.

Tiyatroyla Yaşamak – Tiyatroyu Hor Görenlere Karşı Muhsin Ertuğrul’un Zehir Zemberek Mektubu

cengız-korucu-tıyatroyla-yasamak-muhsın-ertugrul

Cengiz Korucu

Başlarken…

2014-2015 tiyatro sezonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 100. yaşını kutladı. Yüz yaşını deviren Şehir Tiyatroları’nın kurulup şekillenmesi ve varlığını korumasında başat etkiye sahip usta tiyatro insanı Muhsin Ertuğrul’un anısına “Kurucu Muhsin Ertuğrul” başlıklı bir sempozyum düzenlenmişti.

Cumhuriyet tiyatrosunun kurucusu olarak anılan Muhsin Ertuğrul’u daha yakından tanıma ve ülkemiz tiyatrosunun gelişim sürecine tanıklık etme olanağı sağlayan bu sempozyum, 26 Şubat 2015 Perşembe günü 11.00-18.30 saatleri arasında iki oturum halinde gerçekleştirildi. Orhan Alkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı ikinci oturuma Özdemir Nutku, Seçkin Selvi, Hilmi Zafer Şahin, Burçak Evrenli, Ayşın Candan ve ben de konuşmacı olarak katılmıştım.

Tevfika İkiz ve Seval Şahin ile birlikte Sanat Kritik portalındaki tiyatro yazılarına, Türk tiyatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğrul’u saygıyla, sevgiyle ve özlemle anarak başlamamızın doğru olacağını düşündük.

Tabiî o günlerde ödenekli sanat kurumlarına karşı iktidarın gündeme getirdiği “Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı Taslağı” (TÜSAK) vardı. Tiyatroda, operada ve balede, güzel sanatlara bağlı orkestra, çok sesli koro ile geleneksel koro ve topluluklarda görev yapan binlerce sanatçının çalıştığı kurumlarının geleceklerini belirleyecek bir düzenleme söz konusuydu. Sanat dünyasında büyük tepkilere yol açan bu yasa tasarısı, geniş bir kampanya sonucu protesto edilip kınandı. Tüm sanatseverlerin desteği ve katılımıyla da geri püskürtüldü. Sempozyumda sunduğum bu bildiri, o günlerin siyasal iklimi eşliğinde kaleme alınmıştı.

Burçak EVREN, Hilmi Zafer ŞAHİN, Cengiz KORUCU, Ayşın CANDAN, Özdemir NUTKU, Seçkin SELVİ, Orhan ALKAYA

Tiyatroyu Hor Görenlere Karşı Muhsin Ertuğrul’un Zehir Zemberek Mektubu

14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra Demokrat Parti, ezici bir çoğunlukla iktidara gelir. Yıllardır tek partiyle yönetilen ülkemiz yeni bir yol ayrımının eşiğindedir. Adnan Menderes’in Başbakanlığında yeni bir dönemin kapısı aralanır. Cumhuriyetin ilanının ardından Atatürk’ün başını çektiği ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlardaki yeniden yapılanma sürecinin ve onu izleyen devletçi politikaların çözülüşüne tanık oluruz. Bu bilinçli bir seçimdir. Liberal değişimlerden önce, meclisin milletvekili profili de bir değişime uğramış, daha önce aydın ve bürokrat kesimin ağırlıkta olduğu politikacıların yerine kırsal kökenli yeni türemeye çalışan burjuva sınıfının temsilcileri boy göstermişlerdir. Tabii kültürel bakımdan köklü bir geçmişe sahip olamadıklarından dolayı yaşam tarzlarında batıya özenen züppe bir sonradan görmelik hakimdir. “Küçük bir Amerika olacağız” iddiasıyla yola çıkan Demokrat Partililer ve yandaşları başkentin kültürel ortamında yeni türemişlikten kaynaklanan bir eğretilik ve oturmamışlıkla salınıp dururlar cemiyet hayatında.

İşte oyun yazarı Mümtaz Zeki Taşkın, Devlet Tiyatrosu’nun ilk yıllarında Küçük Tiyatro’nun müdürlüğünü yapmaktadır o sıralar. Bir gün Muhsin Ertuğrul telefon ederek onu Büyük Tiyatro’daki Genel Müdürlük makamına çağırır.

 Kulisten içeri girince sahnenin solunda bulunan odasına adım attığında Muhsin Bey’in gözlerinde gözlük, elinde ise müsvette halinde yazılmış kağıtlar vardır. “Beni istemiştiniz, geldim efendim” deyince gözlüklerinin üzerinden bakarak elinde tuttuğu eski Türkçe kaleme alınmış birkaç sayfayı uzatır ve “Seni bu yazı için rahatsız ettim Zeki’ciğim” der. “Sen, eski Türkçe okuyup yazıyorsun. Onun için eski Türkçe yazdım. Lütfen içerideki odaya geç bunu daktiloda üç-dört kopya olarak bana tape et.” Mümtaz Zeki, “Hay hay efendim” diyerek arka odaya gider.

Genel Müdür Ertuğrul’un eline tutuşturduğu metnin neyle ilgili olduğunu bilmiyordur, çünkü Muhsin Bey bu konuda hiçbir şey söylememiştir. Kağıtların arasına kopya kağıtlarını yerleştirip yazı makinesinin başına geçer. Ancak bir hata yapmamak için el yazısıyla karalanmış metne “Şöyle bir göz atayım” der içinden. “Eğer bir sözcüğü okuyamazsam, Hoca’ya sorar aslını öğrenirim, böylece de vakit kaybetmemiş olurum” diye düşünür. Birkaç sayfalık müsveddeyi hızlıca okuduktan sonra elinde olmadan duraklar: “Üstad, bu yazı kime gidecek?” diye merakla sorar.

Mümtaz Zeki Taşkın

Muhsin Bey’in yanıtı “Beni ziyarete gelen hanımefendilere. Bir de Bakan’a sunulmak üzere Özel Kalem’e” olur.

Taşkın: “Biraz ağır değil mi metin?” der ve ardından ekler “Biraz hafifletsek. Bana biraz ağır olmuş gibi geldi de.”

Mümtaz Zeki’nin bu itirazı karşısında hiddetlenen Hoca’nın birden yüzü kızarır: “Sen lütfen daktilonun başına otur, orada ne görüyorsan onu yaz” diye çok yakından bildiği tatlı sert buyruklarından birini verir. Artık yapılacak bir şey yoktur.

Yıllar sonra oyun yazarı Taşkın, bu olayı tiyatro tarihçisi, araştırmacı Turgut Akter ile gerçekleştirdiği bir söyleşide şöyle anlatacaktır:

“Efendim, mesele şuydu: Galiba yanlış hatırlamıyorsam Yardımseverler Derneği’nin Opera binasında bir balo verilecekmiş. İçkili, danslı, kostümlü; bildiğimiz şaşaalı balolardan biri. Bir Hanımlar Komitesi Muhsin’i ziyaret ederek dilekçelerini vermişler. İşte onun tepesini arttıran bu başvuru.

‘Burası bir tiyatro binası…Yani kutsal bir yapı. Nasıl balo vermeye kalkarlar burada, anlamıyorum; diye tekrar tekrar üzüntüsünü dile getiriyordu. ‘Nasıl? Nasıl olur? Sen otur makine başına ve lütfen o yazıyı tape etmeye çalış, haydi…’

Emir o kadar kesindi ki hık mık edeyim dedim, yapamadım ve oturdum yazı makinesinin başına. Aman efendim, o ne güzel, o ne harika bir edebi anıt niteliğindeki yazı bu. Bu yazıyı siz de okursanız bana hak verirdiniz sanırım.” (1)

Mümtaz Zeki, yazıyı Muhsin Ertuğrul’un istediği gibi yazar üç ya da dört kopya. Zaten zarfları da hazırdır. Üzerlerine gidecekleri yerler yazılınca geriye sadece ulaştırma işi kalmıştır. Zarflar derhal sahiplerine gönderilir.

Muhsin Bey, Demokrat Parti’ye mensup kadınların düzenleyeceği balo için Büyük Tiyatro’nun salon tahsisi talebine hayır derken onlara yönelik zehir zemberek bir mektup yazmıştır. Hoca, parti yanlısı hanımefendilerin sırf eğlence amaçlı bir toplantı için tiyatro-opera temsillerinin yapıldığı böyle bir yeri istemeleri üzerine müthiş kızmış ve öfkelenmiştir. Çünkü o, başkent Ankara’ya binbir zahmet ve güçlükle kazandırılan Küçük ve Büyük Tiyatro binalarını sanat adına hizmet veren imrenilecek iki eşsiz anıtsal mekân olarak düşünmektedir. Bu yüzden de böyle yerlerin kapılarının yalnızca sanata ve sanatseverlere açık tutulmasını arzu eder. Üzerine titrediği, yuvam dediği sahnelere politikacıların da benzer bir duyarlılıkla yaklaşmalarını bekler. Ancak hükümet kanadındaki siyasilerin ve eşlerinin salonlara aynı özenle eğilmediklerini fark edince bu durumdan büyük bir üzüntü duyar. Tepkisini hemen kalem kâğıda sarılarak gösterir. Her satırı demir leblebi olan bir mektup döşenir.

Muhsin Ertuğrul

Dönemin Dışişleri Bakanı’nın eşinin de aralarında bulunduğu komiteye iletilen ve bu arada Milli Eğitim Bakanlığı Özel Kalemi’ne de yollanan bu mektupların bakan tarafından da okunduğu anlaşılır. Öyle ki ertesi günkü yani 28 Kasım 1950 tarihli partinin yayın organı Zafer Gazetesi’nin ilk sayfasında insanın gözüne hemen çarpan bir haber vardır:

“Bir Umum Müdürün yazdığı dehşet verici mektup

Büyük sanatkâr, büyük rejisör, Devlet Tiyatroları Umum Müdürü Muhsin Ertuğrul, bir hayır cemiyeti namına verilecek balo ve o baloya gidecek ailelere korkunç bir tecavüzde bulunuyor!

Senelerden beri Türk tiyatrolarının başında tam bir diktatorya tatbik ederek bu vadide inkişaf bir tarafa gittikçe geriliğe doğru meyle sebep olan ve her iyi, her yeni hareketi şahsi menfaat ölçülerini birinci plana alarak baltalayan Muhsin Ertuğrul’un bu durumu artık herkesçe malum bulunmaktadır.”

Gazeteden öğrendiğimiz bilgilere göre, partili bazı kadınlar hayır işlerinden gelir elde etmek üzere bir balo tertiplemeye kalkmışlar, Büyük Tiyatro’nun fuayesinden yararlanmak amacıyla Genel Müdürlükten görüşme talebinde bulunmuşlardır. Muhsin Bey bir gün sonrası için kendilerine randevu vermiş, ancak belirtilen gün ve saatte makamında olmadığından bu buluşma gerçekleşmemiş, onun yerine Mümtaz Zeki Taşkın’ın tape ettiği Muhsin Ertuğrul imzalı mektubu almışlardır. Zafer Gazetesi söz konusu haberde: “(…) Misilsiz bir hicap mevzuu, iki temiz aile kadınına yapılan ve her türlü edep ve haya mefhumunu aforoz eden…” gibi betimlemelerle aşağılamaya çalıştığı bu mektubun metinini yayınlamıştır: Mektubun bazı bölümleri tiyatronun ve tiyatrocunun meslek saygınlığının korunması konusunda o dönemdeki titizliğin ilginç bir belgesini oluşturmaktadır.

Celalettin Ezine

“Devlet Tiyatrosu yeni kurulmuştur. Halkta tiyatroya karşı bir mabede olduğu gibi saygı uyandırmaya mecburuz. Her şeyden önce bu saygıyı duyurmazsak tiyatroyu sevdiremeyiz. Biz tiyatroyu halka bir ahlak müessesesi olarak tanıtmakla mükellefiz. Çatısı altında hiçbir hafifliğe yer vermeyen ciddi bir kültür ocağı olduğunu anlatmak bizim en ön planda gelen vazifemizdir. Henüz bunun başlangıcında iken tiyatroda balo verecek orayı içkiyle kırbaçlanmış çiftlerin şehvetin şevkiyle dans ettikleri bir baloz haline sokmak bizim ideal edindiğimiz tiyatro mevhumunu evvela bizim gözümüzde, sonra da halk nazarında kirletir, küçültür. Yere serer. Eğer bu sarhoş çiftlerin dansına bir manej aranıyorsa bu mekân her halde bir kutsiyet izafe etmek istediğimiz tiyatro binası değildir.

Paris operasında bu yapılabilir. Çünkü orada yıllardan beri teessüs etmiş bir balo ananesi vardır. Fazla olarak binanın yapısı buna müsaittir. Bizim binamızda dans edilebilecek tek bir hol vardır. Orası da sokaktan geçenler tarafından görülür. Gece yarısı yoldan yayan gelip geçen köylü yolcuların gözü önünde yarı çıplak tombul kadınlarla kuyruklu fok erkeklerin tepinmeleri bu yolcuların fakir seyircilerin sefaletiyle alay etmek olur.

Eğer şehirde balo verilecek bir yer aranıyorsa yüz metre ilerimizde yeni yapılmış bir sergi sarayı vardır. Büyüklüğü, genişliği ve yeniliği daha az cazip değildir. İsmiyle müsemma olarak her zaman taştan topraktan heykellerin, yaldızdan, boyadan tabloların meşheri olan bu yer o gece pekâlâ ispirtodan pembeleşmiş çeşit çeşit kokular ve renk renk düzgünlüklerle yoğrulmuş et yığınlarının teşhir edildiği bir sergi olabilir. Ve bina da tam vazifesini yapmış adını hak etmiş olur.

Fakat ister bir emr-i hayır perdesi arkasına gizlenilsin, isterse herhangi yüksek bir makamdan gelen arzuya; hülus çakmak için olsun sanat mabedi olan kutsi binamızın temiz ve saf havasını ter ve içki kokularıyla kirletmek, yerlerini sarhoş kusmukları içinde bırakmak tiyatroya yapılacak en büyük kötülüktür. Bu kötülüğü de hiçbir sebep mazur gösteremez.” (2)

Büyük Tiyatro, Ulus

Tiyatro tarihine iftiharla geçen bu mektubu Zafer Gazetesi “Bir Umum Müdürün Küstahlığı” olarak yorumlar. Halbuki o metin küstahlık falan değil, apaçık iktidardan nemalanan, sanat yuvasını kendi çıkarları için kullanmaktan yüksünmeyen gösteriş düşkünü, sonradan görme yeni zengin burjuva sınıfının mensuplarına hadlerini bildirmekten çekinmeyen yazınsal bir karşı koyuş örneğidir.

Yazılışının üzerinden altmış beş yıl geçmesine karşın Muhsin Ertuğrul’un mektubunun hala güncelliğini koruduğunu görüyoruz. Son üç dört yıldır AKP hükümetleri tarafından tiyatronun horlandığı, sahne önünde ve gerisinde çalışanların itibarsızlaştırıldığı bir süreçten geçiyoruz. Ödenekli kurumların vesayet altına alınıp özel tiyatroların devlet yardımından yoksun bırakılarak her türlü baskı ve sansürle susturulmaya çalışıldığı bu dönemde; tiyatronun toplum katındaki saygınlığını yitirmemesi için onun gibi mücadeleci, mesleğine canı gönülden bağlı, inandığı ilkelerinden ödün vermeyen, ömrünü bu sanata adayacak cesur insanlara gereksinim duyuyoruz.

Büyük Tiyatro girişi

Cumhuriyetin kazanımlarından ödenekli sanat kurumlarını mülga edip (kapatıp) kültür ve sanat alanını ele geçirmeyi amaçlayan iktidarın dayatmaya kalktığı bir tuzak olan TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) yasa taslağıyla karşı karşıyayız. Özgür ve özerk tiyatro adına sesimizi yükseltirken dik duruşuyla kararlılığıyla bize rol model olan sanat düşmanlarına ömrü boyunca hep direnç gösteren Türk tiyatrosunun kurucu figürü Muhsin Ertuğrul’un yaşamında deneyimlerinden ve düşüncelerinden alacağımız çok dersler var şimdi. Çünkü Muhsin Hoca karanlığa karşı yaktığı ışıkla hala aydınlatıyor bizi.

  • Turgut A. Akter. Devlet Tiyatroları Tarihi (1941-1991) I-Amaç, Gelişim, Değişim. S.82. (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü-Sanat/Tiyatro için yayıma hazırlanan ama basılamayan kitap)
  • Murat Tuncay. Sahneye Bakmak 2. Tiyatronun Temel Kavramlarına Bakış. Mitos-Boyut Yayınları. Tiyatro/Kültür Dizisi 104. S.160-162
Cengiz Korucu

Cengiz Korucu, 1958’de Bursa Mustafakemalpaşa’da doğdu. İlk kez “Fatih Halkevi Alan Tiyatrosu”nda sahneye çıktı. Taner Barlas ve Sedat Küçükay ile pantomim çalıştı. Kendi adına ve kurduğu toplulukla çeşitli gösteriler yaptı. 1975 yılında “İşçi Tiyatrosu”nda çalıştı. 1977 yılında arkadaşlarıyla Bakırköy’de “Gerçek Sahne”yi kurdu. İstanbul Devlet Konservatuarı Tiyatro Yüksek Bölümü’nden mezun oldu.

1978’de “İstanbul Şehir Tiyatroları Tepebaşı Deneme Sahnesi”nde Beklan Algan’la profesyonel oyunculuğa adım attı. 1981 yılında Cemal Ünlü ile birlikte “Küçük Perdeci Çocuk Tiyarosu”nu kurdu. “Robenson Dans Öğreniyor” adlı oyunu yönetti ve oynadı. 1984 yılında Devlet Tiyatroları’nda çalışmaya başladı. Burada arkadaşlarıyla “Yeni Seyirci” adlı tiyatro sanatı dergisini çıkarttı ve genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Sırasıyla İstanbul, Ankara, Konya Devlet Tiyatrosu’nun pek çok yapımında oyuncu, yönetmen yardımcısı, yardımcı yönetmen ve yönetmen olarak görev üstlendi.

Mimar Sinan Üniversitesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü’nden 1989 yılında “Polonya Tiyatrosu’nda Jozef Szajna ve Stüdyo Tiyatrosu” adlı teziyle yüksek lisans diploması aldı. 1993 sezonunda Szajna’nın daveti üzerine Ankara’ya geldi. “İzler-2”de kendisine hem yardımcı yönetmenlik yaptı hem de oynadı. 2001-2004 yılları arasında Konya Devlet Tiyatrosu’nun müdürlüğünü ve sanat yönetmenliğini üstlendi. Ardından iki dönem Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Daha sonra DETİS’te (Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği) yönetim kurulu üyeliğinde bulundu.

2007 yılında, 18. Uluslararası Ankara Film Festivali’nde Ulusal Uzun Film Yarışması’nda jüri üyesi olarak görev aldı. 2020 yılında, Sabahattin Kudret Aksal Yazın Ödülü’nün ikincisinde, Tiyatro Oyunu dalında, seçici kurul üyeliği yaptı. Tiyatro dışında sinema ve TV alanında oyuncu olarak çalıştı. 1976’dan bu yana çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmaktadır.