.

Lütfü: “Sanat bir oyunsa, ki bence öyle, oyuna yeni oyuncular girmesi beni daha da heyecanlandırıyor.”

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Abdullah Ezik, Lütfü ile Büyükdere35’te gerçekleşen “Bir Ters Bir Düz” başlıklı kişisel sergisi, yeni işleri ve 1Duvar Sergileri üzerine konuştu.

“Bir Ters Bir Düz” başlıklı yeni kişisel serginiz geçtiğimiz günlerde Büyükdere35’te açıldı. Bu sergi, Büyükdere35’in uzun süredir gerçekleştirdiği 1Duvar Sergileri’nin parçası olarak hayata geçti. 1Duvar Sergileri, çağdaş sanatçıları desteklemek amacıyla başlamış ve ulaşılabilir sanatı izleyici ile buluşturma fikri üzerine kurulu bir anlayışa sahip. Bu noktada sizin sanat üretiminizle Büyükdere35 ve 1Duvar Sergileri’nin yolu nasıl kesişti?

Öncelikle Büyükdere35’te yer aldığım proje duvarına kişisel sergi denilebilir mi, bu bence tartışılır. Ben bu duvara ve sergiye deneme alanı olarak yaklaşıyorum. Devam eden bir sürecin kesitini gösteriyorum aslında. Büyükdere35’le de zaten dönem dönem diğer galerilerle de olduğu gibi çalışmaktaydım. Öncesi Farahnaz Hanım’la tanışmamıza dayanıyor. Farahnaz Hanım’la daha önce bir yarışma sergisinde ödül töreninde tanışmıştık ve ödül almıştım bu vesileyle beraber yollarımız kesişti. İlk “Sanatçıdan Sanatçıya” sergisiyle çalışmaya başlayıp şu anda da 1Duvar Sergisi’nde yer alıyorum.

Sergide, Büyükdere35’in hemen girişinde yer alan bir duvarı kullanıyorsunuz. “Bir Ters Bir Düz”de, serginin başlığında da vurguladığınız gibi “örme” tekniği ile üretilmiş yeni işleriniz yer alıyor. Bu tekniğe, onu ele alma, kullanma ve dönüştürme biçiminize dair neler söylersiniz?

Üretimimdeki temel yaklaşım %80 seramik ağırlıklı, %20 de farklı medyumlarla çalışmaktayım. Böyle bir yaklaşıma sahibim çünkü seramik zor ve çok uzun soluklu bir malzeme olduğundan dolayı üretimimde de zaman zaman farklı medyumlarla es vermeyi seviyorum. Aynı zamanda da sanat bir oyunsa, ki bence öyle, oyuna yeni oyuncular girmesi beni daha da heyecanlandırıyor. Ebru da benim için böyle, yeni tekinsiz bir alan oldu. Daha önceden de sarı mutfak bezleri, Amerikan bezleriyle oynadığım gibi, ebruyla malzeme ve teknik olarak oynamayı tercih ettim. Ancak bu sefer ebru tekniği, yeni malzemeler benimle oynadı. Tuhaf bir şekilde kendi kurduğum oyunda oyuncu oldum. Bu da beni çok zorladı, sonuçta köklü bir malzeme ve maalesef onu çok hafife almışım ama üstesinden de geldim, bir noktada anlaştık gibi. Ebru tekniğinin nasıl dikkatimi çektiğine ve nasıl başladığıma gelecek olursak: 2022’de Barın Han’da İMECE sanat oluşumuyla beraber yaptığımız sergide dikkatimi çekti. Sergi sürecinde Barın Han’da bulunan ciltleme atölyesinde çok fazla vakit geçirmem ve Melike Kazaz’la olan iletişimimden sonra tekniği öğrenmeye karar verdim. Melike Abla beni kırmayıp öğretti, aynı zamanda Melike Abla’ya çok teşekkür ederim, tabii ki Turan Abi’ye de. Altı ay kadar Barın Han’da üretim geceli gündüzlü devam etti ancak istediğim süreci, sonucu tam anlamıyla alamadım. Çünkü ben üretimde hatayı temel alırım ve onu ararım. Ebruda da bunu yapabileceğimi düşündüm ancak malzeme o kadar esnek ki ne yaparsam yapayım bana iyi bir hata vermedi. Verir gibi yaptı ama vermedi, kısacası benden hep kaçtı. Sonrasında ben de baktım üretim tekrarlıyor, hal böyle olunca başka çareler aramaya başladım. Kâğıtları kesmeye başladım, kestim biçtim, kısacası denedim en sonunda örmeye karar verdim ve sergiye de ismini verdiği gibi “Bir Ters Bir Düz” örmeye başladım. Örme fikrinin çıkışı da şöyle oldu. Giresun’da dayım fındık sepeti örüyordu. Ebruyu öğrenme sürecinde bu anı çok fazla belirir oldu çünkü teknik bana tekinsiz bir alan açıyordu ve en tanıdık, bildiği gündelik bir uğraş güven alanı oluşturmaya başlamıştı. Süreç de bu şekilde devam etti. Bir diğer nedenim de daha duygusal bir şekilde ebruyu seramikle bağdaştırdım. Seramiğin tarihinde de bir dönem sanat mı değil mi tartışması çok fazla yer alıyordu ki bazen hâlâ bu tartışma oluyor, duyuyorum. Sonrasında malzemeyi nasıl kullandığına göre sanat veya zanaat olarak ikiye ayrılıyor. Ebru tekniği de hâlâ sanat değil dekoratif bir unsur olarak çoğu yerde anılıyor. Bu benzerlik beni ebruya çekti ve teknenin başında soluğu aldım. Tıpkı seramikte sır aşamasında olduğu gibi ebruda da kendi reçetelerimi oluşturdum, bir sürü sağır renkler buldum kendime yeni alanlar açtım, renk cümbüşünde debelendim. Temelde derdim “bak ebru sanattır, malzemeyi nasıl kullanırsan o şekilde adlandırılır” demekti. Tıpkı seramikte olduğu gibi. Ancak anladığım kadarıyla ebruda net bir şey demek, ne olduğunu tanımlamak biraz zor gibi. Alışılmış bir kalıp var ve bu kalıbı insanların kafasında yıkmak oldukça zor. Ebrunun en büyük handikabı bence “güzel” olarak adlandırılması. Bu sergide de amaçlarımdan bir tanesi “güzel”den, alışılmıştan uzaklaştırmaktı. Temelde ebruya yönelmemdeki nedenler bunlar.

“Bir Ters Bir Düz”de yer alan işleriniz sizin alışıldık sanat pratiğinizden farklı bir yerde duruyor. Bu noktada, bu bir geçiş mi, yoksa farklı malzeme, teknik ve düşüncelerle hareket etme hâli mi? Sergide yer alan işleriniz, sanat pratiğiniz bağlamında nerede durur?

“Bir Ters Bir Düz” de yer alan çalışmalar aslında benim mantığımda seramik üretimime benzer bir konumda yer alıyor. Bir nevi bu sergide de seramik üretiminde geliştirdiğim mantığı, malzemeye yaklaşımımı farklı bir teknik üzerinden ele alıyorum. Aslında daha önce de deneyimlediğim; sarı mutfak bezi, Amerikan bezlerine yaklaştığım yaklaşımla yaklaşıyorum bu sergide. Tek fark malzeme bazında değil bu sefer temelden bir yaklaşım söz konusu. Ebru tekniğini sıfırdan öğrenip yeni bir dil oluşturma düşüncesiyle hareket ettiğim bir sergi. Aslında farklı malzemeler üretimimde bence hep var olacak ve sürekli bir arayış, tekniği çözümleme üzerinden hareket edeceğim gibi görünüyor. Keyif aldığım şey de bu seramikte geliştirdiğim düşünce mantığını farklı malzemelerde, tekniklerde uygulamak.

Malzeme ile olan ilişkinizi de ayrıca sormak istiyorum, çünkü bu sergide ebru teknesinin başına geçiyor ve farklı bir kimlik ile üretim yapıyorsunuz. Malzeme değişimi sizi hangi anlamda, nasıl zorladı?

Malzemeyi deneyimlemeye başlamadan önce beni bu kadar yoracağını açıkçası hiç düşünmemiştim. Çünkü gözden kaçırdığım çok önemli bir detay vardı bu üretimde. Ben sadece malzemeyi değil aslında sıfırdan benim için yepyenin bir tekniği öğreniyordum. Bu tekniğin içerisine girdiğimde her teknenin başına geçtiğimde tekinsiz bir durumla baş başa kaldım ve o anlarda ne yapacağımı bilemeyip “ne yapıyorum ki ben?” sorusunu bana çok fazla sordurdu bu süreç. Malzemeyi tekniği hafife almanın cezasını, bunalımını süreçte çok fazla yaşadım ama üstesinden de çok iyi geldim.

Ters Düz

Sergide yer alan ebru işlerinizde özellikle “hata” ve “kusur”ları vurguluyor, hiçbir şeyin mükemmel olmadığını ortaya koyuyorsunuz. Bu noktada bir şeyleri örtmek değil, açığa çıkarmak, görünür kılmak gibi temel bir düşünce ile hareket ediyorsunuz. Hataları/kusurları görünür kılma, onları sergileme meselesini nasıl yorumlamak gerekir?

“Hata” ve “kusur” etrafında üretimimi yönlendirmemin temel nedeni, beni buna yönelten temel üretim malzemem seramiktir. Üniversite dönemimde seramik eğitimi alırken pürüzsüz, hatasız, tertemiz formlar üretmemiz beklenirdi. Çünkü teknik yeterlilik açısından görmek istedikleri şey buydu. Mesela alçı kalıp tekniğiyle çalışıyorsanız endüstriyel bir teknik olduğu için kalıp hatalarını temizlersiniz veya elle şekillendirme yapıyorsanız formu rötuşlayıp, temizlemeniz beklenir genelde. Sır uygulamasında da genelde bu böyledir, sırı düzgün ve hatasız uygulamanız beklenir çoğunlukta bu beklentilerde bence sanat eğitimi alan birisi için tek tip fabrikasyon bir bir forma sokulmak gibi gelmiştir bana. Bence ilk başta yapılması gereken de tekniği iyi çözümlemek. Sonrasında üretimi bireysel hale getirmek. Aldığım eğitime uzaklaşıp baktığımda yapmam, kabullenmem gereken şey çok netti. “Hata” ve “kusur” kimsenin kabul etmediği herkesin sırtını dönüp çöpe attığı “şeyi” ele almak bence çok eğlenceli olabilirdi ve sürekli yeni bir sürecinde kapısını açabilirdi bana derken bu sürece girdim. Kabullendim, bir sürü oyun oynadım seramikle ve bu mantığı farklı malzemelere de taşıdım. Yeni hatalar, yeni alanlar ve her seferinde daha da gelişmiş bir sanatçı pratiği olarak bu yaklaşım bana hizmet ediyor bence.

Ters Düz

Mekân, işleri salt bir duvar üzerinden gösterme, ona göre bir konsept, bağlam ve sınır geliştirme süreci sizde nasıl işledi? Mekân ve duvar ile nasıl bir bağ kurdunuz?

Ocak 2022’de Barın Han’da ebru öğrenmeye, üretmeye başladığımda böyle bir sergi yapmaya dair herhangi bir düşünceye sahip değildim. İlerleyen aşamalarda Barın Han ve Büyükdere35’in 17. İstanbul Bienali’nde yer almasıyla beraber aslında iki mekân arasında bence doğal bir bağ oluştu. Aynı zamanda ebruların işlenmesinde, bağ atarak birleştirmeyle devam etmesi iki mekânında aynı şekilde birleştiği dürtüsünü uyandırdı. İlerleyen aşamalarda Büyükdere35’le 1Duvar projesi üzerinde konuşulurken ebru üretiminin gösterilmesinin doğru olacağı kanısına vardım. Çünkü benim algımda 1Duvar projesinde temelde bir vitrin tasarlıyordunuz ve Barın Han’da tarihine bakıldığında hep atölye olarak var olmuş. Şu anda sergileme alanı olarak da kullanılıyor. Bu düşünceyle hareket ederek sergiyi kurguladım. Atölye ve vitrin mantığıyla ilerlediğim konsepte duvara bir kitabe gibi yaklaştım. Bunun nedeni de ebruların üretildiği atölyenin aslında ciltleme atölyesi olmasıyla bağdaşmakta. Ebru da tarihinde ve Barın Han’daki ciltlemelerde ciltlerin ön yüzeyinde dekor unsuru olarak yerini almakta. Büyüldere35’teki duvara da bir nevi ciltleme mantığıyla yaklaştım. Galerinin ön duvarını, girişini ciltledim ve duvarın arka tarafına da yine tekniğin ilerleyen aşamalarını yerleştirerek sergiyi kurguladım bir nevi ebru ciltleme mantığında kendi kendini sergiler hale geldi. Aynı zamanda bu mantıkta ilerlerken sürece de vurgu yapmak adına duvarın ön tarafına Barın Han’da ebruları nasıl duvara asıp değerlendiriyorsam aynı şekilde gösterme düşüncesiyle sergiyi kurguladım denilebilir.