Deniz Poyraz
İlyada’nın trajik hikayesi ile 2. Dünya Savaşı arasındaki paralellik, insanlığın varoluşsal sorgulamalarıyla dolu bir zemin sunuyor bize. Asıl mesele, insanlığımızı korumak ve değerlerimizi yaşatmaksa şayet, Homeros’un destanı, her çağda yeniden yorumlanabilen evrensel bir eser olmasının yanı sıra, içerdiği derinlik ve insanlık hikayeleriyle de her dönemde insan ruhunu beslemeye devam ediyor…
Simone Weil, Rachel Bespaloff ve Hermann Broch’un metinlerini bir araya getiren Savaş ve İlyada adlı çalışma, sadece Homeros’un destanı üzerine bir inceleme değil, aynı zamanda edebiyat, din ve felsefe arasında derin bir diyalog sunan bir eser niteliği taşıyor. Ketebe Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan bu kitabı, Kağan Kahveci ve Adem Beyaz, Fransızca aslından tercüme etmişler. Savaş ve İlyada, aslında insanlığın varoluşsal meseleleriyle yüklü bir yolculuğa davet ediyor okuyucuyu. Her bir yazar, kendi döneminin zorlu koşullarında İlyada’nın derinliklerine iniyor ve bu destanın günümüzde hâlâ ne kadar güçlü bir etkiye sahip olduğunu gösteriyorlar bize.
Simone Weil’in Homeros’un destanını incelerken ortaya koyduğu analiz, sadece edebî bir eser değil, aynı zamanda derin bir insanlık manifestosu. 1939’da, 2. Dünya Savaşı’nın gölgesinde kaleme alınan bu makale, savaşın dehşetini ve insanlığın içinde bulunduğu trajik durumu vurgulayarak, savaşın asla insanlık için bir çözüm olamayacağını açıkça ortaya koyuyor. Weil’in kaleminden dökülen satırlar, derin bir kâbusun yansıması gibi; savaşın, insanlığın en karanlık ve vahşi yönlerini nasıl ortaya çıkardığını resmediyor. Yazarın analizi, savaşın gerçek yüzünü göstererek, barış ve insanlık değerlerine olan inancı güçlendirmek ve insanlığın savaşsız bir dünya hayalini canlandırmak için çabalıyor adeta.
Rachel Bespaloff’un makalesi, savaşla başa çıkma yöntemlerini ele alırken, Simone Weil’in öne sürdüğü tezlere de atıfla derin bir analiz sunuyor. Özellikle, Homeros destanını Kitâb-ı Mukaddes’le ilişkilendirme çabası ve şairleri peygamberlerle kıyaslaması, edebiyat ve inanç arasındaki tarihsel bağları ortaya koyuyor. Bespaloff’un Homeros’u “peygamberlikle ilişkilendirme” girişimi, destanın evrenselliği ve derinliği hakkında yeni bir bakış açısı sunuyor. Bu çaba, edebiyat ve dinin insan deneyimine nasıl birlikte dokunduğunu ve ortak bir insanlık hikayesini nasıl anlattığını gösteriyor. Bespaloff, çalışmasında, farklı kültürel ve dini doktrinler arasındaki benzerlikleri ve etkileşimleri de vurguluyor.
Hermann Broch’un makalesi ise, savaşın acımasız gerçekliğinden sonra gelen bir derin nefes gibi ve kitap boyunca yapılan tartışmalara bir kapanış niteliği sunuyor. Broch’un üslubu, eski ve yeni arasındaki köprüyü kurarak, sanatta yeni mitlerin arayışını vurguluyor. Bu, savaşın ardından var olan dünyanın yıkımını ve boşluğunu anlamaya çalışırken, aynı zamanda bir tür umut ışığı olarak da nitelendirilebilir. Ayrıca, Broch’un Kafka’ya olan yakınlığı ve mitsel edebiyata olan ilgisi, kaleme aldığı bölümün zenginliğini ve derinliğini artırıyor. Kafka’nın eserlerindeki tuhaflık ve yabancılaşma teması, Broch’un düşünceleriyle örtüşüyor ve modern insanın içsel çatışmalarını yansıtıyor. Yazarın mitsel edebiyata duyduğu ilgi ise, edebiyatın evrensel ve zamanüstü doğasını vurgulayıp, böylece Homeros’un destanının günümüzdeki etkisini ve anlamını derinleştirmesine yardımcı oluyor.
Neticede, Simone Weil, Rachel Bespaloff ve Hermann Broch’un Savaş ve İlyada’sı, sadece Homeros’un destanını incelemekle kalmıyor, aynı zamanda insanlığın varoluşsal meselelerini derinlemesine ele alıyor. Edebiyat, din ve felsefe arasında kurdukları diyalog, okuyucuya zengin bir düşünsel deneyim sunuyor. Savaş ve İlyada, edebiyata, felsefeye hem de içine doğduğumuz uygarlığın geçirdiği düşünsel dönüşümlere ilgi duyan herkesin kütüphanesinde yer alması gereken kıymetli bir eser. İyi okumalar…