Prof. Dr. Zeynel Kıran
“Le cœur a ses raisons que
la raison ne connaît pas”*
Pascal, Pensées
Marcel Proust’un yaşamı bir dünya vatandaşının, bir sanatçının ve kronik bir astım hastasının yaşamıdır. Yaşamında neredeyse hiç macera yoktur. İki kez Venedik, bir kez Hollanda ve Normandiya yolculukları dışında pek az yolculuk yapmıştır. Aşırı duyarlıdır, en küçük bir değişiklik yaşamını altüst etmeye yeter. Odun ateşinin kokusundan ve dışardan gelen gürültüden rahatsız olmamak için soğuk kış günlerini duvarları mantar levhalarla kaplı odasında geçirir. Çünkü her şey onun için bir tehditti. Bir çiçek fotoğrafı, bir parfüm kokusu ya da adı astımını başlatmaya yetiyordu.
Kilise ile Devlet’in birbirinden ayrılması konusunda yazdığı birkaç makale dışında, hiçbir ulusal ya da siyasal etkinliğe katılmamıştır. Dreyfüs olayı ve Birinci Dünya savaşı hariç.
Proust yirminci yüzyıl romanını en büyük yenilikçilerinden biridir. Özgün bir biçim ve yeni anlatım yolları bulmuştur. Ama hep kendisi kalarak kendisinden önceki yazarların çizgisini sürdürmüştür. Örneğin Montaigne gibi ahlâkçı, Saint-Simon gibi anıları dikkate alan Proust, Balzac gibi gerçek bir vizyoner, Stendhal gibi bir psikolog, Flaubert gibi çağdaş yaşamın romancısıdır. Cervantes ve Dickens gibi nükteci olan Proust, Chateaubriand gibi biçem ustası ve eğretilime cambazıdır.
Proust 18 Kasım 1922’de öldüğünde hemen hemen tanınmayan bir yazardı. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde adlı romanıyla 1919’da Goncourt edebiyat ödülü almasına karşın hakkında, belli çevreler dışında, pek bir şey bilinmiyordu. Üstelik hiçbir zaman edebiyat çevrelerine ait biri olmadı. Üstatları solun temsilcisi Anatole France, sağın temsilcisi Maurice Barrès 1900’lü yıllarda kibarlar aleminin salonlarına girip çıkan Marcel Proust adında bu küçük, biraz da tuhaf adamı hatırlıyor ama ona pek de yakınlık duymuyorlardı. Bir anıtsal yapıtın, Kayıp Zamanın İzimde’nin yayınlandığının farkında bile değildiler. Proust’tan yaşça küçük olanlar ise Birinci Dünya Savaşı sonrası Paris’te kendilerine yer edinme savaşı veriyorlar, sadece düşeslerden söz eden böyle bir roman ilgilerini çekmiyordu. Evine kapanmış, zengin, ünlü Ritz Oteli’nin gece ziyaretçisi bu tuhaf adamın çevresinde gizemli bir hava oluşurken bir de eşcinsel olduğu dedikodusu yayılmıştı. Ama daha sonra herkesin dili çözülür. Yavaş yavaş onu tanıyanların, onunla mektuplaşanların irili ufaklı anıları yayınlanmaya başlanır.
Çocukluk yılları keşfedilir: 10 Temmuz 1871’de Paris’in şık semtlerinden biri olan Auteuil’de dünyaya gelir. İliers’li bir bakkalın oğlu olan babası Adrien Proust çok ünlü ve çok takdir edilen bir doktordur. Klinik şefi olarak 1866’daki kolera salgınına karşı savaşmış ve hükümet tarafından salgının izini araştırmak üzere Rusya, İran ve Mısıra gönderilmiştir. İran’a giderken de İstanbul’da kalmıştır. Bankacı ve zengin Musevi bir ailenin kızı Jean Weil ile evlenmiştir. Bu yalnız ve edebiyat düşkünü kadın oğlunun yaşamında ve yapıtında çok önemli bir rol oynayacak ona edebiyat sevgisini aşılayacaktır. Kardeşi Robert Proust 1873’de dünyaya gelir; sağlıklı ve hareketli bir bebektir. Fen bilimlerine ve matematiğe düşkün babası gibi doktor, ayrıca da cerrah olacaktır. İki gelenek, iki kardeş, iki karakter, iki aile, iki semt, Swann’ların ve esGuermante’ların semti gibi …Birbirinden farklı ama birbirine çok bağlı bir aile. Ailenin Paris’te Malesherbes bulvarında bir daireleri, iki de “yazlık” evleri vardır. Birincisi Proust’un doğduğu anne tarafının Auteuil’deki evi, ikinci İlliers’ki Adrien Proust’un baba evi. Fransız edebiyatının ünlü kasabası Combray’in doğuşunu hazırlayan bu iki ev, bir gün romanda iç içe geçecektir. Kurmaca Combray adı öyle ünlenir ki, sonunda İlliers belediyesi İlliers’nin yanına kurmaca Combray adını ekleyerek yerleşim yerinin adını İlliers-Combray’e dönüştürür.
Küçük Marcel Parİs’te Champs-Élysées’deki parkalarda kendisi gibi çocuk yaşlardaki kızlarla oyun oynamayı çok severdi. Küçük bir Rus kızı olan Marie de Bernardaky romancının ilk aşklarından biri olup Kayıp Zamanın İzinde’nin Gilberte karakterine esin verecektir. Bu arada babası ilerde Fransa cumhurbaşkanı olacak Felix Faure’un kızı ile da arkadaşlığını unutmayalım. Daha sonra, bir arkadaşına yazdığı mektupta Bernardaky için “çocukluğumun umutsuzluğu ve şarhoşluğuydu”, der. Hastalığına gelince, Marcel dokuz yaşındayken, babasıyla Boulogne ormanında yaptıkları bir gezintiden dönerken ilk ciddi astım krizini geçirir.
Bugün, hala ünlü bir lise olan Condorcet lisesinde öğrenim görür. Lise Saint-Lazare garı yakınlarında, Seine nehrinin sağ yakasındadır. Hippolyte Taine ve Sainte-Beuve bu lisenin öğrencileri olmuştur. Şairlerin prensi Stéphane Mallarmé ise bu okulun edebiyat hocalığını yapmıştır. Proust 1889’da liseyi bitirir, felsefe hocası Alphonse Darlu kendisine felsefeyi o kadar sevdirir ki felsefe kompozisyon ödülünü kazanır. Lise yıllarında saygın ve seçkin ailelerin çocukları, Georges Bizet’nin oğlu Jacques Bizet, Fernand Gregh, Daniél Halévy ile arkadaş olur. Üniversite yıllarında ve sonra on yıl boyunca kibarlar aleminin sevilen, aranan kimi zaman da şakalarından, taklitlerinden, aşırı iltifatlarından biraz şikayetçi olunan müdavimi olur. Bunlar Proust’un en hareketli ve en mutlu yıllardır. Hastalığı geçmemiş ama biraz hafiflemiştir. Öte yandan arkadaşları gibi bir meslek sahibi ol(a)mayacağını ailesine bir türlü söyleyemez. Hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerinde okuduktan sonra Mazarine kütüphanesine sıradan bir memur olarak atanırsa da astımını bahane ederek göreve gitmez ve 1900’de müstafi sayılır. Ancak bu hastalık onun Orléans’da bir yıl askerlik yapmasına engel olmadığı gibi Jean Lorrain ile düello yapmaktan da geri kalmaz. Bu yazar, Proust’un Hazlar ve Günler başlıklı kitabı için son derece aşağılayıcı bir eleştiri yazmıştır. Aynı dönemde Proust, Dreyfüs davasının duruşmalarını da yakından izlemiştir.
Daha Condorcet lisesindeyken arkadaşlarıyla Le Banquet başlıklı bir dergi çıkarmış ve hatta Hazlar ve Günler adlı kitabındaki bazı metinleri burada yayınlamıştır. Bu kitap Charles Maurras ve Léon Blum’un beğenisini kazanır. Genç Proust ünlü kişilerin portresini yapan Jacques-Émile Blanche’a da bir portresini yaptırır. Üniversite yıllarında, kendisinden iki yaş küçük Reynaldo Hahn ile arkadaş ve sevgili olur; şiir tiryakisi asilzade Robert de Montesquiou ile ise inişli çıkışlı bir dostluk ilişkisi kurar. Bu dönemde Proust yeni dostlar edinir: Antoine Bibesco, Bertrand de Fénélon, Guiche dükü, Léon Radzwil; Louis d’Albuféra ise Proust’un yıldızının sönmeye başladığı dönemde yaşamına girer. Artık otuz yaşındadır; şimdiye dek hemen hemen hiçbir şey üretmemiştir. Ama aslında bu doğru değildir. Fransa’da pek tanınmayan, İngiliz sanat tarihçisi John Ruskin’den annesinin de yardımıyla İngilizceden Fransızcaya iki kitabını çevirir. Aynı dönemde eski arkadaşları kendisinden uzaklaşmaya başlar; ailesi endişeye kapılır. Babasını 1903, çok sevdiği annesini 1905 yılında kaybeder. Bu iki yeri doldurulamayacak insanın kaybı tam bir kabustur; büyük bir umutsuzluğa kapılarak kendi isteğiyle doktor Sollier’nin kliniğine yatar. Artık bambaşka bir Proust vardır. Evine dönüşte, uzun aylar boyunca Figaro gazetesine sadece iki makale yazacaktır.
1908 yılında birden “Swann yılları” başlar. Bu Proust için yeni bir dönemdir. Dış yaşamdan uzaklaşıp dairesine çekilip yatağında yazmaya başlar. Swann ile coşmuş, yedi ciltten oluşan o büyük romanının son sayfasını ilk sayfadan önce yazmıştır. Aralıksız üç yıl, gece gündüz çalışır; 1911’de yayıncı arayışına girer. NRF, Fasquelle ve Ollendorf olumlu yanıt vermezler. Nihayet gelecek vaat eden Grasset yayınevi yazarın kendi parasıyla romanı basmayı kabul eder. Swanların Tarafı 1913’te yayınlandığında kimsenin ilgisini çekmez, eleştirmenlerde pek heyecan yaratmaz. Savaş yıllarıdır; ikinci cilt 1919’da NRF yayınlarından çıkacaktır. Büyük bir dedikodu yayılır. Arkadaşı Lucien Daudet’[1]nin gayretleriyle Çiçek Açmış Kızların Gölgesinde adlı romanı Fransız edebiyatının en saygın ödülü Goncourt’u alır. Sonra yine üç yıl kesintisiz bir çalışma dönemi başlar.Yardımcısı ve sekreteri Céleste Albaret’nin özenli bakımı sayesinde, çok samimi dostlarının ziyareti dışında kimseyle görüşmeden Albertine Kayıp, Mahpus ve Yakalanan Zaman’ı bitirir. Böylece yirminci yüzyılın, kimilerine göre de tüm yüzyılların en büyük serüveni sona erer; bu kez de başka dedikodu dolaşmaya başlar: Aslında Proust’un roman değil kendi anılarını yazdığı söylentisi yayılır. Proust anlatıcı ile romancının aynı kişi olmadığını, kahramanlarının gerçek kişiler ve romanın anahtarları olmadığını anlatmak için büyük bir çaba harcar.
Eleştirmenler Proust’un yaşamını ikiye ayırırlar: Kibarlar alemi yaşamı ve Kayıp Zamanın İzinde‘yi yazmak için köşesine çekildiği yaşamı. Proust’un otuzlu, kırklı yaşlarına dek doğru dürüst bir şey üretmediğini söyleyenler vardır. Oysa, özellikle ölümünden otuz yıl sonra bulunan el yazmaları bu saptamanın tersini söyler. Proust zamanını asla boşa harcamamıştır.
Proust, tüm bir yaşamı içine alan, başka hiçbir romana benzemeyen Kayıp Zamanın İzinde’de bir öykü, bir macera anlatmak yerine kendi yaşamının en önemli, en ayrıcalıklı olanlarını bir araya getirerek bu devasa yapıtı gerçekleştirir. Yazdığı şey romandan öte bir şeydi. Varlıkların, nesnelerin vizyonunu ve kendi öz felsefesini içeren bir roman söz konusudur. Daha önce belirtildiği gibi bu romanda bir entrika yoktur ama yine de bir romandır, yani anlatı yoluyla, bir ipucu aracılığıyla bir araya getirilen bir anlatılar dizisidir.
Bir yazar yeteneğinin doğuşunun öyküsü ya da isterseniz, bir romancının romanının öyküsüdür. Bu uzun, yeniden anımsamalardan oluşan anlatı Swanların Tarafında’nın ikinci bölümü dışında, birinci kişi adılı “ben” ile yazılmıştır. Ama romandaki “ben” ile yazarın “BEN”i aynı kişi değildir. Birinci “ben” anlatıcının “ben”idir. Aslında bu anlatıcı oldukça karmaşıktır: Çocuk anlatıcıyı, yeni yetme anlatıcıyı ve yetişkin anlatıcıyı kapsar. Biz buna iyisi mi “öyküleme sesi” diyelim. Balzac gibi geleneksel bir romancının her şeyi bilen anlatıcısının karşılığı olan bir tür bilinçtir: gözlemler, yargılar ve tanıklık eder; betimler ve yargılar. Yaşadığı yere göre, yıllar içinde dünya görüşünü değiştirir ve onu keşfeder. Romancı Proust’un ise anlatıcısı Marcel ile arasında gözle görülür benzerlikler olmasına karşın Proust’un gerçek yaşamı ve düşünceleri arasında büyük bir ayrım vardır. Bu ayrım, Proust’a Kayıp Zamanın İzinde’nin, bize göre yazınsal türünü niteleyen kurmaca evrenini oluşturmasına olanak sağlar. Ayrıca yapıtın temel izleklerinden biri olan “zaman” ile oynamasına yardımcı olur. Aslında bir hasta odasında yazılmış bu roman bize yaşam konusunda geniş perspektifler açar. Bu roman, kurtuluşu sanatta bulan bir adamın öyküsüdür. Romanın yedinci cildi Yakalanan Zaman’da anlatıcı kendini keşfederek bir yazar yeteneğine sahip olduğunu fark eder. Bu son bölümde bir romanın doğuş öyküsünü dile getirir. Okur mantıksal olarak Yakalan Zaman’ın son sözcüğünde Swanların Tarafı’nın ilk sayfasındaki o ünlü “Uzun zaman erkenden yattım” tümcesiyle romanı okumaya başlar. Anlatıcı için çember kapanmıştır artık. Terk ettiği kibarlar aleminden yaratacağı sanat evreni ile kurtulmuştur.
Kayıp Zamanın İzinde “anahtarları” olan bir roman değil, “kurallar” romanıdır. Onu klasik yapan da bu özelliğinden gelir.
Hastalıklı, kırılgan ve son derece duyarlı olan Proust yaşadığı dönemin simgeci edebiyat akımına uyarak bir “dandy” olarak kalabilirdi, ama o bir deha olmayı seçmiştir.
* Yüreğin aklın anlamadığı kendi açıklamaları vardır (“raison” akıl, neden, akıl yürütme gitme anlamlarına gelir. Pascal sözcüğün çokanlamlılığından yaralanmıştır.)
[1] Alphonse Daudet’nin oğlu