
“Hayatta da masalda da her türlü duygu ve durum var.”
Pınar Saklıyan Koçali’nin kaleme aldığı, Öykü Akarca’nın resimlediği Annemin Zarif Elbiseleri geçtiğimiz günlerde İthaki Çocuk etiketiyle raflardaki yerini aldı. Nazikistan’da masal kuşunun saçtığı “ölüm tozu” halkın nezaketini kıran bir ceza gibi üzerlerine yayılınca ahali, hastalıkla baş etmek için kabalığı önce savunma mekanizması olarak, sonra da gittikçe alışkanlığa dönüşen bir biçimde kullanmaya meylediyor. Böylece mutsuzluk da bir salgın gibi yayılıyor. Ta ki Gönülden’in diktiği sihirli elbiseler ortaya çıkana kadar… Kitap okuruyla yeni yeni buluşurken biz de Pınar Saklıyan Koçali ile konuştuk. Kendisine masalın yazım sürecini, dayanışma ve beraberlik meselesini ve yeni çalışmalarını sorduk.
“8-12 yaş grubuna yönelik bir masal.”
Annemin Zarif Elbiseleri nasıl ortaya çıktı?
Doğumumdan sorularınızı yanıtladığım şu ana kadar hem özel hem sıradan günlerde bir hediye gibi üzerimde bulduğum, içimi dışımı kumaşıyla, duygusuyla sıcacık saran, giydikçe mutlu olduğum; çok yakın çevremden kimilerinin de yıllar yılı zevkle giydikleri; böylelikle kendilerini iyi, özgün, özenli hissettikleri giysilerdir annemin elbiseleri… Ve kelimenin tam manasıyla zariftirler. 1960’lı 70’li yıllarda kendine dikip ileride kızı olur ve o da zevkle giyer diye hayaller kurarak sakladığı; kurduğu hayalin gerçekleşmesini mümkün kılan; kumaşı solmadan, dikişi atmadan; zamana, değişen beğenilere, moda akımlarına meydan okuyup bugünlere gelen elbiselerdir onlar. Kovit-19 salgını dolayısıyla bir anda annemi kaybettiğimde de üzerimdekiler onun elbiselerindendi.
Yasımda yaslandığım metne, bir masala ilham oluverdiler. Bugün imza günlerimde, söyleşilerimde sergilediğimde, her yaştan dinleyicinin, izleyicinin gözlerinin önünde sihirle doğalı, masalla gerçeği zarifçe buluşturan, çok güçlü simgeler onlar!
İşlediğiniz konu pekâlâ bir yetişkin kurgusu şeklinde de yazılabilecek ağırlıkta. Bunu özellikle mi çocuk kitabı şeklinde yazmak istediniz? Yazım sürecine dair bize neler anlatmak istersiniz?
Hayatta da masalda da her türlü duygu ve durum var; doğum, ölüm, keder, mutluluk, hayal kırıklıkları, neşe, kin, dostluk, yalan dolan, hile, kuşku, bir o kadar dürüstlük… İnsanlığın ortak hayrına hizmet eden emek, o emeği suistimale kalkışan kötülük. Tüm bunları kuşatıp kavrayabilecek, kötüyü dönüştürebilecek, iyiyi daha da iyi kılabilecek güce sahip “zarafet” var tabii bir de, hem yaşam gerçeğimde hem masalımda özellikle altını çizmeye soyunduğum. Çocukların hayal dünyaları, hayata umutlanışları desteklenirken somut gerçeklerle de -elbette bir ölçü ve denge içerisinde- yüzleşmelerinin önemi büyük. Masalımın gelişimi sırasında düşüncemi, taslaklar üzerinden tartıştığım ilk kişi oğlum oldu. Onunla ortak ve ayrıksı anılarımızı, şimdinin duygusunu, cümlelerimin ruhunu, çocuk aklını uzun sohbetlerde ele aldık, irdeledik. Bana ilk eleştiriyi veren, metnimin kendi yaş grubuna seslenebildiği unsurları titizlikle süzen, 9 yaşına henüz girmiş oğlumdu. Yazdıklarımdan ayıkladıklarımla, sadeleştirip tazelediklerimle öncelikle 8-12 yaş grubuna yönelik bir masal sunmuş oldum.
Konunun ağırlığından söz ettiniz. Esasında her birimizin yaşamın çeşitli kesitlerinde yüzleştiğimiz sert gerçeklikleri, acıklı, iç burkan bir ağırlıkla diplerde hapsetmektense çocuklarla olduğu kadar her yaştan masal severle paylaşılabilecek; iyilik dolu dimağlara eleştirel, gerçekçi, yapıcı yeni düşünme biçimleri sunabilecek bir metinle özgürleştirmeyi, “hafifletmeyi” seçtim. Bu nedenle bir “masal” oldu metin. Masalların cömertçe sunduğu sağduyulu umudu ve mutlu sonların iyileştirici boyutunu, yazarken zihnimin çok derinlerinde hissettim.

“Etkili iletişim çaba gerektiriyor.”
Kabalığın salgın bir hastalık gibi yayılması fikri çok hoşuma gitti. Keza bunun tersi de geçerli. Bunu günümüz toplumunda bir karma şeklinde düşünebilir miyiz?
Masalda adı konulamayan salgının; hiçbir gerekçesi olmadığı hâlde bir kuşa zorbalıkla davranan kendini bilmezin bu kötücül tavrı dolayısıyla baş gösterdiğine inanılıyor. Nazikistan ülkesinin üzerine, masal kuşunun öfkesiyle saçıldığı düşünülen “ölüm tozu”, halkın birbirine durduk yerde kabalık ettiği anlarda etkisizleşiyor; sonra yeniden ve ani şekilde yayılıyor bünyelerde… Kötü söz söyleyen, bir an için iyileştiğini fark edince bu defa hastalığın etkilerinden kurtulmak amacıyla kaba davranışlar sergiliyor. Kabalık, öncelikle savunma mekanizması şeklinde gelişiyor. Ama bir yerden sonra bu tavır ve davranışlar kontrolden çıkıyor; nazlı prenses Nazenin’i dahi yataklara düşürecek boyutlara ulaşıyor… Kötülüğün kötülüğü beslediğinin ve bir aşamadan sonra da sık tekrarlananın (akıl dışı, insanlık dışı olsa bile) kanıksandığının, içselleştirilebildiğinin örneğini veriyor anlatı. İletişim çağında değil, iletişim teknolojileri çağında yaşıyoruz: Çok kaynak, çok alıcı, çok mesaj ve çok kanal var… Ama bu nicelik, niteliğe sahip çıkmıyor. İletişimin etkili olanını bulmak, korumak, büyütmek için özel çaba gerekiyor. “İletişim teknolojileri çağı”nda dijital ve sanal ortamlarda, her yaş grubundan bireye, adeta üzerine şerbet dökülerek içirilen zehirdir şiddet. Örgün eğitim çağındaki çocukların günlerine, gündelik sohbetlerine sirayet eden video oyunlarına, farklı yaş gruplarından ve sosyoekonomik statüden yetişkinlerin, kişiselleştirilmiş içerik üreticisi kanallardan her gün dinmek bilmez bir iştahla izledikleri dizilerin, yüksek bütçeli filmlerin sunduğu görselliğe, diyaloglara, yaratılan karakterlere baktığınızda zamanın ruhunun en çok zorbalığı popülerleştirdiğini fark edersiniz. Panzehri de hemen ardından sunuluyor toplumlara; sükûnet, anlayış, empati, içsel yolculuk, sabır… öğretileri her dilden ve dört yandan savunulmakta. Ne mutlu ki iyisiyle de vasatıyla da geliştirilen böyle içerikler de var hayatlarımızda! Masalımda (ve gerçeğimde) dönüştürücü etki olarak önerdiğim, savunduğum nitelik “zarafet”tir. Zarafet; mucizevi sonuçlar doğurabilecek gücü içinde barındırmakla beraber, bir o kadar doğal, emek veren herkesin edinebileceği bir niteliktir. Masaldaki fikir, tam da bu çerçeveden okurun dimağına sunuluyor: Hayatı güzel kılmak, umutla, mutlulukla donanmak için doğaüstü güçlere sahip esrarengiz bir kahraman aramaktansa, o dönüştürücü gücü öncelikle bireysel, peşi sıra toplumsal iradede bulmak mümkündür. Çaba sarf ederse her tekil birey zarif iletişime bürünebilir. Bireyler zarafeti sahiplendiklerinde, uyguladıklarında toplumlar da dönüşüp zarifleşebilir.
“Masalınıza ve zarafete sahip çıkmanız dileğiyle”
Kitapta verilen dayanışma ve yardımlaşma mesajı da çok önemli. Toplumsal olarak ne denli kötü şartlar altında olsak da nasıl belalarla boğuşsak da bir arada kalıp dayanışmayla bunların üstesinden gelebilir miyiz sizce?
Her belanın üstesinden gelemeyebiliriz; her kötü şartı, sadece dayanışma sergiledik, birlik beraberlik içinde davrandık diye silemez, yok edemeyiz. Böyle bir vaadi yok bence hayatın. Ne de masalımın… Ancak şu fikri duyumsatabiliyorsa cümlelerim, doğru bir yere ulaşacağım: Yaşamın getirdikleri (götürdükleri) karşısında nasıl bir tavır takınacağımızı biz kendimiz belirleriz. İrade değerlidir; düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, insanın doğadaki biricik varlığının ve farklılığının özüdür. “Masalınıza ve zarafete sahip çıkmanız dileğiyle” diye bitiriyorum söyleşilerimi masal dostlarımla… Zira “masala sahip çıkmak”tan kastım; kişinin kendi iradesiyle, hayattaki tüm etkilerden bağımsız bir biçimde aklında, bedeninde, kalbinde tuttuğu dirimdir. Bu dirime karşı sorumludur da kişi… Sorumluluk, öncelikle kendine zarif yaklaşmakla teslim edilir. Kendine zarif yaklaşamayan kişinin dışa dönük sözleri güzel, giyim kuşamı yerinde, tavırları kabul görür olsa da zarafeti bereketsizdir. Bir ekimlik tohum gibi, an için meyvesini verir ama geleceğin kuraklığına çare değil hatta belki doğrudan sebeptir.
Masalda “mucizevi” diye sarılıp sarmalanan elbiseler; özünde sihri, tılsımı, büyüsü olan elbiseler değiller. Öyle iyilik dolu bir niyetle, içtenlikle, yeteneği erdeme dönüştüren iletişim becerisiyle dikilip sunuluyor ki giyenlere; elbiseyi (ceketi, pantolonu, cepkeni, tulumu…) üzerine geçiren, bünyesinde anında o iyiliğin, öz güvenin, başkalaşma deneyiminin izlerini hissediveriyor. Ve yayılan bu hoşluk, kabalığa, kötülüğe alan tanımıyor. Ne yaptığımız, neden yaptığımız büyük önem taşır hayatta. Ama “nasıl” yaptığımız, işte orası irademizdir. Şayet iradede zarafet yeşerirse, kurduğumuz üslup kendimize de çevremize de, etki alanımız büyüdükçe toplumumuza ve tüm insanlık medeniyetine de olumlu bir iz bırakmaya muktedirdir.

Kitabın çizimlerine gelirsek… Öykü Akarca çok başarılı bir işe imza atmış. Siz kendisinin çizimlerini nasıl buldunuz? Hazırlık sürecinde nasıl bir iş birliği içine girdiniz?
Öykü Akarca’yla yolumuz rastlantısal biçimde aynı imgelerde kesişti; çocukluk yılları, yan odadan işitilen ritmik ve baskın dikiş makinesi sesi, kumaşlar, kalıplarla süren üretkenlik, paylaşım! Bir araya gelmeden, uzun uzadıya tartışmadan masal cümlelerimi resme tercüme etmesine fırsat sunan bir tür “mucize”ye tanık olduk belki de biz birlikte… Yayınevim İthaki Çocuk’a; editörümün, tüm ekibin bilgisine, deneyimine güvenim tamdı. Yazıyla resmi çocuk dünyasına hitap edecek bir görsel iklimde buluşturmak için onların önerilerine açıktım. Ve bu amaç doğrultusunda, sevgili Öykü’yle bizi buluşturmaktan daha ideal bir zemin kuramazlardı. Hem kendilerine hem zarif çizgilerin sahibi Öykü’ye müteşekkirim.
“Annemin Zarif Elbiseleri, yayınlanmış ilk kitabım.”
Annemin Zarif Elbiseleri ilk kitabınız. Yazarlığın haricinde iş dünyasında da oldukça aktifsiniz. Buradaki deyimlerinizin yazarlığınıza ne gibi bir katkısı oldu?
Annemin Zarif Elbiseleri yayınlanmış ilk kitabım, evet. Ben başka anlatılar için hazırlıklar yapmış ve planlar kurmuşken hayatın, ipliğiyle kumaşıyla önüme serdiği, cümleleri “teyelleyip” zihnimde adeta kendiliğinden diktiği bir metindir bu masal… Çok yakında, sırasını bekleyen farklı türlerden metinlerimi de değerli okurlarla buluşturmaktan büyük mutluluk duyacağım.
Temsil alanında araştırmalarını, saha çalışmalarını sürdüren bir sosyal bilimciyim. Temsil, en sade ifadesiyle dil yoluyla anlam üretmektir. Sosyolojik bilgiyle, anlamın üretilme biçimlerinde “fark”ı yakalama düsturuyla; insana, insanlık hâllerine derin bir merakla, kendine has bir üslup tutturmak ve bu üsluba zarafeti bütüncül şekilde oturtmak şiarıyla hareket eden bir gözlemci ve hikâye anlatıcısıyım. “Yediden yetmişe” deyimi doğru olacağından güvenle söylenebilir; eğitmen, konuşmacı, danışman, günün moda ifadesiyle “mentor” kimliklerimle, iletişim disiplini ve “temsil” mekanizmaları üzerine yaptığım çalışmalarda, çok farklı yaş gruplarından ve sosyoekonomik konumdan, bilgi ve deneyim seviyesinden kişiyle, grupla, topluluklarla dirsek temasında geçiyor hayatım… İş hayatım diyerek ayrım yapmayacağım çünkü sonsuz istekle, azimle, şevkle sürdürdüğüm işim, hayatım! Her gün “saha”dayım; her bir eğitim, seminer, söyleşi bambaşka bir kazanım ve bu kapsayıcılığın; sınırlara kalıplara sığmayan iletişim ortamımın en büyük zenginlik olduğunun da ne mutlu ki farkındayım! Dinliyor, gözlemliyor, soruyor, yanıtlıyor, anlatıyor, susuyor ve yazıyorum. Bu akış; deneyimin akıcılığı, yazar kimliğime en büyük katkıyı sunuyor.
Bize tavsiye edeceğiniz çocuk kitapları var mı?
Siz (ya da biz) yetişkinliklere önerebileceğim çocuk kitapları var; kelime oyunu gibi düşünülmesin, yıllar önce okunmuş çocuk kitapları serisine dönüp tekrar göz gezdirmeyi tüm ciddiyetimle tavsiye ederim. Zaman geçtikten sonra yeniden ele alınacak bir “Bülbülü Öldürmek”ten, yaşamak ve yaşatmaya dair bambaşka fikirler doğacaktır örneğin. Masalların her birine: Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’den Ali Baba ve Kırk Haramiler’e, Külkedisi’nden Keloğlan’a, Bremen Mızıkacıları’ndan Hansel ile Gretel’e… farklı coğrafyalarda, başka kültürlerde anlatılmış, yazılmış, uluslararası dolaşıma sürülmüş metinlerin her birine; iyi niyetle verilen emeğin karşılığını nasıl da buldurduğunu, sağduyulu bir umudu belleklerde tane tane nasıl kurduğunu akıldan çıkarmamak üzere alan açmak gerektiğini düşünüyorum. “Masallara ve zarafete sahip çıkmak” için bu okumalar her yaşta değerli! Yetişkin okurlara, erdemleri zarafetle örnekleyen masalları, çocuk kitaplarını yeniden okumalarını önerdiğim gibi; çocuk okurlara da yaşlarının algı ve alımlama seviyesine uygun biçimde derlenip sunulan bilimsel, şiirsel, sosyal, düşünsel ve duygusal tüm metinlere kucak açacak bir esneklikle “entelektüel” altyapılarını sağlamlaştırmalarını öneriyorum. Entelektüel yani “bilgiye açık” ve “merak dolu” olmalarını sağlayacak okuryazarlık alışkanlıklarını beslemelerinden söz ediyorum. Söyleşilerde, okul etkinliklerinde ve atölyelerde bu öneriyi, aramızda kurduğumuz yalın, samimi, sıcacık iletişime dayanarak örneklerle gündeme taşıyorum.

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz? Masanızda bizim için neler var?
Ne güzel soru! Yanıtı şöyle versem olur mu? Beyaz mermerden genişçe bir masam var; fiziki eğitimde, söyleşide; ormanda koşuda, yürüyüşte ya da seyahatte değilsem şayet, günümün büyük kısmını bu masa başında geçiriyorum. Doğal taşın kendi hâlinde dışa vurduğu damarlarından algımda şekillendirdiğim çeşit çeşit resmi betimleyecek kadar yazıyla doluyum! Daha somut devam edeyim; eğitim ve seminerlerimi üzerine inşa ettiğim metinlerimden yola çıkarak 2023’te, etkili iletişime dönük bir gelişim kitabı yayımlamayı hedefliyorum. Temsil alanında, zarafetle nasıl bir dünya kurulabileceği üzerine, umuyorum ki ilham verecek, ipuçları ve öneriler sunacak bir çalışma olacak. Öte yandan, “Rüyalarım, Gündüz Düşlerim” adıyla, neredeyse tamamlanmış bir roman denemem var. Şimdilik roman değil elbette, roman taslağı ya da denemesi… Günün birinde otoritesini ispatlamış kişi ve kimliklerin onayıyla “roman” addedilip yazarının bilincinden bilinçaltından süzülenlerin geniş kamuoyuna yayılımına umuyorum ki imkân tanıyacak. Üretken bir dönemimde olduğumu hissediyorum. Masadan, damar damar nice resim, nice betim, nice metin çıkacak!