
Simlâ Sunay
Beni kim yarattı? Peki, dünyayı kim yarattı? Çocuklardan işittiğimiz bu evrensel soruları cevaplamakta zorlanıyor muyuz? Bu soruları nasıl geçiştiriyoruz? Hangi cevapları erteliyoruz? Çocuklarla belli bir inancın dışında “yaratıcı” ve “tanrı” hakkında konuşmak modern dünyanın en ilginç diyaloglarından olsa gerek.
Benimse merak ettiğim, tanrıyı neden büyük harfle yazıyoruz, özellikle dünyayı küçük yazarken. Demek ki aslında tanrı yeterince soyut değil. Tanrı dediğimizde tüm dünyada aynı somut şeyi anlıyoruz. Görünmeyen, işitilmeyen, bir gövdesi olmayan bu “yaratıcı”nın aslında evrensel bir figürü var. Alman yazar Ulrich Hub’ın yazdığı Saat Sekizde Gemide adlı çocuk romanındaki penguen karakterler sözgelimi tanrıyı “uzun beyaz sakallı, ihtiyar bir erkek” olarak hayal ediyor (sayfa 78). Sanırım en yaygın figür de bu. Hub çocuk romanında alışılmadık bir konuyu seçerek, büyük harfle “Tanrı”yı tartışıyor. Tüm semavi dinlerin kutsal kitaplarında yer alan Nuh’un Tufanı meselinin (kutsal hikâyenin) üzerine yazarak üstelik. Evrensel bir hikâyeyi mizahla yeniden yorumlayarak, tanrının varlığına dair yaygın soruları çocuk edebiyatı olanaklarıyla yeniden dile getiriyor. Geçiştirdiğimiz, kaçtığımız olası yanıtlara insansı, konuşan hayvanlar arasında yer açıyor. Bunu yaparken din kavramına mesafeli duruyor, ortak mesele yazınsal yaklaşıyor. Derdi kesin yanıtlarla bir yargıya varmak, doğrudan bir dini eleştirmek, empoze etmek, çocuk okuru yönlendirmek değil. Onun derdi tanrı gerçekten var mı yok mu da değil. Varlığından öte, tanrının var olduğu fikrinin dünyayı nasıl etkilediği. Varlığına olan inanca rağmen oluşan ikircikli, komik haller.
Romanı yorumlamak için genellikle pek tercih etmediğim bir yönteme başvuracağım, olay örgüsünü takip ederek tartışmak… Çünkü her olgunun bir sıralaması, anlamı ve simgesel değeri var. Tıpkı kutsal metinlerdeki gibi. Ve elbette benim için de bu konuda düşünmek ve yazmak kolay değil. Hikâye karlarla ve buzlarla kaplı bir coğrafyada, cinsiyetlerini bilmediğimiz üç penguenin gündelik çatışmalarıyla başlıyor. Pek geçinemeyen ama yakın arkadaş olduğunu anladığımız bu üç penguen birbirlerine fiziki çok benzese de aslında biri diğerlerinden daha küçük. Bütün penguenler birbirine benzer önyargısı kırılıyor ilkin. Hub’ın romanı için seçtiği soğuk iklim semavi dinlerin doğduğu toprakların iklimiyle tezat oluşturuyor, bence tesadüf değil. Sanki tanrının hiç uğramadığı bir yerdeyiz.
Tanrı kim?
Penguenler arasında konunun tanrıya nasıl vardığına gelince, sıradanmış gibi görünen o gün beklenmedik bir şey oluyor; bu üç penguen birbiriyle didişirken, sarı bir kelebek üzerlerinde üç tur atıp tam önlerinde karın üstüne konuyor. Penguenler sürekli kavga etmekten bıkmış bir halde, keşke farklı bir şey olsa diye umarken üstelik. Mucizevi. Ancak kelebeğin böyle bir coğrafyada belirmesi mucizeden çok büyük bir felaketin habercisi olmalı, ilk yorumları böyle. Nasıl da insansı bir korku bu, tanıdığımız. Küçük penguen en huysuz, olumsuz ve kavgacı olan, çünkü ilk aklına gelen kelebeği “gebertmek”. Küçük penguenin bu “olumsuz” karakteri giderek sorgulayan, şüpheci ve kolay inanmayan insanları temsil edecek. Rasyonel soruları hep o soracak, oysa kendisinden faklı olan kelebeği yok etme düşüncesi de ilk önce ondan çıkıyor. Bu benim için biraz kafa karıştırıcı. Diğer iki büyük penguense tanrıyı bilen, inanan, (yayan), “merhametli”, doğru ve iyi insanları temsil ediyor (henüz). Küçük pengueni “öldürmemelisin” diye uyardıklarına göre. Küçük penguen hemen itiraz ediyor “kim demiş”… Diğer iki penguenden eş yanıt geliyor, “Tanrı”. Küçük penguen ilk kez tanrı sözcüğüyle karşılaşıyor. Ve ilk büyük soru da ondan çıkıyor: “Tanrı kim ki?” (sayfa 10). Büyük penguenlerden biri şöyle cevaplıyor, ““bu zor bir soru. Tanrı çok büyüktür ve çok ama çok kudretlidir. Bir sürü kural koymuştur ve bu kurallara uyulmazsa canı çok sıkılabilir. Ama onun dışında gayet sevecendir.”” (sayfa 10). Diğer penguense tanrının görünmez olmasının onun ufak bir kusuru olduğunu ekliyor. Çocuk okur için en temel ve yaygın soru da böylece ortaya atılıyor. Görünmeyen tanrının gerçekten var olup olmadığından nasıl emin olabiliriz?

İyi ve Kötü
Bundan sonrasında iki büyük penguen tanrının varlığını küçük ve huysuz olana kanıtlamak derdine düşüyor. Küçük penguen çevresine şöyle dikkatli bir bakmalı, işte! Her şeyi tanrı yarattı, penguenleri de! Daha sonraysa tanrının varlığı ya da “yapmış olduğu iş” rasyonel düşüncelerle sorgulanıyor, sözgelimi tanrı penguenleri balık mı yarattı yoksa kuş mu? (Sanki bir canlı tek bir türden olmalıymış gibi… Ya da türleri adlandıranlar insanlar değilmiş gibi… Tanrı için türler var mı?) Bu çok karışık ve saçma değil mi? Oysa tanrı şu sarı kelebeğe nasıl da özen göstermiş, kelebekler zaten uçar ve bu kelebek de zaten uçabiliyor! Bu türden düşünceler küçük pengueni yine kelebeği “gebertme” fikrine getiriyor. Ancak yine itiraz ve sonrasında “öldürmemesi için” ikna ile karşılaşıyor. Fakat ikna kelebeğin yaşam hakkı üzerine değil, tanrının cezalandırıcılığı üzerine bir uyarıdan ibaret. Bu tartışma adalet kavramına girmeden sürüyor. Kelebek gebertilmekten, inançlı iki penguenin küçük penguene attığı şaplaklarla kurtuluyor, neyse ki. Tanrı henüz ortada yok, kelebeği korumaya gelmedi. İki penguen tanrı adına bir kelebeği korumuş oldu. Bu noktada metne “iyi ve kötü” kavramları giriyor. Küçük penguen kötü bir penguen! Savunusundaysa tanrı onu öyle yaratmış, yapabileceği bir şey yok. Bazı penguenler iyidir, bazıları kötü, ne olmuş? İkinci temel soru geldi sanki, bizi tanrı yarattıysa yaptığımız her şeyden o sorumlu değil mi?
Cennet
Takip ettiğimiz olay örgüsünde az önce “tanrı inancı” bir kelebeğin kasti öldürülmesini engelledi! Fakat ya tesadüfler, ya istemeden yaptıklarımız? Onlardan kim sorumlu? Küçük penguen “tanrı, iyi ve kötü” kavramlarıyla bocalamışken yanlışlıkla sarı kelebeğin üzerine oturarak onu eziyor. Bu olayda da kelebeğe ne olduğu, onun ne düşündüğü, sesi, katılımı yok. Küçük penguenin tanrı eğitimi devam edecek. Şimdi gelen kavramsa “cennet”. Kelebek öldüyse cennete gidecek. Sadece iyiler cennete gidebilir. Kelebeğin iyi olduğunu nereden biliyoruz? Küçük penguen kelebeği yanlışlıkla öldürdüğüne emin, kendisinin cennete gitmemesi için bir neden yok. Ancak onu gebertmek istediğini söylemesi onu zan altında tutmuyor mu? (Sanıyorum burada niyet ile eylem arasındaki fark da tartışmaya açık, ancak çocuklarla Søren Kierkegaard’ı konuşmak hiç de kolay olmazdı.) Küçük penguenin tek umuduysa tanrının bu vahşeti (kazayı) görmemiş olduğu ya da unutacağıdır. Çünkü tanrıyı insansılaştırma eğiliminde. Ancak tanrı bir insan değil, o unutmaz. Tanrı eğitimi ceza üzerinde ilerleyecek… Hub yazınsal olarak kutsal metinlerdeki cezacı dile dikkat çekecek, tanrıyla ilgili olan her şey sanki korkuyla ilgili de. Küçük penguen sonunda isyan ediyor, tanrı yoktur, şu ana kadar ona ihtiyacı olmamıştı, şimdiden sonra da olmayacak. Bu noktada arkadaşlık da bozuluyor ve küçük penguen küsüp gidiyor. O gittikten sonra iki büyük penguen tanrıyı konuşmaya devam ediyor, tüm kitap boyunca bu tartışma hiç kesilmeyecek. Bu tartışmalarda doğa olayları tanrının sanki cevapları hatta cezaları ya da kendini göstermesi… Yağmur bulutları ya da bir tufan gibi mesela. Yoksa ceza geliyor mu, suçlu ortada yokken üstelik.

Nuh’un Tufanı
Romanda şu ana kadar sanki hiç tanrıdan konuşulmamış gibi -günün ikinci olağanüstü olayı da nükseder- gökten bir güvercin iner ve doğrudan “Vaktiniz varsa Tanrı hakkında konuşabilir miyiz” diye sorar (sayfa 20). Şaka gibi değil mi? Hub’ın mizahi dili güvercin karakteriyle ivmeleniyor. Nuh’un habercisi güvercin çok önemli bir görevdedir, her türden iki canlıyı gemiye saat sekize dek yetiştirmek. Penguen türü için de bizim ikili biçilmiş kaftan gibidir. (Bu arada hâlâ kelebeğe ne oldu, gerçekten öldü mü bilmiyoruz.) Güvercin bu davetin gerekçelerini nezaketle anlatıyor, bileti uzatmadan önce tabii. “Tanrı insanlardan ve hayvanlardan usandı; sürekli kavga ediyorlar, her şeyi üç kere söyletiyorlar. Sonunda sabrı taştı (…)” (sayfa 21). Sanıyorum Nuh’un meseli insan ve hayvanların eşlendiği ender hikâyelerden. Hub insanlara verilen tufan cezasına hayvanları da katmış. Dünya canlıları bir gemide tazelenecekse neden cezada da eşitlenmesinler ki?
Tam bir görev hayvanı olsa da tanrı ve Nuh’un buyruklarına ve kurallarına vicdanını ve kendi iradesini teslim etmeyen güvercin sürekli unuttuğu bir şey olduğundan şüphelenerek sağa sola koşturuyor ve sonunda gemi penguenleri ve ne büyük tesadüf ki bizim (ölmemiş, yaralanmış sadece) sarı kelebeği de eşiyle birlikte alarak yola çıkıyor. Ne ki iki büyük penguen küçük pengueni gemiye kaçak sokmuştur, tanrı inancı bile onları kural dışına çıkmaktan kurtaramaz, dostluk galip gelir. Onca hayvan türünden sadece penguenler üç tanedir. Olacak şey değil! Küçük penguen bavulun içinde gizlice gemiye sokulmuştur. Güvercinin teftişlerinden birinde bavuldan ses gelince penguenler bavuldaki sesin tanrıdan geldiğine onu kolayca ikna ederler. Tanrıyla ilgili her şey insanları (pardon hayvanları) ne kolay ikna ediyor değil mi? Küçük penguen inanmadığı tanrı rolündedir. “Kanıt istemeden inanmalısın bana” bile diyecektir güvercine, kısa süreliğine onu ciddi ciddi inandıracaktır da. İşin ilginci, gemiden inerlerken karşılarına çıkan beyaz sakallı, ihtiyar erkek Nuh da tanrıyı andırmaktadır. Tanrı kılıktan kılığa mı girmektedir yoksa? “Gayet sevecen” bu “tanrı kim” sorusu akla yeniden geliyor.
Romanda hayvanların gemiye neden çift alındıkları detaylı anlatılmaz ve cinsiyet meselesine girilmez ancak güvercinin unuttuğu “o” şey kendine eş seçmek olduğundan yerine küçük penguen geçecek ve böylece norm dışı, türler üstü birliktelik şans eseri de olsa oluşabilecektir. Güvercin ve penguen çift olacaktır. Tanrı ve (beyaz sakallı, ihtiyar, erkek) Nuh istese de istemese de.


Gemiye binemeyen canlılara ne olacağından her söz açıldığında “boğulacakları” ifadesi havada kalır, karakterler birbirlerine “bunu siz söylediniz” “bunu sen söyledin” diye cevap verir. İfadenin roman boyunca özellikle pek çok kere tekrar etmesi düşündürücü… Hikâyeyi aslında insanların anlattığını/yazdığını çocuk okurlara hatırlatmadan geçmek istemiyor Hub, belki de. Hayal eden, söyleyen ve eyleyen insandır. Hüküm veren, yargılayan, cezalandıran. Tanrı görünmezliğe devam ediyor.
Saat Sekizde Gemide, Ulrich Hub, Resimleyen: Jörg Mühle, Çeviren: Selen Akhuy, Kuraldışı Yayıncılık, 2021.