Murad Karabulut
“kayıtsızca vücutların sırasını değiştiren ve
bütün emniyetli kimlikleri parçalayan, tehlikeli bir biçimde istikrarı bozucu bir güç”
Shakespeare ya da Eagleton’a göre Shakespeare’da arzu… Öyle ki okuyucuda ya da izleyicide Shakespeare’in peşine takılmak, arzunun peşine takılmak kadar belirsiz. Yaşamsal olanın peşinde, gündelik kaygıların ortasında kendini var etmek için ellerini ve ayaklarını ufalamak gibi. Fakat Eagleton’ın gözünden, yönteminden ve deneyiminden bu belirsizlik yerini keyifli bir okumaya bırakıyor.
Eagleton imzalı William Shakespeare incelemesi 2022 yılında Ketebe Yayınları’ndan tekrar basıldı. Shakespeare’in eserlerine Eagleton’ın gözünden bakan bu eser yazarın da söylediği gibi sadece onu ilgilendiren oyunlar hakkında yazılmış bir inceleme iddiasını taşıyor. Her ne kadar bütün yapıtlarını ele almak gibi bir iddia taşımadığını söylese de Shakespeare’in en önemli eserlerine yazarın politik göstergebilim dediği bir yöntemle yaklaşması ve Marksist bir alet çantası kullanması Shakespeare’in bütün yapıtlarını inceleyebilecek bir patika olarak bizi çağırmaktadır. İnceleme “Dil”, “Arzu”, “Hukuk”, “Hiçbir Şey”, “Değer” ve “Doğa” olmak üzere altı alt başlığa sahiptir ve kronolojik olmaktan ziyade tematik bir yaklaşımla yazılmıştır. Eagleton’a göre ise “çalışmak isteyen herhangi biri tarafından daha da derinleştirilebilecek; dil, arzu, hukuk, para ve vücut arasındaki karşılıklı ilişkileri merkeze alan bir örnek”tir.
“Şükret haline; sen ölenlerle karşılaştın bense yeni doğanlarla. İşte sana manzara:”[1]
Her şeyin yeniden tanımlandığı bir dönemin tanığıydı Shakespeare. Ölenlerin ve yeni doğanların vücutlarına yeni bedenler dikmeye çalıştığı bir dönem. Eagleton’ın deyimiyle “yerinde duramayacak kadar dinamik bir sınıf olan burjuvazi”nin doğuşuna ve “kapitalist üretiminkinden daha az ‘soyut’ olan toplumsal ilişkilere ve emek biçimine dayalı” feodalizmin çöküşüne tanıklık ediyordu. Değer, arzu, aşk, doğa… Her şeye değişen bakışın sahibi, dikilen yeni bedenlerin nefesiydi. “Dilin bitmez tükenmez ihlal gücü, Shakespeare dönemi İngiltere’sinin doğmakta olan burjuvazisini oluşturan yeni insanların merkantilistlerin, girişimcilerin ve proje sahiplerinin bir göstergesi olarak” ortaya çıkmakta ve onların dünyasını anlatmaktadır. Aynı zamanda yoluna çıkan her şeyi bölen ve dağıtan dil olgu ve değerin bölünmez birlikteliği olarak vücudu da parçalamakta ve arzuyu serbest bırakarak hiçbir şeye ait kılmaktaydı. Bu dönüşüm Macbeth ve Lady Macbeth’in karakterleri arasındaki farkı da yaratmaktaydı. Yazara göre Macbeth, tanımların bulanıklaşmasının insanın otantik değerini kaybettirdiğine inanmaktadır.
Macbeth’e göre insanı insan yapan “sadakatin hassas bağları tarafından yaratıcı biçimde kısıtlanmış, sabitlenmiş ve çerçevelenmiş” olmaktır. Lady Macbeth ise bu görüşün tam zıttını temsil etmektedir. Lady Macbeth’e göre “ihlal; sınırların sürekli olarak aşılması, insan olmanın gerçek işareti”dir. Eagleton’ın kitap boyunca takip ettiği tartışmaların başında dilin toplumsalı hem var eden hem ihlal eden bu çelişkisi vardır. Eagleton’ın “Dil” bölümünde Macbeth’e dair yorumu ve “Arzu” bölümünde dile dair anlatısı aynı yola işaret etmektedir. Eagleton “Dil” bölümünde Macbeth’i şöyle değerlendirmektedir: “Macbeth gibi burjuvazi de kendi aşırılığı nedeniyle başını belaya sokacaktır; kendi mezar kazıcısını (işçi sınıfı) doğurarak, tarihsel gelişiminin önündeki engeli kaldırarak -ki bu kendisinden başka bir şey değildir- ve kendi fazlalığından ölerek.” Yazar “Arzu” bölümünde ise “dil, kendi aşırılığı içinde tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalana kadar gerçekliği yalayıp yutar ve bünyesine katar.” demektedir. Eagleton’ın Shakespeare’i inceleme yönteminin en açık görüldüğü noktalardan birisidir bu geçişler. Toplumun değişim sancıları ile Shakespeare’in karakterlerinin gösterdikleri arasında bağ kurar. Çünkü yazara göre “meta fetişizmi (kavramında olduğu gibi) kapitalizmdeki insan ürünleri, kendi üreticilerinin kontrolüne bir kez yabancılaştıktan sonra, erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal ilişkileri güçlü bir biçimde belirleyen ilişkileri kendi aralarında oluşturmaya başlarlar.”
Eagleton’ın gözünden Shakespeare’i okumak her zaman çelişkili bütünlüğün farklı uçlarından bakabilmeyi öğrenmektir. Var olanı ihlal ederek yeni bir toplumsallığı kuran dilin, parçaladığı her şeye duyduğu çelişkili özlemi okurken de sıklıkla hissedeceksiniz. Tarihsel bir çalışma olmadığını iddia eden ama eserleri tarihsel bağlamında inceleyen ve çıkarımlarını göze sokmadan, iddialı olmadan yeni bir bakış açısı olarak sunan bu incelemeyi Eagleton şöyle bitirmektedir: “Shakespeare’in çağıyla bizimki arasında bir özdeşlik vardır; aradaki fark o zaman sömürülen ve mülksüzleştirilenlerin bugün hesaplaşılması gereken tarihsel bir güç haline gelmiş olmasıdır.”
[1] William Shakespeare, Kış Masalı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017), 64.