Abdullah Ezik
abdullah.ezik@sanatkritik.com
Ayşegül Yüksel ile Shakespeare üzerine geçen ay başladığımız söyleşimizin ikinci bölümü.
Shakespeare oyunlarında genellikle arka planda gördüğümüz kadın karakterler olay örgüsü içerisinde önemli bir konuma sahip. Bu da onlara farklı bir gözle yaklaşılması gerektiğini gösteriyor. Buna göre Shakespeare tiyatrosunda kadın karakterlerin rolü nedir?
Bildiğiniz gibi, Shakespeare döneminde kadın rollerini erkek oyuncular canlandırırdı. Bu nedenle, ozanın kadın başkahramanlarının sayısı erkek başkahramanlarınkinden azdır. Ne ki Shakespeare’in kadınları, rolleri hangi boyutta olursa olsun, çoğunlukla önemsenerek, titizlikle incelenerek oluşturulmuş karakterlerdir. Dönemin İngiltere’sinde kadınlara 2. sınıf insan gözüyle bakılırdı. Duygu ve ahlak yönünden gelişmemiş bir cins olarak görülen kadınlar erkeğin korumasına ve denetimine bağlı, zayıf yaratıklardı. Görevleri iyi birer eş, anne ve ev hanımı olmakla sınırlıydı. Eşlerine karşı çıktıkları zaman, dayak yemesi de uygun görülen dişilerdi onlar… Oysa Shakespeare ‘kadın’ cinsinin ‘insan’ boyutunu araştıran bir hümanist olarak, kadın kahramanlarını da ayrıntılı biçimde irdelemiş ve aynı erkek-egemen dünyada yaşamalarına karşın, bireysel özellikleriyle birbirinden farklı olan, kimi zaman da erkek karakterlerden daha güçlü bir görünüm sergileyen onlarca kadın karakter yaratmıştır. Dolayısıyla, Shakespeare tiyatrosunun kadınları, kişiliklerinde en az erkek kahramanlar kadar tartışılmayı hak eden özellikler barındırmaktadır.
Shakespeare oyunlarında kadın-erkek kahramanlar arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirirsiniz?
Aşk ilişkisi, onun kadın ve erkek kahramanlarını birbirine bağlayan en önemli öğedir. Shakespeare döneminde kadın-erkek ilişkisi ‘duygu’ öğesinin yer almadığı, ‘cinsellik’le özetlenebilecek bir olgu olarak görülürdü. Bugün televizyon dizilerini sarıp sarmalayan ‘romantik aşk’ olgusu Shakespeare’in İngiliz Rönesansı sürecinde ülkesinin kadınlarına verdiği önemli bir armağandır. Çünkü ‘aşk’ kadın ve erkeği eşit kılar. Dahası, kimi oyunlarda kadın karakterlerin erkek karakterler üstünde etki sahibi olduğunu, kimi kadınların erkeklerden daha zeki ve becerikli olduğunu görürsünüz. Shakespeare, döneminin tipik –erkek egemen toplumun kurallarını içselleştirmiş- feodal kadınları yanında, bireysel açıdan feodal kadın tanımını aşmış, parlak zekalı, akıllı kadınlar yaratarak da kadın ve erkek cinslerini ‘insan’ olgusunda eşitlemiştir.
“Ahlak” konusu gerek Shakespeare gerekse dönemi için en önemli meselelerden. İlk olarak ahlak ve tiyatro ilişkisi üzerine sormak istiyorum. Bu kavramların tiyatro sahnesindeki yeri nedir? Tiyatroda ahlakın karşılığı nedir?
Tiyatro, toplumsal sorunları irdelemeyi, toplumsal düzeni ileri bir aşamaya götürmeyi, düşünsel açıdan seyircisinin önünde gitmeyi amaçlayan bir sanattır. Bir toplumun gelişmesinde rol oynayan temel etkenlerden biri de ‘ahlak’tır. Dolayısıyla tiyatro iyiye ve doğruya yönelmede genel ahlak ilkelerine bağlıdır. Ne ki, tutucu bir ahlak anlayışının her zaman karşısında olduğu için, zaman zaman ‘gerici’lerin ‘ahlaksızlık’ olarak yerdiği ‘kalıplaşmış ahlak kurallarına karşı çıkma’ eylemlerine de yer verebilir. Bu durumda kurulu düzeni savunanları ‘yadırgatan’ bir işlev taşıyabilir. Tiyatro sahnesinde devletçe ya da toplumca ‘tabu’ sayılan olguların tartışma gündemine getirilmesinin de ‘ahlaksızlık’ sayıldığı görülmüştür.
Bir önceki sorunun devamı olarak, Shakespeare tiyatrosunda ahlakın yeri nedir?
Shakespeare tiyatrosunda ‘iyiye ve doğruya’ yönelen bir ahlak anlayışının baş tacı edildiği görülür. En büyük yanlışları yapmış trajik kahramanlar bile önünde sonunda ‘iyiden ve doğrudan’ uzak düşmüş olmanın acısını çeker. Öte yandan, kimi oyunlarda, akıl ve zekayla bütünleşmemiş, durağan ahlak anlayışı ile açıkça alay edilir.
Antik Yunan ve Roma, Shakespeare için özel bir yere sahip. Birçok oyun Roma’da geçtiği gibi Romalı kahramanlar da bu anlamda son derece kıymetlidir. Julius Caesar, Antonius ve Kleopatra, Atinalı Timon gibi. Peki Antik Yunan ve Roma’nın tiyatro üzerindeki etkisinin asıl kaynağı nedir?
Batılı anlamda tiyatro Antik Yunan döneminde kurumlaşmış, bu mirası daha sonra Roma üstlenmiş, dolayısıyla Rönesans döneminde Latin kültürü Avrupa’nın pek çok ülkesinde egemen olmuştur. İngiliz Rönesansı bağlamında da geçerli bir durumdur bu. Shakespeare’in kültürel yönelişleri açısından da geçerlidir. Shakespeare içinde bulunduğu kültür iklimi içinde tüm yazarlar gibi Latin kökenli -Latince ya da Latinceden İngilizceye çevrilmiş- kaynaklara yönelmiştir.
Shakespeare oyun yazarlığına paralel olarak yönetmen, oyuncu, şair ve bir noktada “tüccar” olarak da ön plana çıkan bir isim. Ahmet Mithat Efendi gibi üretim yaptığı alanın her noktasında kendisiyle karşılaşabiliyoruz. Peki bu noktada bir oyunun hem arka planında hem de bizzat yönetiminde yer almak onu ve çalışmalarını nasıl etkiledi?
İngiliz Rönesansı süreci içinde oluşan profesyonel tiyatroculuk Shakespeare’in üstlendiği rolü gerektiriyordu. Hem metin üreten, hem bu metinlerin birer sahne olayı olmasını sağlayan, hem de –tiyatro topluluğunun yaşaması ve çalışanların geçinebilmesi için- sahnelenen oyunlarla para kazanmak zorunda olan bir yaratıcıdan söz ediyoruz. Shakespeare, yapıtlarının niteliğini düşürmeksizin, onları iyi pazarlayan bir satıcıydı aynı zamanda.
Shakespeare’in –çağdaş topluluk sahipleri gibi- özel tiyatroları kâr amaçlı kuruluşlara dönüştürdüğünü ve kendi etrafında zengin bir yapı kurduğunu da söyleyebilir miyiz?
Bunu rahatça söyleyebiliriz.
Tiyatro, bugün dünyanın birçok farklı ülkesinde önemli bir yere sahip, en eski güzel sanatlardan. Şüphesiz tiyatro tarihinden bahsederken Shakespeare’in çağdaşları ve gelecek nesiller üzerine olan etkisinden de söz etmek gerek. Peki, Shakespeare çağdaşlarını ve kendisinden sonra gelenleri nasıl etkiledi?
Çağdaşları olan yazarlar, Shakespeare’in dehasını hem yücelttiler, hem de onu kıskandılar. Onun klasik tiyatronun kurallarına karşı çıkışını eleştiren de oldu. Dr. Faustus oyununun yazarı Christopher Marlowe dışında, hiçbiri Shakespeare’inkilere yaklaşan düzeyde yapıtlar veremedi. Shakespeare’den sonra, İngiliz tiyatrosu kurallar karşısındaki bağımsız görüşü özellikle romantik çağda (19. yüzyıl) benimseyerek, bugüne uzanan tiyatro türleri (tartışma komedisi, kara komedi, suratına tiyatro) bağlamında öncü bir konuma gelmiştir. Shakespeare’e özgü dilsel söylem romantik dönemin ve sonrasının –‘klasikçiler’ dışında kalan- tüm yazarlarını etkilemiştir. Bugün, Brecht’ten Beckett’e pek çok çağdaş yazarın metinlerinde -içerik ve biçim açısından- Shakespeare’den izler bulabiliriz.
Shakespeare’in izinden giden ve zamanla kendisine has bir mevkiye erişen başka önemli isimlerden söz edebilir miyiz?
Bu önemli isimlerin başında Fransız Romantik Akımı’nın öncüsü Victor Hugo gelir. Hugo, Shakespeare’in yapıtlarının tüm ‘bağımsız’ özelliklerini ve dilsel söylem biçimini benimseyerek, Fransız Akademisi’nin kuralcı baskısına karşı çıkmıştır.
“Şekspiryen” bugün edebiyat ve tiyatroda kimi durumları karşılamak için kullanılan özel bir kavram. Peki “Şekspiryen” denilince ne anlamalıyız? Bir eseri Şekspiryen yapan nedir?
Shakespeare, modern öncesi (pre-modern) ve romantik (pre-romantic) dönem öncesi bir süreçte yaşamış olmasına karşın, romantizmin öncüsüdür. Şekspiryen sözcüğü edebiyat ve tiyatroda, daha çok uzun soluklu şiirsel söylem içeren metinler ve romantik durumları boyutlandıran, düş gücü ile gerçek gözlemleri buluşturan edebiyat ve tiyatro metinleri için kullanılmakta.
Türk tiyatrosunun Shakespeare ile ilk ciddi tanışması nasıl olmuştur ve bu tanışma, ne tür etkiler doğurdu?
Sultan II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda yabancı toplulukların sunduğu Shakespeare oyunlarını izlediği biliniyor. İstanbul’daki Rum ve Ermeni toplulukları da Shakespeare oyunlarını kendi dillerinde sahnelemekteydi. Güllü Agop’un yönettiği Gedik Paşa Tiyatrosu’nda, çeşitli Shakespeare oyunları 1871’den sonra Türkçe oynanmıştı. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi yazarları Shakespeare’i, ‘romantik tiyatro’ özelliklerini Shakespeare’de gören ve Fransız yazınına aktaran Victor Hugo aracılığıyla öğrenmiş oldu. Shakespeare’in oyunlarını çağdaş çevirileri ve çağdaş dramaturji uygulamalarıyla Türk tiyatro repertuvarına yerleştiren kişi ise Muhsin Ertuğrul’dur. Darülbedayi ve sonraki adıyla İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda süren Shakespeare sahnelemeleri, 1949’da Ankara’da Devlet Tiyatrosu’nun kurulmasıyla daha da yaygınlaşmıştır. Shakespeare tiyatrosu, tarihsel malzemeden oyun çıkarma, şiir diliyle oyun yazma, kahramanların seslendirdiği uzun solo parçalar oluşturma gibi konularda hiç kuşkusuz Türk tiyatrosu üstünde önemli bir etki oluşturmuştur. Bu etki Güngör Dilmen’in, Turan Oflazoğlu’nun, Orhan Asena’nın ve başka yazarların kimi tarihsel oyunlarında görülür.
Özellikle 19. yüzyılda yapılan tiyatro çevirilerine bakıldığında Moliere ve Fransız tiyatrosu merkezli hareket edildiği görülür. Bunda şüphesiz Osmanlı entelektüellerinin Fransızca bilmesi ve Fransız edebiyatını yakından takip etmelerinin etkisi büyük. Bu noktada Shakespeare ile görece geç tanışma, Türk tiyatrosunun biçimlenmesi konusunda nasıl bir etkide bulunmuş olabilir?
Klasik kurallara bağlı Fransız komedisi yerine, kurallardan bağımsız Shakespeare komedilerinin oluşturacağı etki alanı, belki de Batılı anlamda ‘komedi’nin Türk yazarlar tarafından daha renkli, içeriği daha zengin örneklerle oluşturulmasını sağlayabilirdi. Belki de sağlamazdı. Bu bağlamda geçmişe yönelik varsayımda bulunmanın yararlı olacağını sanmıyorum.
Bugün yeni uyarlamalar, güncel film ve kitap projeleriyle Shakespeare eserleri okuyucularla, izleyicilerle farklı şekillerde buluşmaya devam ediyor. Peki Shakespeare eserlerini hâlâ bunca güncel, bunca etkili kılan nedir?
Buna benzer bir soruyu söyleşinin en başında da sormuştunuz. Shakespeare, insan doğası ve psikolojisi, kadın-erkek ve aile ilişkileri, duygular ve duyarlıklar, toplumsal yaşam, genel ahlak kuralları, siyasetteki davranışlar bağlamında güncelliği hiç geçmeyen evrensel izlekleri işlemiştir; bu konuları işleyiş biçimi de son derece çarpıcı olduğu için oyunları hep gündemde kalmıştır.
Shakespeare üzerine gerçekleştirilen önemli kurgu projelerden biri olan Shakespeare Yeniden, Jo Nesbo, Anne Tyler, Jeanette Winterson ve Margaret Atwood gibi usta yazarları onun etrafında bir araya getirdi. Bu romanların günümüz Shakespeare okurları için anlamı nedir?
Shakespeare’in yapıtları, farklı yorumlara açık metinlerdir. Bu nedenle, usta yazarlara, oyunlardan yola çıkarak yeni izleklere ulaşma konusunda ipuçları içerir. Günümüz Shakespeare okurlarının algısı bu yazarların yapıtlarıyla daha bir boyutlanmaktadır. Ne ki, usta yazarların bu bağlamdaki yapıtları kendi yaratıcılıklarının ürünü olarak anlamlandırılmalıdır.
Shakespeare’in tiyatro yapıtlarının roman ve film uyarlamaları üzerine ne söylemek istersiniz?
Shakespeare söyleyeceğini söylemiş, ancak yapıtlarının farklı biçimlerde yorumlanmasını sağlayacak bir ‘açık uçluluk’ işlemiştir metinlerine. Dolayısıyla, romanda ve filmde yapılabilecek Shakespeare uyarlamaları –yazarlar ‘şov yapma’ adına saçmalamadıkları sürece- üstünde durmaya değer özellikler içerebilir. İçermeyenleri de bulunmaktadır.
Son bir soru olarak, Shakespeare’i okumakla bir Shakespeare oyunu izlemek arasında sizce ne tür bir farklılıktan söz edebiliriz?
Shakespeare döneminde oyunlar hem basılıyor ve metin olarak okunuyordu, hem de sahneleniyordu. Okuma edimi daha çok ozanın şiirinin tadını çıkarma amacını taşısa da, oynanmak için yazılmış tiyatro metinleriyle karşı karşıya olduğumuz akıldan çıkmamalı. Verdiğim derslerde hep Shakespeare’in şiirinin tadına doyum olmaz lezzeti ile yapıtların sahne olayı olarak verdiği coşku arasında denge kurmaya çalıştım.