Elif Hopyar
Anadolu Yakası’nın önemli sanat alanlarından Decollage Art Space, sezon açılışını çağdaş Türk resminin ikonik sanatçılarından Fevzi Karakoç’un mekâna özgü ürettiği yapıtlardan oluşan ”Ve Kırmızı” adlı sergiyle gerçekleştirdi. Küratörlüğünü Serap Atala’nın üstlendiği sergide, sanatçının rengin ve imgenin armonisini duyumsatan yapıtları dikkat çekiyor. Eskiçağ Anadolu uygarlıklarından Şaman kültürüne, Şamanizm’den İslâm kültürüne yaygın bir mite dönüşen “atlar”, sanatçının işlerinde güçlü bir temsil olanağı buluyor. Vladimir Nabokov’un ”İyi bir metin, sırtımızda ürpertidir.” sözü, belki de içimizi çarpan resim gibi, iyi bir film gibi pek çok sanat dalını kapsar. Fevzi Karakoç da ”Resim, sezdirilir.” diyerek bu düşünceyi savunuyor. Sanatçının, resimlerindeki at imgesi ile özgün bir üsluba sahip olduğunu söyleyebiliriz. Zengin bir renk paleti ile tuvalden taşan atlar, izleyiciyi Anadolu’da bir yolculuğa çıkarıyor. Akademisyen-sanatçı Prof. Dr. Fevzi Karakoç ve serginin küratörü Serap Atala ile “Ve Kırmızı” üstüne konuştuk.
Decollage Art Space’in sezon açılış sergisi, Prof. Dr. Fevzi Karakoç’un mekâna özgü ürettiği işlerden oluşan “Ve Kırmızı” sergisinin küratörlüğünü üstleniyorsunuz. Bu sergi nasıl bir fikirden hareketle oluştu?
Serap Atala: Decollage Art Space’in ilk kuruluşundan itibaren çeşitli projelerde birlikte çalıştık. 2014-2015 sezon başlangıç sergisiyle ilgili görüşmelerimizde karşılıklı hemfikir olduğumuz sanatçılarımız vardı. Fevzi Karakoç’un kendi kültürel köklerine derin bağlılığı, ürettiği eserlerinde yeniliğe açık tavrı, çağdaş işleri ve farklı medyumlarla eser üretmesi bana ilham kaynağı oldu.
“Ve Kırmızı”, rengin ve imgenin gücünü de yansıtıyor. Çağdaş resmin en önemli temsilcilerinden Fevzi Karakoç’un son dönem işlerinden oluşan serginin küratöryel sürecinden bahseder misiniz?
Serap Atala: Fevzi Karakoç’un sergi süreci; mekân ile seçilen eserler arasında bir ilişki kurarak, sanatçıyla etkileşim içinde birlikte fikir üreterek gelişti. Son dönem ve sadece bu sergi için üretilen eserler olması, sanatçıya böyle bir davet ile gidilmesi, birlikte düşünme, araştırma ve uygulama, sürecin heyecanını taze tutmuştur.
Serginin adı “Ve Kırmızı”. Kırmızı sanat tarihinde oldukça güçlü bir renk. Neden Kırmızı?
Serap Atala: Bazı eserler küratöre ilhan kaynağı olabilir. Fevzi Karakoç atölyesine yaptığımız ziyaretlerde kırmızının hâkim olduğu resimler konseptin belirlenmesinde etkili oldu. Fevzi Karakoç ve diğer ekip arkadaşlarımızla birlikte renklerin en sıcağı olan kırmızıya evet dedik. Sanat tarihinde kırmızı renk, ilk çağlardan başlayarak çeşitli dönemlerde farklı anlamlar gözetilerek kullanılmıştır. Bu anlamlar tarih sürecinde kırmızı renge yüklenen toplumsal, kültürel, dinsel ve psikolojik nedenlerle değişim yaşamıştır. Fevzi Karakoç resminde de kırmızı rengi farklı dönüşümler içinde görebiliriz. Rengin şiddeti, enerjisi, fonda ve figürlerdeki devimine katkısı yadsınamaz.
Biraz başa dönecek olursak çocukluğunuzda sizi resme yönelten ilham kaynağı nedir? İlk gördüğünüz serginin sizde bıraktığı izlenimlerden söz eder misiniz?
Fevzi Karakoç: Tabii ki, ben resim sevgisini hiç anlamadan edinmiş birisiyim. Okul öncesi -köyde yaşarken- normal devlet okulu yoktu ve sadece Kur’an kursu vardı. Orada da din dersleri ve sureleri ezberletme ötesinde bir şey yoktu. Ben, duvarlara yanmış kömürler aracılığıyla çevremizdeki çeşitli hayvanları çiziyordum, resmediyordum. Şu anda bile neden bunları yaptığımı, neden böyle bir noktaya geldiğimi açıklayamıyorum. Köyümüzde başka resim yapan çocuk yoktu ve benim yaptıklarıma bakarlardı. Tabii bir de resim günah diye ben baya bir baskıya uğradım ama devam ettirdim. O şekilde, resim çalışmalarım bilinçsiz de olsa okul öncesinde başlamıştı.
Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde aldığınız eğitimin resminize katkısı nedir?
Fevzi Karakoç: Bakınız bu çok önemlidir. Ben, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne, daha doğrusu bizim zamanımızda Öğretmen Okulları’na çevirmişlerdi ama bütün öğretmen kadrosu, atölyeler… her şey eskiden olduğu gibi duruyordu. Atölyeler, benim resme olan bakış açımı değiştirdi ve bana tamamen bilinçli bir bakış açısı kazandırdı. Daha bilinçli malzemeler, daha bilinçli hocalar ve fazladan çalışmak için resim atölyeleri vardı. Herkes atölyeye vs. gitmek zorunda kalıyordu; kimi müziğe, kimi güreşe giderdi. Ben de, başka arkadaşları da yanıma alarak sürekli olarak resim atölyesine giderdim. Orada resmin bende bilinçli olarak uyandırdığı etkiler çok daha iyiye gitmeye başladı.
Eski Çağ uygarlıklarından Şamanizm’de, kültür tarihinde mühim bir yere sahip olan at üstüne çalışıyorsunuz. Kompozisyon bakımından oldukça güçlü, özgün, rengin stilize olarak göze çarptığı resimlerinizde at üstüne çalışma fikri nasıl gelişti?
Fevzi Karakoç: Öncelikle ben şuna inanıyorum ki o zamanlarda da aynı şeyi düşünüyordum; insan en iyi bildiği, teneffüs ettiği, elle tuttuğu ve kokusunu hissettiği birtakım şeyleri dışa vurabilirse bunlar doğaldır, yapay olmaz. Yani hiçbir şeyini yaşamamız olduğunuz medeniyetin yapıtlarında yer alarak iş çıkarırsanız bu bence tamamen boşlukta kalan duygudur. Duyguyu çocukluğumuzdan beri yaşamıyorsak bir anda başka duyguları yaşamak çok zor. Bizim yaşayabildiğimiz, teneffüs ettiğimiz duyguların veya renklerin her şeyi Anadolu medeniyetlerinde saklı. Ben bunları dışarıya vururken rengiyle, formuyla, hareketiyle hissedebileceğim bir şey düşündüm. At benim için çok sevdiğim, hayran olduğum ama aynı zamanda ulaşamadığım bir varlık ve bu daha da özlem yaratıyor. Bunun üzerine yükleyerek yapmak istediklerimi ona taşıtmak, onun hissiyle resimleri çoğaltmayı düşündüm.
Esasında ben at hikayeleri yapmıyorum. Resimlerimin hepsinde hikâye yok. O duyguları aynen müzik gibi hissettirebilecek, insanlara bir şeyler verecek tınılar şeklinde dışa vurmaya çalışıyorum. Yurtdışındaki sergilerde ya da yabancı isimlerle karşılaşmamızda bunun çok isabetli olduğunun farkına vardım. Çünkü böyle bir şey onlarda yok. Dolayısıyla bu bir fark yaratıyor, farklı bir düşünce olduğu için daha ilginç oluyor.
Mekâna özgü ürettiğiniz yapıtlarınızdan oluşan ve kırmızı ile anlatmak istediğiniz hikâye var mı?
Fevzi Karakoç: Decollage Art’ta açmış olduğum bir sergim var. Bu serginin konseptini aşağı yukarı bir yıl önceden belirleyip bunun da kırmızıdan oluşabileceği bir sergi tasarladık. Aslında benim de yapmak istediğim bir olaydı bu kırmızı. Resimlerimde de heyecanı, hareketi ve dinamizmi o kırmızı ile verdiğim zaman, böyle de bir sergi yapalım dedik. Sonuç benim çok hoşuma gitti. Sergilenme sistemi de çok iyi. Bir araya gelince başarılı bir sergi oldu.
Resimlerinizde izleyiciye geçen armoni duygusunu, müzikal hissi nasıl açıklayabiliriz?
Fevzi Karakoç: Daha önce de ifade ettiğim gibi o bir müzik ve müziği de anlatmak çok zor; hissettirmek gerekir. Yani onu duygularımızla hissedebiliriz. Orada fırtınalar esiyor, başka rüzgarları resmedebiliyoruz, kayıplar var, eskiyi özlemek veya geçmişi tekrar hatırlamak gibi pek çok unsur var. Bunlar bilinçaltından yansıtılmaya çalışılıyor. Resimde de zaten hikâye ne kadar ön plandaysa o resimden o kadar kaybediyor ve illüstrasyona doğru gidiyor. İllüstrasyon ile resmi fark etmek lazım. İllüstrasyon, bir hikâye resmidir, hikâyeyi anlatır; bizde -resimde- hikâye olmadığı için ben hikâye anlatmıyorum.
“Resim öğretilmez, sezdirilir.” diyorsunuz. Bir akademisyen olarak bu sözünüzle anlatmak istediğiniz nedir?
Fevzi Karakoç: Ben şuna inanıyorum; resim öğretilirse kalıplaşmış olacak ve yenilik diye bir şey çıkmayacak. Çünkü olanı var ve olanlar öğretilebilir ancak; yani yapılmış, görülmüş, sergilenmiş resimleri ya da akımları öğretebilirsiniz. Yeni bir şeyi, farklı bir olayı onlara anlatıp yaptıramazsınız. O nedenle resimleri anlatıp konu vererek yapmak yerine resimleri duygularıyla, sezgileriyle yaparlarsa çok daha farklı, kendi bilinçaltlarında harekete geçirerek geçmiş yaşamlarından yaşadıkları iyi veya kötü duyguları çok daha kolay aktarabilirler, resme. Hikâye olduğu zaman da zaten o hikâyenin dışına çıkmaları mümkün değil. Hikâye anlatır, o hikâye resmi de günümüz resmi için daha doğrusu geçmiş bir olay, kavram. Daha eskilerde olabiliyordu çünkü insanlar her şeye bir hikâye anlatıyor. Bu; dinin tanımı, kilisenin etkinliğini anlatmak için çok güzel kullanılmış. Neden? Hikâye anlatıyor, dini anlatıyor. Burada görevini yapmış ama günümüzde biz onu daha farklı duygularla, yani bir müzik gibi düşünmemiz lazım. Nitekim bir müziği neyle anlatırsınız? Bunu anlatmanız mümkün mü? Ancak o sesleri duyarak sezgileriniz vasıtasıyla anlarsınız. Bundan dolayı sezgi yoluyla anlatırsak -ki zaten somut bir şey vermiyoruz, yine soyut bir düşünce, kavram oluyor- o zaman kendisini daha çok olayın içine sokuyor veya farklı şeyler yapabilme şansını yakalıyor. Yoksa öbür türlü hikâye olacak.
Son olarak sergi ve mekâna dair eklemek istedikleriniz ve projeleriniz var mı?
Fevzi Karakoç: Sergi mekânı şu anki Decollage Art. Sergi çok güzel bir düzenlendi. Üstelik sergiye has tasarım yapıyorlar. Duvar boyalarından tutun ışıklandırmaya, resimlerin nereye asılacağına dair tüm detayları düşünerek çok güzel bir ortam oluşturmuşlar. Bununla beraber yer de çok güzel. Fakat insanların bunları duyup gelip bakmaları daha farklı olabilir. Günümüz kalabalığı veya trafiği içerisinde sanatı duyurmak çok zor oluyor. İnsanlar hep başka şeylerle meşgul. Ama yolu düşenlere, Suadiye’ye uğrayanlara tavsiyem sergiyi gezmeleri. Güzel bir sergi. İstediğim şekilde oldu diye seviyorum orayı. Resmi seven, onun için fedakârlık yapabilen galeriler ve sanatçılar çoğalırsa resimlerde toplu sanatımızın gelişmesinin de daha iyi olacağını düşünüyorum.
Gelecekte projeleriniz var mı?
Fevzi Karakoç: Uzun zamandır proje şeklinde çalışmıyorum. Ben bir sanatçıyım ve her gün üretiyorum. O günkü ya da o anki şeyleri dışa vurarak çeşitli resimler üretiyorum. Belli bir proje çıktığı zaman ona göre bir seçki, ona göre bir araya getirme şeklinde rahatlıkla kullanılabiliyor.