
Burcu Yılmaz
Sevimli okur, birazdan seni çok sevdiğim bir kitabın böyle havalı bir başlık attığım (kısaltılmış) analizinin ilk bölümüyle baş başa bırakacağım. Dilbilim alanındaki yüksek lisansım sırasında yazdığım bu makalenin zaman zaman sıkıcı olmasının tek nedeni, biz zavallıları akademik yazımın sınırları içine hapsetmek için ellerinden geleni yapmaları. Tabii sıkıcı ara başlıkları attım, kuramsal zincirleri kırdım ve elimden geldiğince nefes alır hale getirdim metni. Aslı İngilizce olan bu çalışmayı Türkçeye çevirirken kıtırdayan bazı yerler kaldıysa da bahanem hazır, şimdiden söyleyeyim.
Türkçede Ağlamak Güzeldir adıyla İlksatır Yayınevi tarafından yayımlanan kitabın Cry, Heart, But Never Break başlıklı İngilizce çevirisini esas almamın nedeniyse (metni İngilizce yazmam bir kenara bırakılırsa) Türkçedeki karşılığın, maalesef, metnin mesajını ve içeriğini anlatmakta çok yetersiz kaldığını düşünmemdi.
Temelde Kavramsal Metafor Kuramı (Lakoff & Johnson, 1980; Charteris-Black, 2004) ve Çoklu Gösterge Çözümlemesi (Kress & van Leeuwen, 2020; Moya-Guijarro, 2010) yaklaşımlarından yararlandığım çalışmada Cry, Heart, But Never Break’in ölüm temasını görsel olarak aktarırken renk, çerçeveleme, mekânsal kompozisyon, bakış ve metonimiyi nasıl kullandığını ele alacağım.
*
Ölüm deneyimine çoğunlukla yalnızlık eşlik eder, bu durum hem yaşamının sonuna yaklaşanlar hem de geride kalanlar için geçerlidir. Norbert Elias, The Loneliness of the Dying (1982) adlı eserinde modern toplumların yaşam döngüsünün sonuna yaklaşan bireyleri sürekli olarak nasıl tecrit ettiklerini ele alır. Elias’a göre modern toplumlar ölümü bir anomali, saklanması gereken bir şey olarak görerek, ölümün hayat deneyimlerimizin ön saflarına taşınmaması gerektiğini düşünür. Ölüm kutlanmak veya ortak toplumsal deneyime dahil edilmek yerine gizlenir ve yok sayılır. Bu kopukluk aynı zamanda çocukları ölümle ilgili duygusal karmaşadan koruma çabasına kadar uzanır. Çocuklar ölümle doğrudan karşı karşıya getirilmez, bu durum ölümü anlamak yerine onu korkulacak bir şey olarak algılamalarını pekiştirir ve çocuklar kaçınılmaz sonla yüzleşip onu aşma fırsatını kaçırırlar. Modern toplum öncesinde çocuklar, yas ritüellerine katılmaları için teşvik edilip yüreklendirilirdi. Modern kültürse çocukları ölüm ve ölümle ilgili konulardan uzaklaştırmış, çocuk edebiyatının ölümü tartışmak için kritik bir mecraya dönüşmesine sebep olmuştur.
Glenn Ringtved’in yazıp Charlotte Pardi’nin resimlediği Cry, Heart, But Never Break (2016), ölümü şiirsel ve zarif bir anlatımla, anlamlı, çağrışım gücü yüksek çizimlerle işleyen bir eser. Bu iki yönün uyumu, çocukların ölüm hakkındaki düşüncelerini ve anlayışlarını şekillendirmede birbirini destekleyip ölüme yönelik korkuyu azaltıyor ve farkındalığı teşvik ediyor. Bu çalışmada multimodal (çoklu kip) bir perspektifle aşağıdaki temel soruları ele alacağım: Cry, Heart, But Never Break’te ölüm görsel olarak nasıl temsil edilmiş? Görsel anlatıda anlam oluşturmak için hangi tür metaforlar ve sembolik unsurlar kullanılmış? Kitaptaki renk, kompozisyon ve karakterlerin konumlandırılması, ölümün duygusal ve kavramsal çerçevesine nasıl katkıda bulunmuş?
*

Cry, Heart, But Never Break daha ilk sayfalarında öykünün tonunu belirlemek için dikkatlice oluşturulmuş ve çoklu iletişim biçimlerini içeren görsel bir çerçeve kullanır. Kress ve van Leeuwen’ın (2020) bilgi akışı teorisi, görsellerin sol tarafının verili bilgiyi, sağ tarafının ise yeni bilgiyi sunduğunu öne sürer. Bu illüstrasyonda, sol tarafta yer alan ev, en az üç temel kavramı simgeler: Aşinalık, güven ve sıcaklık. Evin içinden yayılan sıcak sarı ışıklar da bu kavramları pekiştirir. Buna karşılık, sayfanın sağ tarafında yer alan koyu kırmızı gökyüzü, kararmış ağaçlar ve açık alan, görsel olarak değişim, dönüşüm ve yaklaşan bir olayı simgeler. Bu belirgin kompozisyon kontrastı, çocukların dünyasında yakında meydana gelecek önemli bir değişime işaret eder.
Görsel perspektif, rahatsız edici ama incelikli bir atmosfer kurar. Evin hafifçe çarpık açısı iki belirgin dengesizlik hissi yaratır ve anlatıdaki duygusal değişime öncülük eder. Özellikle, Ölüm’ün tırpanının kapının dışında durması, Ölüm’ün henüz eve “girmediğini” ancak beklediğini gösterir. Sıkıca kapalı kapı, yaşam ile ölüm arasındaki metaforik sınırı temsil eder, Ölüm’ün kaçınılmaz ama şimdilik dışarıda duran etkisini güçlendirir. Ayrıca biri evin çatısında, öbürü sağdaki bir ağacın dalında duran iki siyah kuş, ölüm temasını vurgular. Charteris-Black (2004), karga ve kuzgun gibi bazı hayvanların kültürel olarak ölümle ilişkilendirildiğini ve uğursuz bir habercilik işlevi gördüğünü belirtir.
Renk şeması, illüstrasyonun duygusal tonunu şekillendirir. Kress ve van Leeuwen’ın (2002) renk teorisine göre bazı renkler belirli sembolik anlamlar taşır ve hikâyenin genel üslubuna katkıda bulunur. Evin sakinliği ve istikrarı ifade eden mavi tonları, çatının kırmızı rengiyle kontrast oluşturur ve altta yatan değişime işaret eder. Evin içini aydınlatan sıcak sarı ışık, içeride yaşamın devam ettiğini gösterir ancak gökyüzünün kırmızı tonu huzursuzluk ve dönüşümü çağrıştırır. İnce renk değişimleri, ortamın geçiş sürecinde olduğunu görsel olarak yansıtır ve kaçınılmaz ölümle yüzleşmeyi hissettirir.
Kompozisyon, metaforları ve metonimileri sofistike biçimde bir araya getirerek kitabın ana temalarını pekiştirir. Ölümün bir ziyaretçi olarak sunulması, “ölüm bir misafirdir” kavramsal metaforunun bir örneği olarak, onun alışıldık korkutucu çağrışımlarını azaltır (Lakoff & Johnson, 1980). Metindeki “Şimdi bir ziyaretçisi vardı” ifadesi, Ölüm’ü uğursuz bir tehditten ziyade doğal bir varlık olarak sunar. Tırpanın kapının dışında konumlandırılması, yaşam ile ölüm arasındaki kısa süreli ayrımı simgeleyen “içeride yaşam-dışarıda ölüm” metaforunu destekler. Bu durum aynı zamanda eşik metaforunu da güçlendirir; kapı, yaşam ve ölüm sonrası arasındaki eşiksel bir alan olarak dikkat çekici biçimde işlev görür.
Öte taraftan, kullanılan renk sembolizmi, mekânsal düzenleme ve görsel metaforlar sayesinde genel kompozisyon, genç okuyucuların kayıp kavramıyla duygusal açıdan güvenli bir alanda yüzleşmelerini sağlar. Birden fazla çoklu gösterge unsurunun iç içe geçmesi, hikâyenin temasının yalnızca sözcüklerle değil, aynı zamanda görsel anlatımın incelikli detaylarıyla da aktarılmasına yardımcı olur.
Bir sonraki illüstrasyonda Ölüm’ü evde görürüz. Mekânsal düzenlemedeki bu değişiklik, karakterlerin dünyasının artık Ölüm’ün varlığını bir dereceye kadar kabul ettiğini gösterir. Sol tarafta oturan çocuklar günlük yaşamı temsil ederken sağ taraftaki Ölüm bu düzene müdahale eder. Varlığı güçlü olsa da Ölüm agresif değildir, duruşu korku vermekten ziyade kaçınılmazlığı temsil eder.
Ölüm’ün koyu, basit pelerini sahnede etkileyici bir görsel kontrast oluşturur; çocukları ve çevreyi tasvir eden tonlarla zıtlık içindedir. Kress ve van Leeuwen (2002), siyahın gizem, bilinmezlik ve ciddiyetle ilişkili olduğunu belirtir. Ölüm karakterinin saldırganlığı, soluk ve neredeyse içi boş yüzüyle giderilir; bu, kitabın Ölüm’ü korkutucu değil, nazik bir varlık olarak sunan tematik yaklaşımıyla tutarlıdır.
Masanın etrafındaki çocukların konumu ve tepkileri, keder ve kabullenmeye yönelik farklı yaklaşımları sunar. Lakoff ve Johnson’ın (1980) Kavramsal Metafor Kuramı, çocukların duruş ve bakışlarının içsel duygusal durumlarını metaforik olarak nasıl temsil ettiğini açıkça gösterir. En büyük kardeşler Nels ve Sonia gözlerini derin bir üzüntüyle kapatırken, Casper Ölüm’ü görmezden gelmeye çalışır, en küçükleri Leah ise bakışlarını cesurca Ölüm’e diker. Bu, masumiyetin ve korkusuzluğun metaforik bir temsilidir.

Bu sahne metonimi aracılığıyla da ölüm temasını güçlendirir, sürahideki ve bardaklardaki kırmızı sıvı, hayatın sınırlı doğasını görselleştirir. Ölüm’ün masada yer alması, rolünün saldırgan değil, eşlikçi olduğunu bir kez daha hatırlatır.
Mutfak ortamı, ölümün doğallığını vurgular ve onu günlük hayatın bir parçası olarak temsil eder. Elias (1982), modern toplumlarda ölümün toplumsal alanlardan uzaklaştırıldığını söyler ancak bu sahne tam tersini gösterir ve ölümü sıradan bir ev ortamının kalbine yerleştirir. Böylece, genç okuyucular için kaybı korkutucu bir olay olarak değil, hayatla birlikte var olan sürekli bir gerçeklik olarak çerçeveler.
Ölümün kaçınılmazlığı, anlatının önemli bir anını vurgulayan sayfa 5-6’daki illüstrasyonla pekiştirilir ve ortamdaki sıcaklık, aşinalık hissi korunur. Kompozisyonda büyükanne merkezdedir ve aile fotoğrafları, kitaplar, gözlük, çalar saat gibi hayatla bağlantısını vurgulayan çeşitli kişisel eşyalarla çevrilidir. Saatin belirgin rakamlarıyla vurgulanan zaman, büyükannenin hâlâ zamanın bir parçası olduğunu gösterir. Ölümünün ardından saatin rakamlarının silinmesiyse onun için zamanın öneminin sona erdiğini simgeler. Bu incelikli imgeler Elias’ın (1982) modern toplumlarda ölümün izolasyonla karakterize edildiği argümanının çeşitli yönlerini yansıtır. Ancak burada büyükannenin çevresindeki kişisel anılar geçiş sürecinin sertliğini azaltır.
Soluk yeşil ve mavi tonlar, mekânda huzurlu bir atmosfer yaratır. Parlak ve göze çarpan kırmızı abajur, güçlü bir görsel kontrast oluşturur, bu abajur hem rahatlatıcı sıcaklığı hem de yaşamın elle tutulur varlığını temsil etmekle birlikte, tarihsel olarak kırmızının derin değişim ve yaşamla ölüm arasındaki eşiksel alanla ilişkilendirilmesi nedeniyle yaklaşan dönüşümü de ima eder. Büyükannenin başucundaki masada duran sevdiklerinin fotoğrafı, hafızanın ve sürekliliğin metonimik bir temsili olarak işlev görür, böylece ilişkilerin fiziksel varoluşun ötesine geçtiği düşüncesini güçlendirir.
Çoklu göstergebilimsel bakış açısı, büyükannenin sınırda oluşunu mekânsal konumlandırma aracılığıyla vurgular, hayatta kalmaya devam etse de vücut açısı azalan gücünü gösterir. Solundaki boş sandalye yokluğu simgeler ve yaklaşan ayrılığı ima eder. Görsel analizlerde boş sandalyeler sıklıkla kaybı, yokluğu veya bekleyişi simgeler ve yaklaşan olaylara işaret eder. Bu ilişki, “ayrılık olarak ölüm” metaforunu destekler. Bu metafor, ölümü varoluşun tamamen sona ermesi yerine bir ayrılış süreci olarak sunar (Lakoff & Johnson, 1980).
Bu sahnedeki metin de yorumlamaya önemli katkıda bulunur. Büyükannenin “hırıltılı nefesleri” ile aşağıdaki masada oturan Ölüm’ün varlığının eşzamanlılığı, onun fiziksel durumuyla alt kattaki ziyaretçi arasında açıkça ifade edilmeyen ama doğrudan bir bağlantı kurar. Büyükannenin zor nefes alışı ve Ölüm’ün sessizce izleyen varlığı arasındaki paralellik, ölümün ani bir müdahale değil, soğuk bir doğallıkla gerçekleşen kaçınılmaz bir süreç olduğunu vurgular. “Ölüm’ün onun için geldiğini biliyorlardı” ifadesi de bu yaklaşımı vurgular.

İlerleyen sayfalarda metnin ve görsellerin ölüm algımız üzerindeki biçimlendirici etkisi devam eder. Ölüm’ün kahve içmesi hem gerçekçi hem de metaforik bir işlev görür. Çocuklar, Ölüm’ü meşgul etmek için zekice bir strateji kullanır ki bu yöntem, kaçınılmaz olanı erteleme girişimlerini simgeler. Kahvenin “gece gibi koyu ve güçlü” olarak tanımlanması, Ölüm’ün karanlık ve geceyle olan metaforik bağını pekiştirir (Lakoff & Johnson, 1980).
Bu sahnelerde mekânsal düzenleme de önemlidir. İlk illüstrasyon Ölüm’ü sol tarafta, çocukları ise sağ tarafta konumlandırarak verili bilgi-yeni bilgi yapısını vurgular. Ölümün varlığı artık tamamen kabul edilmiştir ama çocuklar onunla etkileşime girerek kavrayışlarını yavaşça derinleştirirler.
Leah’ın sonraki görüntüde Ölüm’ün kemikli elini tutması, kitabın atmosferinde önemli bir değişim yaratır. Bu fiziksel temas, Ölüm’ü erişilmez ve uzak gösteren geleneksel temsilleri altüst ederek Charteris-Black’ın (2004) Ölüm’ün insanlaştırılmasının korkuyu azalttığı görüşünü destekler. “Koyu pelerininin altında Ölüm’ün kalbi en güzel gün batımı kadar kırmızıydı” ifadesi geleneksel betimlemelere karşı çıkar ve Ölüm’ün içtenlikten veya empatiden yoksun olmadığını gösterir. Gün batımı referansı, ölümü bir son değil, geçiş olarak sunan kavramsal metaforu anımsatır.
Buradaki renk kullanımı duygusal etkiyi yönlendirir. Leah’ın kırmızı kazağı ve önceki sahnelerdeki kırmızı öğeler, yaşamın ve sıcaklığın metonimik göstergeleridir. Bu kırmızı unsurlar geçmiş ve şimdi arasında görsel bir süreklilik yaratır ve nesiller arası bağlantıyı simgeler.
Bu bölümde karakterlerin mekânsal ilişkileri de belirgin değişimlerden geçer. Başlangıçta çocuklar ve Ölüm arasında belirgin fiziksel mesafe varken, Leah’ın teması duygusal bir uzlaşma anını temsil eder. Ölüm’ün başını eğişi ve yumuşayan vücut dili, kayıtsızlıktan çok düşünceli bir tavrı gösterir.
Bu illüstrasyonlar, çocukların Ölüm’e dair anlayışlarındaki gelişimi açıkça ortaya koymaktadır. Başlangıçta davetsiz bir misafir olarak algılanan Ölüm, zaman içinde sıcak ve anlayışlı bir varlık olarak kabul edilir. Kaçınmadan kabullenmeye doğru ilerleyen bu süreç, önce geciktirme çabalarıyla (kahve), sonra doğrudan yüzleşmeyle (Ölüm’ün amacını sorgulama) ve son olarak fiziksel temasla (Leah’nın dokunuşu) tamamlanır. Bu aşamalı yaklaşım, ölümün kavranmasıyla birlikte korkunun yerini huzur ve kabullenmenin alabileceği fikrini vurgulayan güçlü bir felsefi mesaj taşır.
