
Esin Hamamcı
esin.hamamci@sanatkritik.com
Jean-Baptiste Tavernier, Anvers’ten Paris’e göçmüş bir harita tüccarının oğludur. Babasının dükkânındaki haritalardan etkilenmiş olsa gerek seyyah olmak istemiştir. 1627’de 22 yaşındayken, Fransa’ya komşu ülkeleri dolaşır. Aklında İstanbul vardır. İlk kez 1631 kışında gelir ve bir yıl kalır. İstanbul’da geçirdiği 1 yılı gerek kapıkulu eylemleri gerek saraya yapılan baskının olduğu, Anadolu’da Celâli-Cemâli ayaklanmalarının olduğu bir döneme rastlar.
Baptiste, 1632 Şubat’ında doğuya hareket eder. Ankara- Tokat- Erzurum büyük kervan yolundan Tebriz’e, oradan Isfahan’a gider.
1638-1663 yılları arasında beş doğu seyahati daha gerçekleştirir ve Hindistan’a kadar gider. Sonuncu doğu seyahati- kendisinin zengin bir tüccar olarak çıktığı, “şeref turu” diye adlandırdığı- 25 Nisan 1664’te İzmir’e ayak basışından itibaren Anadolu-Mezopotamya-İran-Hindistan yollarındaki gidiş-dönüş, elli ay sürmüştür.[1] Temmuz 1668’de İstanbul’a gelişiyle yolculuk tamamlanır.
Gezginin ilk kitabı 1675’te Paris’te basılır. Bu kitap “Nouvelle relation de l’intérieur du serrail du Grand Seigneur” adıyla yayımlanır ve Osmanlı saray yaşantısı ve padişahlardan söz eder. Gezip gördüğü onca yer arasında Osmanlı Sarayı ile başlamasının nedenini ise Stefanos Yerasimos, “17. yüzyılın ikinci yarısında Batı okurunu ilgilendiren en meraklı konunun Osmanlı sarayının içi” olmasına bağlar.[2]

Kitap, Fransa’nın Güneş Kralı Louis XIV’e[3] takdim yazısıyla başlar. Burada krala “Haşmetli Efendim” diye hitap eder. Padişaha sunduğu bu saray betimlemesinin muhtemelen diğer yazarlarınkinden daha gerçekçi olduğunu ve birçok tehlikeyi göze alarak, masraflar harcayarak saraya ulaştığını, talihinin yaver gitmesiyle başarılı olduğunu söyler. Seyahatleri sırasında en büyük tutkusu en ilginç şeylerin gerçek yüzlerini öğrenmek, bunları da majestelerini sunmak istemesidir. Yeryüzünün en güçlü hükümdarlarından birinin sarayının aslına sadık bir betimlemesini sunduğunu ancak başka doğu seyahatnamelerinin de olduğunu ve bunların da çok ilginç olduklarını, gerekirse majestelerine bunları da sunmak istediğini söyler. Baptiste, gezdiği krallıklarının hiçbirinin majestelerinin yanına yaklaşamayacağını, bu krallıkların hiçbirinin güzelliğinin Fransa’nın bir taşra vilayeti bile etmeyeceğini, diğer orduların, kralın ordusunun yanına yaklaşamayacağını yazar.
Fransız gezgin, gezip dolaştıktan sonra ülkesinin kıymetini, değerini daha iyi anladığını söyleyip kralı yüceltiyor. Bu takdimin son kısmında ise majestelerine hizmet için Afrika’nın kimi bölümlerini ve Asya’nın büyük bölümünü altı kez dolaştıktan, altmış bin fersahtan fazla yol aldıktan sonra kendi sözlerine inanılması gerektiğini söyleyerek inandırıcılığını arttırıyor. Gezgin, takdimini “Çok aciz, çok itaatkâr, çok sadık, size çok borçlu hizmetkârınız ve kulunuz, Tavernier” diyerek bitiriyor.
Kitap Yayınları tarafından yayımlanan 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı kitabının bundan sonraki bölümünde “Okura Uyarı” bölümü yer alır. Yayınevi tarafından notlandırılan bilgilerde seyahatnamedeki hatalardan bahsedilir. Birinci hata kronolojiktir. Sultan IV. Mehmet’in 1641 yılının sonunda doğmuş olduğu ve 1648 yılının Ağustos ayında yaklaşık yedi yaşındayken tahta çıktığı, 1674’te otuz üç yaşında olduğu ve yirmi altı yıldır hüküm sürdüğü bilgisiyle düzeltilir. Diğer hata ise “hazinedar” sözcüğünün Fransız okunuşuyla ilgilidir.
“Yazarın Niyeti” adlı bölümde yazar, seyahatnamesine başlamadan önce kitabın bir özetini geçer. Halkın çok merak ettiği Osmanlı Sarayı’na girmiş olduğunu, burada gördüklerini, Sicilyalı bir hazinedardan ve hazine odasının içoğlanlarının birinden dinlediklerine dayandığını belirtir. Sarayda yüksek mevkide bulunmuş iki adamın Sicilyalı olanı sarayda elli yıl hizmet etmiş ardından hazinedarbaşılığına kadar yükselmiştir. İşlediği bir kabahattan ötürü Bursa’ya sürülmüş, oradan Hindistan’a kaçmıştır. Diğeri ise Paris’te doğmuştur. Adı Vienne’dir. Hazine odasının içoğlarından biridir. 1650’de Roma’da jübileden dönerken Civitavecchia’dan Marsilya’ya gitmek için bindiği brigantin[4] Trablusgarplı korsanların eline düşer ve paşa onu gelecek vaat ettiği için padişaha armağan eder. Vienne, dost olduğu Sicilyalı ile gizlice mektuplaştığı ortaya çıkınca on beş yıllık hizmetin ardından o da saraydan kovulur.

Tavernier, bu yazıda bu iki adam için ne kadar Hz. Muhammed’in yolunda gibi gözükmek zorunda olsalar da Hıristiyanlığa karşı iyi duygular beslemeye devam ettiklerini söyler. Bu ikisinin de daha yüksek mevkilere gelme umudunu ebediyen yitirdikleri için ona gerçekleri anlatmasında bir engel olmadığından, söylenileni gerçekçi bulduğunu belirtir. Türk halkının arasında yetişip büyüdükleri için Türkler gibi paraya düşkün olduklarını, bu insanları tatmin etmek için hiçbir masraftan kaçınmadığını söyler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok eyaletinin gelenek ve göreneklerine de gözlemlemektedir. Bunu iyice anlatabilmek için bazı görev ve unvanları açıklamak, bunlar için kısa bir liste vermek istemiştir. Bir de Türklerin tedavülde bulunan çeşitli paraların bir listesini sunmayı uygun bulur.
Kitap Yayınevi, bu seyahatnameyi “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve Sarayı’ndaki Görevler, Unvanlar ve Türkiye’de Tedavülde Bulunan Çeşitli Altın ve Gümüş Sikkeler” bölümü dışında yirmi bölüme ayırır.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve Sarayı’ndaki Görevler, Unvanlar ve Türkiye’de Tedavülde Bulunan Çeşitli Altın ve Gümüş Sikkeler
Sarayda ve imparatorlukta başlıca mevkilerde (hadımağaları dışında) dokuz, on yaşında savaşta ganimet olarak elde edilen ya da padişaha armağan olan ya da Osmanlı sultanlarının fethettikleri bölgelerin Hıristiyan ailelerinin kucağından koparılan devşirme çocukların bulunduğunu söyler. Sadece İstanbul gümrük kayıtlarında düşmandan esir alınan yirmi bine yakın esir bulunmaktadır. En çok Küçük Kırımlılar esir göndermektedirler. Padişahlar da bu esirler arasında eli yüzü düzgün, en çok gelecek vaat eden çocukları alır ve onları İslam dinine göre yerleştirir. Çeşitli eğitimlerle yetiştirip, sarayda görevlendirir. En seçkinleri İstanbul Sarayı’na (1470’l, yıllardan 19. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı Devleti’nin merkezi olan saraya ‘Saray-ı Cedide-i Âmire’ ya da ‘Saray-ı Hümayun’ denilir) getirilir. Birinci ocakta içoğlanlar,[5] ikinci ocakta acemoğulları bulunur. Amaç hükümdara hizmet için becerilerinden en iyi şekilde faydalanmaktır.
Sarayda çok sıkı bir disiplin vardır ancak yüksek mevkiler için akhadımağalarının çok sert davranışlara, bedenlerine indirilen değneklere katlanırlar. Saray ileri gelenlerinin kökeni Hıristiyandır, hepsi köledir, padişaha hizmet için var gücüyle çalışırlar. Tavernier, burada başlıca paşaları vezriazam ya da sadrazam, sonra sadaret kaymakamı, kapudanpaşa, yeniçeriağası olarak sıralar ki belirttiği üzere bunların yetkisi o kadar büyüktür ki diledikleri zaman padişahı tahttan indirebilirler. I. Mustafa ve II. Osman bu yolla, celladın eliyle zindanda öldürülmüştür. Paşalar kusurları için önlem almazsa kelleleri gider, kelleleri giderse padişah paşanın tüm mallarına el koyar, çocuklarını saraya alır.
Tavernier, Türk askeriyle ilgili de bilgiler paylaşarak vezir rütbesine erişmiş paşaların üç tuğ taşıdığını, bunların her birinde yeşil dışında diledikleri renge boyattıkları birer at kuyruğu bulunduğunu söyler. Tuğların takıldığı sopaları da boyatmalarına izin verilir ve bu uygulamamanın kökenini de Türklerden dinlemiştir: Bir gün Hıristiyanlarla dövüşürlerken sancakları Hıristiyanların eline geçer. Bu durum askerlerin maneviyatını bozar. Askerlerin kaçtığını gören paşa atın kuyruğunu keser, mızrağın tepesine takar ve “İşte büyük sancak, beni seven ardımdan gelsin,” der, savaş kazanılır.

Fransız gezgin birçok makam ve rütbeyi anlattıktan sonra Ortadoğu’daki hadımağaların neler yaşadığını anlatır. Bu bölüm çok ilginçtir. Bazı ailelerin, karınlarını doyurmak için, çocuklarını hadım tüccarlarına sattığını söyler. Akhadımağaların organlarının bir kısmı söndürülür kara hadımağalarının organları ise kökünden kesilir. Tavernier bu durumun ‘çok tehlikeli ve barbarca bir cerrahi operasyon’ olduğunu söyler ve bu buna maruz kalan insanlardan hayatta kalanların çok az olduğundan organı kökünden kesilenlerin pahalıya satıldığını anlatır. İran’da, Türkiye’de çok alıcısı olan hadımağaları tuvaletini yapmak istediklerinde ince bir kamış kullanmak ve bunu karınlarının altında taşımak zorunda kalmışlardır. Biraz parası olan evini korumak için bir hadımağası satın alabilir. İstanbul Sarayı bu iki çeşit hadımağalarıyla doludur ve “siyahlar” harem dairesini korumada (parası Kahire’ye gönderilir), beyazlar da padişah dairesinde kalır.
Saraydaki görevler anlatılırken “bostancıbaşı”ndan bahsedilir ki Tavernier’e göre en güzel görevlerden biridir. Bostancıbaşı, acemoğullarının alt kademesinden gelmesine rağmen yetkisi büyüktür. Padişah, Boğaz’da gezmek istediğinde, balık tutarak eğlenmek istediğinde saltanat kayıklarında kürek çekenler de bostancılar arasından seçilir. İçlerinden biri, padişah kayıktayken hızlı çekmek uğruna küreğini kıracak olursa, padişah ona hemen bahşiş verir. Bostancıbaşılar İstanbul’da ve çevredeki bütün bahçelerin kahyasıdır. Bahçelerin ekilmesinde on bini aşkın bostancı görevlidir. Tavernier için bostancıbaşı olmanın güzel yanlarından biri de onların padişahla sohbet edebilip rahatça konuşabilmeleridir. Tavernier, bu görevlerden sonra ulemaları anlatırken imamlar için “bizdeki papazlık görevi” diye bahseder. Her bir görevi ince ayrıntısıyla ezberlediğini buradan da görmüş oluyoruz ki anlatımına kendi görüşünü de katmıştır. Örneğin, dervişlerin fakir bir yaşam süren Türk din adamları olduğunu, dervişin zaten “fakir” demek olduğunu anlatır. Aynı zamanda dervişlerin ikiyüzlü insanlar olduğunu ve çok gülünç giyindiklerini söyler.
Türkiye’de Tedavülde Bulunan Çeşitli Altın, Gümüş Sikkeler ve Bozuk Paralar
Tavernier, Türklerin imparatorluğunda tedavülde iki çeşit altın sikke olduğunu söyler. Biri ülkenin parası diğeri yabancı paradır. Ülkenin altın sikkesi, sultani adıyla da bilinen ‘şerifi’dir. Tavernier bu paranın altı Fransız frankı değerinde olduğunu söyler. Beş sol ve dört frank değerindedir. Şerifi, Mısır’dan gelir. Kahire, imparatorluğun altın para darp edilen tek yeridir. Altınlar ise Habeşistan Krallığı’ndan gelmektedir. Tavernier Habeşler’in ticarette çok dürüst olduklarını söyler ve hatta onlar için ayrıca “Habeş Dürüstlüğü” diye bir bölüm yazar. Bir Habeş’e para kaptırdığı için şikâyet eden görülmemiştir. Türkiye’de yabancı altın sikkeler ise Almanya, Hollanda, Macaristan ve Venedik dukalarıdır. Bunlar o dönemin en çok revaçta olan altın sikkeleridir ve bir süredir Venedik dukalarının değerinin düştüğünü söyler.

Tavernier, padişahın olağan ihsanları için kullandığı “kese”lerden bahseder. Bunlar beş yüz ekülük bir miktarı karşılamaktadır. Hanım sultanlara ve hasekilere dağıtılan keseler on beş bin sultanî ya da otuz bin iki değerindedir. Bakır bozuk paraya rastlanmadığını söyler. En ufak para birimi akçedir ve pâredir (para). Akçe, saf gümüştendir, basıldığı dönemde sekiz mangır etmektedir, o dönem ise bir eküye yüz yirmi akçe verilir. Guruş, İspanyol eküsü sekizlik parça adıyla da bilinmektedir. Kara guruş, Alman taleridir. Türkiye’de yaygın biçimde ticareti yapılan beş sol’luk sikkelerden de bahseden Tavernier, bunun öyküsün okurların hoşuna gideceği için anlattığını söyler.
Beş Sol’lük Bozuk Para Ticaretinin Öyküsü
Marsilyalı bir tüccar, İzmir’den, biraz ipek almak için, diğer gümüş sikkelerle birlikte beş sol’lük iki üç yüz ekü göndermiş. Bu bozuk paralar Türklerin çok hoşuna gitmiş. Hatta o kadar sevmişler ki sekiz real İspanyol’a denk sanmışlar ve sekizine bir ekü vermeye başlamışlar. Bunu gören aracı, Marsilya’ya yazarak oldukça yüklü miktarda sol yollamasını ister ve bundan çok büyük paralar kazanır. Avrupa’nın diğer halkları kazançlarını kıskanıp yolları kesilince sadrazama şikâyet etmişler, sadrazam da bundan sonra bir ekü karşılığında on iki sol alınmasını ya da paranın tedavülden kalkmasını ister. Alt sınıflardan kadınlar, bu parayı o kadar sevmişler ki süs niyetine de kullanmışlar. Bazı Ceneviz tüccarları bu kazancı görünce başka sikkelerle taklit etmek istemişlerse de, istedikleri başarıyı elde edememişlerdir. Çünkü altın ayarı oldukça düşüktür ve hile hemen fark edilir. Fransızların kazançları iyi gider ancak diğer tüccarlar tekrar sadrazama şikâyete giderler. Sadrazam ise beş sol’lük parayı tedavülden kaldırır. Tüccarlar hakkında oldukça ayrıntılı bilgi veren Tavernier bundan sonra “Tüccarların Kıskançlığı”, “Ağır Bir Sahtekâlık Suçuna Verilen Hafif Ceza”, “Türklerin Eski Dürüstlüğünü Avrupalılarla Ticaret Yüzünden Bozulması” gibi başlıklarla dönemin ticaret hayatına da seyahatnamesinde yer vermiştir.
Tavernier, gittiği yerleri büyük bir dikkatle gezmiş, her istatiki veriyi kullanmış, sarayı ayrıntılarıyla ezberlemiş, sistemi çözmüştür. Rahat ve anlaşılır dili, ayrıntıları veriş hâli metni eğlenceli bir okumaya dönüştürmüştür. Evliya Çelebi de Seyahatnâme’sinde gerek saray hakkında gerek gezdiği yerler hakkında, örneğin birinci cildinde Eyüp’ten bahsederken ne kadar vergi verildiğini dahi aktarır ve ayrıntılı bilgilere sahiptir. Tavernier’in de sarayda yetişmiş gibi anlatması ise metni oldukça ilgi çekici bir seyahatnameye dönüştürür.
[1] Jean-Baptiste Tavernier, 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Kitap Yayınları, İstanbul, 2014, s.6
[2] A.g.e., s. 11
[3] Louis-Dieudonné de France (Louis XIV.): Fransa’nın en uzun süre tahtta kalan kralıdır. 1643-1715 yılları arasında 72 yıl Fransa krallığı yapmıştır.
[4] Çektiri.
[5] İçoğlanı: Topkapı, Galata, İbrahimpaşa, Edirne saraylarında eğitilerek saray hizmetlerinde istihdam edilen ve daha sonra dış görevlere çıkan devşirmelerdi. Bunlara Saray acemoğlanları, celeb de denirdi. (s. 19)