.

Byung-Chul Han’dan Yeni Bir Kışkırtma: “Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi”

Murad Karabulut
Dijitalleşme gündelik hayatı deneyimleme süreçlerimizin tamamını değiştirdi. Yirmi birinci yüzyıl insanının temel ihtiyaçlarından birisi haline geldi. O kadar ki, yokluğunun kriz olarak adlandırıldığı bir döneme girdik. Peki, dijitalleşmenin bütün yaşantımızdaki hakimiyeti de kriz olarak adlandırılabilir mi? Dijitalleşme toplumsal yaşantımızı, bir arada durmaya ikna olmuş hallerimizi tehdit edebilir, onları dönüştürerek bastığımız zemini ayağımızın altından usulca çekebilir mi?

Byung – Chul Han’ın Türkçe’ye yeni çevrilen ve çok kısa süre içerisinde ikinci baskısını yapan “Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi” başlıklı kitabı dijitalleşmeyi bireysel ve toplumsal görüntüleri üzerinden ele almaktadır. Kitap, yıllar içerisinde gelişen ve farklı dönemlerde farklı görüntüler alabilen yönetim stratejilerinin, toplumsal uzlaşıların, dijitalleşmiş bir dünyada nasıl işlediğini ve bireysel olarak bu işlenişe nasıl katıldığımızı anlatmakta; bize böyle bir dünyada temel hak ve özgürlüklerimizin tehdit altında olabileceğini hatırlatmaktadır.

Kitabı elinize ilk aldığınızda başlığı ve sayfa sayısı arasında okuyucuda bir şüphe uyandırmaktadır. Fakat hem Chul Han’ın doğrudan konuya giren, kavramlara dayalı anlatımına aşina olanlar hem de Enformasyon Rejimi başlıklı ilk bölümün giriş paragrafını okuyanlarda bu şüphe yazar tarafından hızlıca giderilmektedir. Bu bölüm, dijitalleşmenin bugünü yönetmede neyi değiştirdiğini ve bu değişime bizi nasıl çağırdığını anlatmaktadır. Enformasyon rejimi en başta bedenlerin ve enerjilerin değil verilerin ve enformasyonun sömürülmesine dayanmaktadır. Güç / iktidar elde etmek üretim araçlarına sahip olmakla ilgili değil psikopolitik izleme, davranış kontrolü ve tahmin için kullanılan enformasyona erişim ile ilgilidir. Enformasyon rejimi bireyleri disipline etmekten ve uysallaştırmaktan çok onlara ne yapmaları gerektiğini ‘fısıldayarak’ anlatan bir rejim olma özelliği taşımaktadır. Önceki yönetimlerle ortak yanı bir gözetim toplumu kurma isteği olmakla beraber gözetlediği alanlar ve bu alanlara bireyleri eklemleme stratejisi açısından farklılıklar göstermektedir. İnsanlardan uysallık beklemeyen bu rejim iletişim ve ağ temelli yapılanmakta ve kendini üreten, gerçekleştiren insanlardan oluşmaktadır. Gözetimi içselleştiren bu pratikler bir yandan bireyin kendisini gerçekleştirmede bir araç bir yandan da iktidarın devamlılığında bir stratejidir. Özgürlük ve iletişim gibi kavramları sömüren enformasyon rejiminde bireyler görülmek ve kendilerini göstermek için performans sergileyici hale gelirler. Çünkü rejim artık özgürlüğü bastırmak yerine onu sömürecek dijital mekanizmalara sahip olmuştur. Sömürebilmek için takip etmek gereklidir. Takip etmek için ise açıklamak, göstermek ve şeffaf bir şekilde sunmak gereklidir. Şeffaflık enformasyon rejimi ile birlikte yönetimsel alanlara değil tüketimin kendisine yönelmiştir. Her şeyin, her bireysel eylemin açıklanmasına, şeffaflığına duyulan bu koca merakı biriktirecek olan ise datalardır. Dataları elinde tutan, enformasyonu elinde tutan, yönetimi elinde tutacaktır. Fakat totaliter özellikler gösteren bu yönetim insanlığın lehine ve insanların özgürlüğüne olmayacaktır.

Enfokrasi, demokrasinin enformasyon rejimi ile birlikte aldığı yeni form ya da aynaya baktığında göremediği gerçek benliği olarak karşımıza çıkmaktadır. İletişim önceki dönemlerde kamusallığa ve demokrasiye ne kadar katkı koyuyorsa enformasyon rejimi ile birlikte o kadar zarar vermektedir. İletişimin kamusallığı yarattığı, toplumu ayakta tuttuğu ve demokrasi temsil ettiği bir dönemden “ölümüne iletişim kurduğumuz” ve enformasyon rejimine teslim olduğumuz bir döneme geçmiş bulunuyoruz. Teslimiyetin bayrağı ise artık beyaz görünümlü ve saflığı, temizliği temsil edecek bir bayrak değil “her gün hatta her saat beslediğimiz psikometrik bir kayıt cihazı” olarak akıllı telefonlarımız.

Özel olanın iletişimini hakim kılan, kamusal bir ortaklık oluşturma yeteneğinden mahrum olan ve enformasyon akışlarını demokratik süreci baltalayacak şekilde tersine döndüren dijitalleşme bir yandan kamusallığı kırmakta bir yandan da “dijital sürüler” oluşturmaktadır. Tam da bu nedenle demokrasi için bir kriz haline gelmektedir. Toplumu atomize eden, narsistleştiren, bireyleri kendilerine yönlendiren, onları “yankı odaları”na hapseden bu görünüm kamusallığı ve demokrasiyi ortadan kaldırmaktadır. Kişiselleştirilmiş algoritmaların izinde kamusal alan yok edilmiştir. Kendisine yönelen birey ötekinin temsiliyetini artık önemsememektedir. Böylelikle yaşamsal olan bir gerçeklikten çok bir tasarı meselesi haline gelmiştir. Ortak yaşamlar kırılmış, geleneksel bağlar yok edilmiş ve hiper kültürleşmiş bir dünya yaratılmıştır. Kendisine yönelen kimliğin böyle bir ortamda temsiliyeti ise nasıl “dijital sürüler” oluşturuyorsa bir yandan da ağ temelli “kabileler” oluşturmaktadır. Kendi söylemini yücelterek, yankı odalarında kaybolan bu kabileler artık bir söylem üretmekten ziyade kutsal bir inancı temsil etmektedirler. Dolayısıyla iletişimde bir rasyonaliteden bahsetmek artık imkansız hale gelmiştir. Tam da bu nedenle rasyonel bir toplumsal biçimden de bahsedilememektedir.

Rasyonel olana dair anlatının kırıldığı, veriye ve enformasyona dayalı bir anlatının şekillendiği dijitalleşmiş bir toplumda artık iletişim ve hakikat temelli bir toplum olma iddiası da kalmamıştır. İletişim kırılmış, hakikat ortadan kaybolmuştur. Fakat hakikatın kaybı tek başına yalanın hakimiyeti ile açıklanamaz. Chul Han “Yeni bir gerçeklik icat eden kimse, alışılmış anlamda yalan söylemez”  diyerek bakışını gerçekliğin inşasına çevirmektedir. Burada sahte haberlerle oluşturulmuş bir gerçeklik kaybı söz konusudur. Bu anlamıyla da yalandan daha tehlikelidir. Çünkü yalan olguları yenemez fakat dijitalliğin desteklediği sahte haberlerin derdi tam olarak olguların kendisi, gerçekliktir. Bu anlamda da doğruyu söylemeye geçmişte olduğundan daha fazla cesaret etmeliyiz der Chul Han.

Chul Han’ın Türkçe’ye yeni çevrilen ““Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi” başlıklı kitabı her ne kadar öyle gözükse de bir solukta okuyamayacağınız türden bir eser. Gündelik hayatta alışılagelmiş bir şekilde deneyimlediklerimizi sorgulatacak, karşılaştıklarımıza başka bir gözle bakmanızı sağlayacak bir kışkırtma.