.

Sanatçı Sabahat Çıkıntaş ile ”İnşa ve Hafıza” Sergisi Üstüne

sabahat cıkıntas-sergı-ınsa ve hafıza

Elif Hopyar

Sanatçı Sabahat Çıkıntaş ile Mine Sanat Galerisi Deneysel’de gerçekleşen ”İnşa ve Hafıza” adlı sergisi üstüne konuştuk. Multidisipliner sanatçı Sabahat Çıkıntaş, her sergisinde olduğu gibi, bu serginin açılışında da kendi tasarladığı kostümü giyerek, kendisini de sanat unsuru hâline getiriyor. Yarı retrospektif bir sergi olarak da tanımlayabileceğimiz sergide sanatçının, kolajdan performansa, videodan fotoğrafa işler yer alıyor.  Akademisyen- sanat tarihçi Ebru Nalan Sülün’ün adını verdiği sergi, bellek kavramı odağında şekilleniyor. Sanatçı Sabahat Çıkıntaş ile bu sergi bağlamında, sanat pratiğine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Mine Sanat Deneysel ‘de devam eden “İnşa ve Hafıza” serginize geçmeden evvel, farklı disiplinlerde yapıtlar veren sanatçı olarak, sanat hikâyeniz nasıl başladı, biraz sanat yolculuğunuzdan bahseder misiniz? 

Hikâyem uzun, olabildiğince kısa aktarmaya çalışacağım. Lisedeyken okullar arası resim yarışmasında birinci olmuştum. Ödül olarak üzerinde bir İstanbul fotoğrafı olan ve üzeri de kubbeli bir şekilde pleksi kaplı bir fotoğraf albümü verilmişti. 1971-72 yılları. Sonra bu albüme baktığımda bu albümde olan İstanbul fotoğrafı boşa değilmiş, bir göstergeymiş bana dedim. Hiçbir şey tesadüf değildir. 1985’te İstanbul’a gelip fotoğraf sanatçısı Cemal Çıkıntaş’la evlendikten sonra 1988’de oğlum Uğur Çıkıntaş doğdu. 1990’da resme başladım. O yıl Cihangir’de yeni bir eve taşınmıştık ve ne güzel bir tesadüfle üst kat komşumuz Yusuf Taktak olmuştu. Tabii ki, yıllar sonra bunun tesadüf olmadığını gösterecekti. Cemal Çıkıntaş, Mimar Sinan Akademi’dendi ve sanatçı Yusuf Taktak’ı tanıyordu. Bu bağlantıyla bir gün yaptığım resimleri gösterdim. “Çok yeteneklisiniz. Bir atölyem var, Atölye Üçgen, gelin, orada çalışın” dedi. Tabii ki oğlum iki buçuk yaşındaydı, o sebeple gelemeyeceğimi söyledim. “O halde siz devam edin, çalışın. Saat kaç olursa olsun gelin yukarıya, gösterin” dedi ve heyecan o an başladı. Sürekli üretimler yapıyor, hocaya çıkıp gösteriyordum. Bu böyle bu bir süre devam etti. 1991 yılında hocanın bir yemekte yinelediği atölye daveti ile programımı uydurarak atölye dönemime başladım. 1991 yılının Haziran ayında bir perşembe günü elimde resim çantamla Beyoğlu’nda Nuri Ziya Sokak’ta eski yüksek tavanlı bir binanın ikinci katında bir daireye, Atölye Üçgen’e gittim. Bir ara atölye Ömer Hayyam Apartmanı’na taşınmıştı. Tam 12 yıl bu atölyede kaldım. Sanata yolculuğum çok kısa anlatımla böyle başladı.

Sanatçı Yusuf Taktak’ın sizin sanat yaşamınızda önemli yeri var. Yolunuz nasıl kesişti?

Yukarıda bahsetmiş oldum değerli hocamla nasıl tanıştığımı. Evet yaşamımda çok değer verdiğim ve benim için çok önemli bir hocadır. Hem kişiliği hem sanatıyla bana bir modeldir. Atölye Üçgen’e beni davet etmesi ile yaşamım orada evrildi ve ben değiştim. Atölye Üçgen’de çok anılarım vardır. Benim dönüştüğüm, sanat öğrendiğim, geliştiğim, üretim yaptığım şahane bir atölye. Bir anlamda terapi alanımdı. Yaşam yolunda şahane bir U dönüşü Yusuf Hoca ile kesişen yolun sonucudur. Bu nedenle kendisini her zaman minnetle ve saygıyla anlarım. Bendeki değeri çok büyüktür.

Serginizin başlığı neden “İnşa ve Hafıza.” Sanat yolculuğunuzda bu başlık ne ifade ediyor?

Sergi başlığım Profesör Ebru Nalan Sülün’ün atölyemi ziyaretinde ortaya çıktı. Sohbet sırasında oluşturduk. Ben de kendime çok yakıştırdım doğrusu. Zaten sürekli inşa hâlindeki hafızamla iki ileri bir geri yaparak üretim yapıyorum. Hafızam görünen dünyada her şeyi depoluyor. Tüm etkilenmeler bilinçaltına, oradan da sanata… Ben sanatımı sürekli katmanlarla inşa ediyorum. Bu da Çıkıntaş’ın inşası ve hafızası.

Kolajdan gelen sanatçı olarak, bugünkü sanat pratiğinizde sizi etkileyen içsel, duyusal unsurlar neler, biraz değinir misiniz?

Evet soyut bir bakış açım var sanatta, dolayısıyla kolaj da çok önemsediğim, çokça da üretim yaptığım bir alan. Elbette ki sanatçı dış dünyadan ve kendi ruhsal durumlarından etkileniyor. Her şeyden etkileniyoruz, fark etsek de etmesek de… Hafızamız her şeyi bilinçaltında depoluyor. Bence sanat da bu yaşadıklarımızdan oluşuyor. Ben de bilinçaltımdan çıkıp gelen sezgilerle hareket ediyorum. Çok sıkıntılı durumlarda kendimi ajite etmiyor, tam tersine, yoğunlaşarak o duyumsadıklarımı sanat üretimine dönüştürerek dışa vuruyorum. Sezgilerimle oluşturuyorum üretimlerimi.

Sabahat Çıkıntaş

Her serginizde geri dönüşümlerle ürettiğiniz kostümlere yer veriyorsunuz. Bu serginin açılışında da kostümü giyerek konuklarınızı karşıladınız. Kendinizi sanat nesnesi olarak yorumlamak, performe etme fikri nasıl oluştu?

Bu fikrin geçmişi 2012’de “Arka Oda” sergimde yaptığım kostümle başladı. O yıldan itibaren her kişisel sergimde bunu uyguluyorum. Tabii ki sergi projesine göre kostümler de değişiyor ve gelişiyor. Olmazsa olmazı gibi oldu artık sergilerimin, benim sanatçı olarak bir özelliğim oldu. Duvarda asılı resimler ile yetinmeyişim ve sanatın büyük yelpazesinin tamamen içinde olmakla ilgili. Çok yönlü sanat pratiğini benimsiyorum; fotoğraf, video, kostüm, pleksi işler… Hepsi sanatın alanlar arasına girmekle ilgili. Hep söylüyorum; kostümü giydiğimde otomatik değişiyorum, kendimi heykelleştiriyorum. Bir nevi performatif bir durum. Sanatsal bir duruş. Kostümlerimin özelliği ise, kesinlikle geri dönüşüm malzeme kullanmam. Bu sergimdeki alt katman 1950’lerden el işi bir aile masa örtüsü; izleri olan, anıları olan, yemek yenen, o anlarda olan biten her şey, işte aslında geçmişin hafızası… Katmanlar. Tüm bunların bir oluşum süreci var. Ne kullanacağım, oluşumun nasıl bütünleşeceği, hepsi yaratım süreci içerisinde.

Bu sergide farklı dönemlerden işleriniz yer alıyor. Nasıl bir kurguda birleşti, sergi oluşum sürecinizden bahseder misiniz?

Evet, sergi başlangıcı zaman içinde mutfak alışverişinden topladığım kavanoz kapakları. Başlangıç bu. Yani önemsiz bir nesneyi sanata dönüştürmek. Değişim, değiştirmek. Bu benim neredeyse bütün işlerimde var. Bunun ilki, 1996’da bir ambalaj naylonun üzerine yaptığım iştir örneğin. Bir şeyi değiştirmek fikri, aslında sanatın beni nasıl değiştirdiği ile bağlantılı. Bunu, bu nedenle de çok önemserim. Kavanoz kapaklarıyla ürettiğim işlerde katmanlı, bilindik kareler inşa ettim. Ardından yavaş yavaş sergi konsepti belli oldu. Hafızam. 2013’te pencereden apartman boşluğundaki manzaranın fotoğrafları ile ürettiğim işler paketten çıktı. Ve yine 2016’da çalışma masamın üzerinde üretim izlerimin fotoğraflarını buldum, heyecanlandım. Hiç yapmadığım fotoğraf düzenlemesini de galeride gerçekleştirecektim. 2013’te yaptığım video da olunca sergi kafamda şekillendi. Ayrıca bir kırmızı kokpit ışığı, II. Dünya Savaşı döneminden… Sadece bir kostüm yapacaktım en son olarak. Kostüm uzunca bir sürede, 3 ayda çıktı. Her şey yerli yerine oturdu. Böylece sergiyi kurduk. Sonuçtan memnunum, kendimi ifade ettiğim ve bir söz söylediği bildiğim için.

Sanatın sağaltıcı gücüne, dönüştürücü yanına inanır mısınız? Sanat, sizi nasıl değiştirdi?

Sanatın dönüştürücü gücüne tabii, çok inanırım. Farkındalığım geliştikçe buna çok daha fazla inandım. Sanatın dönüştürücü gücüne iyi bir örnek de ben olabilirim bir sanatçı olarak. Elbette ki çok çalışarak ve farkındalık elde ederek bu noktaya vardım. Beni nasıl değiştirdiği uzunca anlatılacak bir soru. Çok kısa olarak, kesinlikle sanatın beni değiştirmesine izin verdiğim için, bu değişim için çok çalıştığım, çok kafa yorduğum için, daha doğrusu bilincim açık olduğu için dönüşüm oldu. Sanat çok önemli bir olgu. Bir büyük sanatçı demiş ya, “Ben kendimi sanata verdim demeyi sevmiyorum, sanat bana hayat verdi” demeyi seviyorum. Çok güzel bir cümle. Ben de benimsedim bu cümleyi. Sanat bana yepyeni bir hayat verdi.

Marc Auge, unutmak bellek için de bir ihtiyaçtır, diyor. Yapıtlarında, geçmiş, hafıza, bellek kavramlarına yer veren sanatçı olarak sizin bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Bence tamamen unutma yok. Bilinçaltında hepsi depoda duruyor. Yaratıcılığımız oradan diye düşünüyorum. Bellek çok önemli ve açılımı çok. Bazı şeylere hayretler içinde kalabiliyoruz. Benim de acıları unutmak isteyişim, çok uğraştığım olmuştur. Ancak bir bakıyorum depodan çıkıp geliyor, “buradayım” diyor. Bu sergimde o kırmızı işlerim ve video işim örneğin, yaşamak istemediğim bir zaman dilimindendir. Ve bir gün o izler, yine beni buldu. Ben bunları ne zaman ki bir sanat nesnesine dönüştürdüm, çok enteresan artık ne zaman aklıma gelse sadece gülümsüyorum. Olan olacakmış, yaşamam gerekiyormuş diye düşünüyorum. Acının yerine aslında sanatı koyarak ilerlemek. Bu benim için böyle. Bir rahatlama.