.

Tarih Bir Trajedidir

Aydın Doruk

Herhangi bir Marksist klasiği elinize aldığınızda “Tarih” kavramını görmemeniz imkansızdır. Marx ve Engels, her eserinde bu bilim dalına atıflarda bulunur, kendi felsefelerini inşa ederken veya anlatırken insanlığın tarihsel gelişiminden bol bol bahsederler. Hatta kendi felsefelerine “Materyalist Tarih Anlayışı” adını verirler. Yani bir “bilim” olarak Tarih, Marksizmin olmazsa olmazıdır. Peki, öncülerin tarihten anladıkları, tarihe yaklaşımları yani materyalist tarih anlayışı nedir?

Bu soru(lar) Marx ve Engels’in ardından gelen bütün Marksistler tarafından bir şekilde ele alınmaya çalışılmıştır. “Marksizm ve Tarih” ilişkisini kavramak, Marksist yöntemi anlamak ve bu yöntemle içinde bulunulan çağı analiz etmek için önemli bir noktadır.

İngiliz tarihçi Christopher Hill de bu ilişkiyi anlamaya ve anlatmaya çalışan en önemli tarihçilerden birisidir. 17. yüzyıl İngiltere tarihi uzmanı olan Hill, yalnızca alanında değil, genel olarak Marksist tarih anlayışı üzerine de düşünmüş ve üretmiştir. Britanya Komünist Partisi’nde “Tarihçiler Grubu”nun kurulmasında rol oynayan Hill, burada Hobsbawm, Hilton ve Dobb gibi önemli tarihçilerle zengin tartışmalara girmiş ve Sovyetler Birliği’ni ziyaret ederek tarih öğretimini inceleme fırsatı bulmuştur. Hill, elimizdeki derlemenin makalelerinde de anlattığı gibi tarihi basit bir akademik alan olarak değil, tarih yapmak için öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken yaşayan bir alan olarak görmüştür.

Marksizm ve Tarih

Aynur Toroman tarafından hazırlanan Hill’in çeşitli tarihlerde ve dergilerde yayınlanan 6 makalesinden oluşan Marksizm ve Tarih kitabı, Christopher Hill’in tarih anlayışının güzel bir özetini sunmaktadır. Makalelerin her birisi, birbirinden bağımsız konuları ele alıyormuş gibi gözükse de aslında Hill’in Marksist tarihten ne anladığına dair bir süreklilik oluşturması bakımından birbirinden kopuk değildir. Bütün kitabı ise Toroman’ın da alıntıladığı Hill’in şu cümlesi özetlemektedir: “Tarih bir trajedidir; ama anlamsız bir trajedi değil. Bizler ise sadece seyirci değil, hareketin bizzat parçasıyız.”

Kitaba ismini veren ve ilk makale olarak karşımıza çıkan “Marksizm ve Tarih”, Hill’in genel olarak Materyalist tarih anlayışı yorumu olarak ele alınabilir. Hill, makalenin hemen ilk cümlelerinde Marx ve Engels’in tarih anlayışlarının ayırt edici özelliğini belirtiyor: “Marksizmin öncüleri hiçbir zaman kendilerinin materyalist tarih anlayışını sistemli bir biçimde açıklamadılar. Teori ve pratiğin birliğine inanarak, tarih teorilerini tarihin yazımı konusunda bir şey yazarak değil, tarih yazarak açıkladılar.”

Marx ve Engels için tarihin ne anlama geldiğinin güzel bir özeti olan bu cümle aynı zamanda merkezin neresi olması gerektiğini de belirtiyor. Soyut bir tarih anlatısı değil, somut bir tarih yapıcılığı…

Alman İdeolojisi’nde “Gerçek Tarihten kopmuş bu soyutlamaların tek başlarına hiçbir değeri yoktur. Bunlar yalnızca, tarihsel materyalin düzenlenmesini kolaylaştırmaya, onun ayrı ayrı safhalarının dizilişini göstermeye yardımcı olabilir.”[1] diyen Marx ve Engels, Hill’in de altını çizdiği yere odaklanmanın gerekliliğinden bahsediyorlardı. Doğal olarak, Marksizm’de tarihte bakılması gereken nokta da tam olarak burasıdır. Marksizm, tarih yapmak için geçmişte tarihi yapan öncülere bakmaktadır. Tekrar Alman İdeolojisi‘ne dönelim: “Hareket noktamız olan öncüller, keyfi öncüller veya dogmalar değil, gerçek öncüllerdir ve bunlardan ancak imgelerinde soyutlama yapmak mümkündür. Bunlar, gerçek bireyler, bu bireylerin faaliyetleri ve hem hazır halde buldukları hem de kendi faaliyetleriyle yarattıkları maddi yaşam koşullarıdır.” Hemen ilerleyen satırlarda ise “ilk öncüyü” bulmaktayız: “Bütün bir insanlık tarihinin ilk öncülü, hiç kuşkusuz, canlı insan bireylerinin varlığıdır.” Yani Marx ve Engels için tarih, canlı insanın varlığı ve eylemleridir. Tarih, durağan ve katılaşmış bir şey değil, yaşayan ve gelişen bir organizma gibidir. Hill, makalesinin biraz daha ilerisinde bu anlayışın sınavının da tam olarak burada başladığını belirtmektedir: “Onun asıl sınavı eylemdedir; tarih yazarken ya da yaparken girişilen eylemde.” Tarih yapılmak için yazılmalı ve kendisini eylemde sınamalıdır.

Marksizmin gelişimi de yukarıdaki tanımdan azade değildir elbette. Düşünsel gelişimleri, fikirlerin doğrulukları veya yanlışlıkları yaşadıkları dönemde sınanmış ve değişmiştir. 1848 Devrimleri, Paris Komünü gibi kırılmalar, Marksizmin gelişiminde en az ampirik veriler kadar etkili olmuştur. Marksizmin temel yapıtlarından olan Komünist Manifesto’nun önsözlerinde metnin gelişimine dair düzeltmeleri ve bu düzeltmelerin tarihsel gelişmelerle bağlantısını rahatlıkla takip edebiliyoruz. Yine Engels’in Joseph Bloch’a yazdığı mektupta “Bu teoriyi [tarihsel materyalizm] dolaylı değil, özgün kaynaklarından incelemenizi ayrıca isterdim; bu, gerçekten çok daha kolaydır. Marx bu teorinin bir rol oynamadığı pek az şey yazmıştır. Ama özellikle Der 18. Brumaire des Louis Bonaparte bu teorinin uygulanışına pek yetkin bir örnektir.” [2] demesi, bu anlayışın bir yansıması olarak okunabilir.

Peki, tarihin bir kesitine bakarken nasıl bir yöntem inceleyeceğiz, insan faaliyeti gibi geniş bir tanımı nasıl daraltmamız gerekecek? Hill’in bu soruya verdiği cevap, yine Marksist yöntemin en önemli noktalarından birisine dokunuyor: Hâkim üretim ilişkileri… “Bu nedenle bir dönemi incelemek isteyen bir tarihçi, öncelikle hâkim üretim ilişkilerine bakacaktır.” diyen Hill, ardından Marksistlerin genel olarak kabul ettiği beş temel üretim ilişkisini saymaktadır.

Hâkim üretim ilişkisi denilince hemen iki eleştiriyi duyuyor gibi oluyorum:

  1. Marksizmin ekonomik indirgemeciliği,
  2. Marksizmin üretim ilişkilerindeki gelişimin toplumu otomatik olarak değiştirdiğini iddia etmesi.

Bu eleştiriler, Hill’in de kulaklarında çınlamış olacak ki hemen ileride eleştirileri boşa çıkaracak şu paragrafı kaleme almış: “Ancak toplumun iktisadi gelişimi nihai olarak onun siyasi üstyapısını ve ideolojisini belirliyorsa da, buradaki ‘nihai’ kelimesine özel vurgu yapmak gerekir. İktisadi değişimler otomatik olarak siyasi değişimler şeklinde kendisini göstermez ya da belli bir toplumun tüm nüfusu aynı anda düşünme biçimini değiştirmez. İktisadi ilişkilerdeki değişimler insanı etkiler; bazı insanlar yeni düşünme biçimleri geliştirmeye, eski kurumları ve düşünce tarzlarını eleştirmeye başlar.”

Yani Marksizm’e göre tarih, iktisadi gelişimin otomatik ilerlemesi değil, bu gelişimin eski hâkim üretim tarzıyla girdiği mücadelelerdir. Mücadele ise yine insanın mücadelesidir. Üretim ilişkilerinin gelişimi ile bazı insanların ürettiği fikirlerin de “uyumlu” olması başka bir noktadır. Bu makalenin kaleme alındığı tarihten 50 yıl önce Plekhanov “Tarihte Bireyin Rolü Üzerine” adlı broşüründe Hill’in bahsettiği “etkilenen (ve etkileyecek) insanın” tarihsel gelişimle uyumlu olmasını iki madde de özetliyor:

“1-Bu yetenek onu verili dönemin toplumsal ihtiyaçlarıyla başka herkesten daha uyumlu yapmalıdır.

2- Mevcut toplumsal düzen, tam da söz konusu dönemde ihtiyaç duyulan ve fayda sağlayacak olan yetenek sahibi kişiye giden yolu kapatmamalıdır.” [3]

Kısacası, Marksizm ne üretim ilişkilerinin gelişiminin tek başına bir değişime sebep olacağını ne de tek başına bulunan parlak fikirlerin üretim ilişkilerinin gelişiminden bağımsız bir şekilde tarihin akışını değiştirebileceğine inanır. Tarihsel kırılmalar, bu ikisi arasındaki uyumdan doğmak zorundadır. “Kelimeler bir cisme bürünmeli, teori insanlar tarafından pratiğe dönüştürülmelidir; insanlar tarih sahnesinde, neye inandıklarına veya ne söylediklerine göre değil, ne yaptıklarına göre yargılanacaktır.”

Tarihi Yapanlara Bakmak

İlk makalesinde Hill, tarih yapmanın önemine uzun uzun vurguluyor; ilerleyen iki makale ise bununla bağlantılı olarak tarih yapanları inceliyor. Ekim Devrimi, işçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı en önemli anlardan birisidir ve 71 yıllık tarihinde hataları ve doğrularıyla işçi sınıfının tarih yapıcılığı bağlamında önemli dersler çıkarmamıza olanak sağlamaktadır. Marksizm ve Tarih kitabı, Hill’in Ekim Devrimi ve sonrasında bu deneyimin inşasında önemli rol oynamış Stalin’in tarihle olan ilişkisini ve Sovyetler Birliği’nde tarih eğitiminin nasıl ele alındığını anlatan iki makalesine yer vermektedir.

“Stalin ve Tarih Bilimi” adlı makalede Hill, tarihi yapanın, tarihle olan ilişkisinin ne kadar gelişkin olması gerektiğini vurguluyor. Stalin’in tarihçi H.G. Wells ile olan konuşmasından alıntılarla başlayan makale, tarihçi olmayan bir devrimcinin döneminde önemli bir tarihçiden daha kapsamlı bir tarihsel okumaya sahip olduğuna dikkat çekiyor. “Bu sözler, tarihi yaparken aynı zamanda onun üzerine düşünmüş ve muhtemelen onu gerçekleştirme sürecinde öğrenmiş bir insana aittir.”

Onun üzerine düşünmüş ve onu gerçekleştirme sürecinde öğrenmiş vurguları boşuna yapılmamıştır. Hill, Stalin özelinde bir devrimcinin ilk makalede özetlenen Marksizmin tarih anlayışıyla uyumlu bir gelişime sahip olması gerektiğinin altını çiziyor. Kendisine Marksist diyen bir devrimcinin sığ veya dar bir tarihsel bilgi ile yetinmesinin hatalı olduğu, aksine tarihsel bilginin derinlikli ve geniş tutulması gerektiği kanısında olan Hill, aynı zamanda onun üzerine düşünülmesi gerektiğini de belirtiyor. Devrimci, en az bir tarihçi kadar tarih üzerine düşünmeli ve düşündükleri ile mücadelesinin gelişimini birbirinden ayırmamalıdır.

Anlatısını somutlaştırmak isteyen Hill, elbette yaşadığı çağın en önemli olaylarında (I. Dünya Savaşı, Ekim Devrimi ve II. Dünya Savaşı) önemli rol almış Stalin’den daha iyisini bulamazdı. Hill, makalesinde Stalin’in yukarıda bahsedilen olaylardaki rolüne değinmek yerine doğrudan onun tarih anlayışını alıntılarla inceliyor. Makalenin ilk bölümü, Marksizm’e gelen eleştirilere karşı Stalin’in savunularını uzun uzun alıntılarla anlatırken, ikinci bölümü Stalin’in rol oynadığı tarihsel süreçlerdeki yorumlarının alıntılarına yer veriyor.

Özellikle ikinci bölümde Hill, Stalin’in güncel kırılmaları değerlendirmede tarihsel olaylardan nasıl referanslar verdiği, tarihi ezbere okumak yerine yöntemsel sonuçlar çıkarmak için kullandığını gösteriyor. Yani Hill’e göre Stalin, tarihi yaparken aslında bir tarih okumasına başvuruyor ve onu sürekli geliştiriyor. Bu yöntem ise Marksizmin tarih anlayışını doğru kavramanın ve güncel politik okumada bu yöntemin doğru kullanımının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Peki, Stalin’in de kuruluşunda önemli rol oynadığı Sovyetler Birliği, gelecek kuşaklara tarihi nasıl öğretiyor? Bu sorunun cevabını ise Hill’in “Tarih Öğretmek” adlı makalesinden alıyoruz. Hill, tarih Sovyetler Birliği’ne yaptığı ziyaretle, sosyalist ülkelerin tarih eğitimi hakkında izlenimler edinme şansına sahip olmuş. Moskova Üniversitesi’nde tarih eğitiminin detaylarını uzun uzun anlatan Hill, bize derslerin içeriği, öğrenci ve eğitmenlerin sayısını ve tarih mezunlarının nasıl yollar izleyebileceğini anlatıyor. Günümüzde tarih öğrencilerinin yaşadığı kaygıları (genel tarihe dair bilgi yerine sağlıksız bir uzmanlaşma anlayışı, mezun olduktan sonra işsizlik vs.) Sovyetler Birliği’ndeki herhangi bir tarih öğrencisinin yaşamadığını Hill’in anlatımından görüyoruz. Ayrıca, öğrencilerin tarih eğitiminde sadece Marksist kaynaklarla kendilerini daraltmadıklarını, Marksizm dışı yazarların eserlerinin de okutulduğunu, hatta Marksist olmayan eğitmenlerin de bulunduğunu belirten Hill, “Demir Perde” olarak adlandırılan Sovyetler Birliği’ndeki tarih öğrencilerinin ilgi alanlarının genişliğine değiniyor. Tarihi sadece öğrenmeyen öğrenciler, aynı zamanda tarih yazımının da pratiklerini öğreniyor.

Bu iki makalede de gördüğümüz gibi, Marksizm sadece klasik eserlerinde değil, aynı zamanda sonraki kuşak devrimciler ve sosyalist pratikte de “başka bir tarih” anlayışını birey ve kurumlarında hayata geçirmeye çalışıyor.

Christopher Hill

Tarih ve Bugün

Kitabın son makalesi aslında Hill’in 1989 yılında Londra’daki Conway Hall salonunda yaptığı konuşmadır. Hill, burada genel olarak tarihe nasıl bakmak gerektiğini ve yaşadığı dönemdeki gelişmeleri ele almaktadır. Yaşadığı dönemde “alttakilerin tarihi” olgusunu “verimli bir değişim” olarak ele alan Hill, bu bakış açısının olumlu yanlarına değinmektedir. Sıradan insanların da bir tarihi olduğunu belirten ve buna bakmanın hem daha faydalı hem de daha zor olduğunu ifade etmektedir.

Hill, aynı konuşmasında tarihi, bugünü kavramları ve perspektifiyle incelemenin hatalı olduğunun uzun uzun altını çizmektedir. İncelenen tarihi olay, bugünün kalıplarına sığdırılmaya çalışılmamalı ve özgün durumlarının değerlendirilmesi yapılmalıdır. Aynı zamanda tarihin kategorilere ayrılmasına da karşı olduğunu belirten Hill, doğru tarih incelemesinin kapsamlı olmak zorunda olduğunu vurgulamaktadır. Örneğin, bir dönemi veya olayı inceleyen “siyaset tarihçisinin”, incelediği dönemdeki belgelere veya sadece “uzmanlık” alanına göre değil, edebiyatına, toplumsal yaşamına da bakması gerektiğini belirtmektedir.

Marksizm ve Tarih, Marksist tarih tartışmasına güzel bir giriş kitabı olmanın yanı sıra tarih öğrenme ve öğretmenin yöntemsel altyapısını oluşturma açısından da değerli bir eserdir. Yazıyı yine yazardan bir alıntı ile bitirmek en doğrusu olacaktır: “Tarih iki anlam içerir: Biri, bizim düşündüğümüz şekilde geçmiş, diğeri ise yazılarımızda yeniden yaratmaya kalkıştığımız geçmiştir.”


[1] Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Sayfa 35, Kor Yayınları, 2018.

[2] Friedrich Engels’ten Königsberg’deki Joseph Bloch’a mektup, 21 Eylül 1890.  

[3] Georgiy Plehanov, Tarihte Rolü Üzerine, Sayfa 48, Yazılama Yayınları.