: Beatrice Alemagna
Çeviren: Rüzgâr Rumi
Aylak Kitap