.

Aram Dildar ile Söyleşi

Zeynep Nur Ayanoğlu

Zeynep Nur Ayanoğlu, yönetmen Aram Dildar ile “atandığı okulun bulunduğu köyü arayan bir öğretmenin hikâyesini” anlattığı filmi Navnîşan ve sinema yolculuğu üzerine konuştu.

12. Berlin Kürt Film Festivalinde, yönetmenliğini yaptığınız Navnîşan/Adres/The Address filmi ile öl aldınız, tebrik ederim. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz, bugüne kadar hangi işlerde yer aldınız?

Çok teşekkür ederim. Berlin’den sonra üç ödül daha aldı film. Seattle Turkish Film Festival’den “Jüri Favorisi”, 6. Ordu Kısa Film Festivali’nden ikincilik ve 13. Hamburg Kürt Filmleri Festivali’nden “Umut Vadeden Genç Yönetmen” ödülünü aldık.

Ben Marmara Üniversitesi’nde Sinema öğrenimi gördüm. Hocalarım okumaz umarım çünkü okula pek gitmezdim. 2008’de okula girdim ve aynı yıl çekilen Press filminde oynadım. Sinema yolculuğum oyunculuk üzerinden başladı. Çeşitli uzun ve kısa metrajlı filmde oynadım ve şimdiye kadar beş kısa film çektim.

Kısa filmler çeken bir yönetmen olarak festivallerle aranız nasıl?

Yeni kısa filmim eylül ayında festival davetleri almaya başladı; şimdiye kadar on yedi festivalden davet aldık. Tüm yaz boyu red aldığımız için açıkçası biraz umutsuzdum ama şu an iyi gidiyor. Festivaller bizim için çok önemli; orada hem izleyici ile buluşmayı hem de sektör çalışanları ile bir araya gelmeyi önemsiyoruz. Kısa film üretiminde festivaller çok önemli bir ayak. Elbette ben de herkes gibi filmimin birçok yerde gösterilmesini isterim. Bundan bir önceki kısa filmim çok az festivale girmişti; şimdi ise çok daha fazla davet alıyoruz. Festivallerin kendi içinde elbette bir işleyişi var; belirli dönemlerde belirli temalar üzerinden gidebiliyor. Festivallere girememek film üretme motivasyonunu kesinlikle sekteye uğratmamalı, devamlılık çok daha önemli.

Navnîşanda atandığı okulun bulunduğu köyü arayan bir öğretmenin hikâyesini izliyoruz. Kenan Özhalin yaşadığı bir olaydan ilhamla Kenan Demirin kaleme aldığı bir hikâye bu. Çekmeye nasıl karar verdiniz?

Bu hikâyeyi yıllar önce Kenan Özhal’dan dinlemiştim, çok etkilemişti beni. Kafamda hep vardı ama dönem hikâyesi çekebileceğimi düşünmüyordum. Yıllar sonra 2019’da Batman’da uygun bir ortam oluştu ve filmi çekmeye başladık. Fakat bazı teknik aksaklıklar yüzünden yarıda bırakmam gerekti. Bu durum beni biraz kötü etkiledi; bir daha o hikâyeye dönmek açıkçası zor geliyordu. 2021 yılında Batman yeni sinema kolektifi “Yazıdan Beyaz Perdeye” projesi “Kültür İçin Alan”dan destek alınca ben yine bu hikâyeyi yapmak istedim ama önceki versiyondaki hataları tekrar etmeden. Fakat hikâyeyi yeniden okumak bile içimden gelmiyordu. Yazar arkadaşım Kenan Demir’e elimdeki notları ilettim, Kenan Özhal’in bana anlattığı her şeyi anlattım ve o, hikâyeyi edebi bir öykü olarak yeniden yazdı. O öyküden sonra gerçekten hikâyeye yeniden ısındım ve sıfırdan bir senaryo yazdım. Atölye hocaları Yılmaz Özdil, Şêxo Fîlîk, Mizgin Mujde Arslan, Mohammad Shaikhow ve Recep İçen’ın de katkıları ile senaryo son şeklini aldı ve çektik.

Bozkırın ortasında Yeşilköy isimli bir köy aramanın ironisine değiniyorsunuz filmde. Filmde bu açıdan en basit yönüyle temsil bulan mesele, yaşam biçimine döndüğü noktada trajik bir hâl alıyor. Yanlışlıklar silsilesi gibi görünen bu yaşam biçimi hakkında ne söylersiniz?

Evet, bu manasız gerçekliği anlatmak için ironi dışında bir seçeneğim yoktu. Bu gerçeklik, ciddiye alarak karşı karşıya geleceğimiz akıl ve mantık sınırları içinde değil çünkü. Bir yerin ismini orada yerleşimcileri hâlâ duruyorken değiştirme çabası aslında suç teşkil eder. Yaşam biçimi bin yıllardır akıp gidiyor, filme konu olan isim değişikliği ise o akışı bozma ve suyun yönünü kendi tarlasına çekme girişimidir ki bu bana göre olanaksız. Su, yatağına dönecektir.

Devlet dairesinde arşive inen öğretmen ve görevli iki adam aralarında Kürtçe konuşurken yöneticinin ayak sesleri duyulduğunda Türkçeye dönüyor. Veya Yeşilköy’ü arayan öğretmeni karşılayan amca, yaşadığı kön adını “dili dönmediği için” oğluna soruyor, neydi diye. Oluklu Köyü diyor oğlan. Anadil meselesi köyde yaşayanlar için ne anlama geliyor?

Anadil meselesi sadece hâkim dilde kendini ifade edemeyen insanların sorunu değil. Bu mantıkla bakarsak on yıl sonra bütün Kürtler asimile olsa, sorun ortadan kalkmış mı olacak? Kürtçenin sahip olduğu dil olanakları derin bir kültür sanat yaşamını ve büyük bir kolektif hafızayı besliyor. Anadil meselesi basit bir konu değil. Üstelik ertelenemeyecek kadar acil de bir mesele. Türkiye yüz yıldır devlet imkânlarını kullanarak asimilasyon gerçekleştirmeye çalıştı. İşin ironik tarafı, milyonlarca Kürt’ten toplanan vergiler onları asimile etmek için kullanıldı. Kendi asimilasyonumuzun finansmanı konumuna düşürüldük.

Hiçbir şey hatırlamıyor, kimseyi tanımıyor,” denen Reşid Amca filmde amnezinin cisimleşmiş hâli gibi. Çeşitli hatırla(ma)ma biçimleri üzerinde durmuşsunuz.

O karakter üzerinden hafızaya yapılan müdahaleleri vurgulamak istedim. Ama elbette hikâaye kurarken böyle göndermeler üzerinde kurmayı sevmiyorum, o karakterin hafızasının gidip gelmesi başrol oyuncunun arayışını besleyen bir yerde olmasaydı asla koymazdım. Benim için birinci öncelik hikâyenin akışı. Başrol oyuncusuna bir umut vermek, onu bir arayışa sevk edip sonunda beklemediği bir olayla karşılaştırmak. Dolayısıyla bir hikâye yazarken, konu ne olursa olsun, öykünün kendi içinde bir durum meydana gelsin isterim. Yazarın mesaj kaygısı güderek veya ilginçlik için eklediği anekdotlardan kaçınıyorum.

Filmin müzikleri Agit Işıktan. Beraber nasıl bir çalışma yürüttünüz?

Agit Işık ile son üç kısa filmimde yollarımız kesişti. Filmin ilk kapalı ekip gösterimine davet ettim onu. Filmin müzikleri yapılmış değildi henüz. Referans bir müzik vardı sadece. Agit yeni çalıştığı bir sarkıdan bahsetti ve onu filme uyarlayıp bana gönderdi. Bana göre filmin ihtiyacını tam olarak karşılıyordu. Hatta Agit’in işiyle şu an 9. Uşak Uluslararası Kısa Film Festivali’nde “En İyi Müzik” dalında adayız. Müzik benim en zorlandığım alan. Bir filme nasıl bir müzik yapılabilir ve bir müzisyenle nasıl konuşup anlaşmak gerekir? Ya o müzisyenin yapacağı müzik sizin filme uymazsa? Bu sorular beni endişeye sevk ediyor. Yaptığı bir belgesel kurgusu yüzünden şu an cezaevinde bulunan kurgucumuz Erhan Örs müzik işini benim için son derece kolaylaştırdı. Film kurguda iken filmin belli yerlerine muzip bir müzik koydu. O tarzın dışında hiçbir şey olamayacağına karar verdik. Ve bu müziğe karşı çıkan birçok kişiye rağmen film müziği o hâliyle kaldı. İşte o referans müziğini Agit Işık dinlediğinde ona yakın, tam da o duyguda bir eseri yeni bitirdiğini söyledi ve Agit’le müziği finalize ettik.

Oyuncu seçimi ve oyuncularla çalışma süreciniz açısından neler söylersiniz?

Filme oyuncu seçerken zorlanıyorum. Genelde çevremden bildiğim, sohbetimin olduğu, hâl ve tavırlarına hiç değilse aşina olduğum kişilerle çalışmak istiyorum. Yeni tanıştığım oyuncuları filme başlarken daha yakından tanımaya özen gösteriyorum. Bu film için ekip olarak bir araya gelip hiç okuma alamadık. Fakat ekipçe çekimden önce bir araya gelme imkânımız olsaydı, oyuncularla derinlikli bir okuma provası yapmakla yetinirdim. Hikâyeyi oyuncular ve ekiple masa başında okumayı çok isterdim, onun verimli geçeceğini biliyorum. Ama çekimden önce oyuncuları provalarda role sokmayı sevmiyorum. Aslında bu biraz riskli ama sanırım o tedirginlikle sete girmeyi de seviyorum. Başlangıçta ses, yüz ve tavır açısından benim için tamam olduklarından, gerisinin gerçek mekânda kamera karşısında ortaya çıkmasını yeğlerim.

Bundan sonra sizi ne gibi işlerle göreceğiz?

Sinema yapmaya devam edeceğim, keza oyunculuk işlerine de açığım. Oynadığım fakat henüz yayımlanmamış üç işim var; iki film, bir mini dizi. Onları bekliyorum.