Serimizin 26. gününde Hasan Turgut, Tanpınar’ın 1960 darbesinin ardından yazdığı “Gelecek” şiirini anlatıyor.
“’Gelecek’ten Gelen Şiir”
Ahmet Hamdi Tanpınar’a ilişkin imgesel repertuvarın büyük ölçüde maziden taşan kavram dünyasıyla şekillendiğini biliyoruz. Tanpınar metinlerini kat eden musiki, ışık, Şark ve talih gibi kavramlar, daima mazi ve onun en temel eşlikçisi olan şimdinin aynasında sunulur okura. Okurlar mazi fenomeninin bıraktığı ağır yükle geçmiş zamanda mukim hale gelir bir bakıma. Dolayısıyla geçmiş zamanın hem Tanpınar’ı hem de onun muhayyel okurlarını Osmanlı/Türkiye uzamının kültürel ve siyasal yarılmalarıyla yüz yüze bırakması şaşırtıcı olmaz. Bu karşılaşmanın, taşıdığı çifte değerle Tanpınar edebiyatındaki trajedinin ve talihin eş zamanlı şekilde kaynağı haline geldiğini düşünüyorum. Bir başka ifadeyle, mazinin şimdiye yani hal’e yansıyan boyutlarıyla melez kimlik inşasındaki en kilit unsur olduğunu savunuyorum.
Tanpınar hakkındaki yorumların genellikle ıskaladığı ya da mazinin yarattığı büyük tartışma alanı yüzünden ele almadığı bir konudan söz edeceğim. Tanpınar ve gelecek. Bu iki kelime yan yana geldiklerinde bile bir tür oksimoron yaratıyor gibi ancak gelecek vurgusunun Tanpınar edebiyatında çok spekülatif bir tartışma vadettiğini düşünebiliriz. Tabii, öncelikle gelecek olgusunun arka planını açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Tanpınar’ın 1960 darbesi konusunda yazdıklarının Türkiye’deki sağ, sol veya daha ılımlı çevrelerde büyük bir şok yarattığını biliyoruz. Mahur Beste’nin, Huzur’un, Beş Şehir’in mutedil Tanpınar’ının öteki yüzü, bu mutedil kimliği aşındıracak hatta inkâr ettirecek bilgiler sunuyordu pek çok insan için. Demokrat Parti idaresini Leviathanvari bir ejderhaya benzeten, 27 Mayıs darbesini devrim olarak alkışlayan, kansız ihtilal yaptıkları için orduyu kınayan, Menderes ve Celal Bayar için bel altı küfürler savuran, idamlar geciktiği için öfkelenen ve umudu Orhan Gazi’yle özdeşleştirdiği İsmet Paşa’da bulan Tanpınar’dan söz ediyoruz burada.
Tanpınar’ın İsmet İnönü hayranlığı 1960 darbesinin akabinde örtük olarak ona yazdığı bir şiirle en güçlü ifadesine kavuşur. Bu şiir bildiğimiz Tanpınar şiirlerinden büsbütün farklı bir içeriksel ve biçimsel düzenlemeye sahip olduğu için özellikle anılmaya değer. Burada artık mazinin Tanpınar’ından değil, geleceğin Tanpınar’ından konuşmaya başlıyoruz. Gelecek olgusu şiire adını verecek kadar önemli bulunmuştur Tanpınar tarafından. Şiirin hemen girişinde İsmet Paşa kucağında güneşle geleceğin kapısında oturmuş şekilde selamlanmaktadır ancak bu eylem konforlu biçimde gerçekleşmez; paşa geleceğe yürürken arkasında dipçik ve çizme gürültüleri altında ezilen gençler bırakmaktan kurtulamaz çünkü. Tanpınar hareketin zorlu olduğunu, paşayı ateş, kan ve hakaret yığınları içinde yürürken tasvir ederek gösterir bize. İsmet İnönü, bütün engellemelere rağmen, tarlalarda biteviye sürüp giden verimsizliği, gözden düşürülmüş emeği ve paslanmış sapan demirlerini kısacası 24 milyonun gecesini usta elleriyle kurtaracak ve 76 yaşında bütün ülkeye yeniden umut olacaktır Tanpınar’a göre. “Gelecek” şiiri, isyan güneşine yönelik övgüyle sona ererken Tanpınar edebiyatına ilişkin dolaşımda olan kanonik anlatıyı âdeta parçalar. Bu şiirdeki biçimsel ve içeriksel enerjiyi, Nâzım Hikmet’in “güzel günler göreceğiz” dizesiyle sembolik ifadesine kavuşan devrimci praksisle ya da İsmet Özel’in “Evet İsyan”ındaki sert politik mücadele yanlısı tutumla beraber okumak hiç de aşırı yorum olmayacaktır. “Bursa’da Zaman”, “Zaman Kırıntıları” ya da “Eşik” gibi şiirleriyle Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi şairlerin temsil ettiği dünyaya yaklaşan Tanpınar’ın, “Gelecek” şiiriyle Nâzım Hikmet’in kurucu figürü olduğu devrimci geleneğe eklemlendiğini iddia ediyorum. Tam bu noktada, Selahattin Hilav’ın 1973 tarihinde Tanpınar’ı Marksist görüşler çerçevesinde ele alan bir dizi yazısını hatırlamak iyi olacaktır sanırım. Hilav bu yazılarında, Tanpınar’ın üstyapıyla ilişkili sorunların temelinde maddi şartların ve üretimin yattığını sezdiğini savunuyordu. Tanpınar’ın “eşyaya tasarruf ediş” ifadesini devrimci praksisle okuyan Hilav, ondaki temel eksikliğin, toplumu sınıflar ya da çatışmalar şeklinde değil, soyut bir imparatorluk, bir devlet ya da bir millet halinde görmesi olduğunu söylüyordu. Buradan hareketle Tanpınar’daki devrimci potansiyelin hiç de azımsanmaması gerektiğini savunuyorum.
“Gelecek” şiirinden tevarüs eden mesiyanik umudun bir başka düzlemde Tanpınar’ı Walter Benjamin’e yaklaştırdığını da düşünebiliriz. Nurdan Gürbilek, Tanpınar’la Benjamin’i karşılaştırdığı bir yazısında her ne kadar Tanpınar’ın Benjamin’e nazaran hayatının hiçbir döneminde isyan kaygısı taşımadığını söylese de “Gelecek” şiirinden taşan isyan çağrısı bu iddiayı kısmen çürütüyor bana göre. Ayrıca, Tanpınar’ın günlüklerinde ne sağdan ne soldan olduğunu ifade etmesi ancak şartlar olgunlaştığında demokrat sosyalist bir harekete dahil olabileceğini söylemesi ondaki devrimci arzunun bir dip akıntısı şeklinde bulunduğunu gösteriyor. Tanpınar bunun yanında İsmet İnönü’yü CHP içinde sosyalizan bir zümre ortaya çıkaramamak ve Atatürk’ün ideallerine yaklaşamamakla suçlarken bu arzusuna dair işaretler sunmaya devam eder.
Tanpınar’daki isyan duygusunun “Gelecek” şiiriyle mahdut kalışı ve dönüştürücü bir sinerji yaratamaması sürpriz değildir yine de. Yaşamı boyunca pek çok seçim paradoksuna maruz kalan Tanpınar, bir türlü arzuladığı yaratıcı hamleyi, daha doğrusu Bergsoncu élan vital’i deneyimleyemez. Özgür Taburoğlu, Tanpınar’a dair bir yazısında hamlenin başarıya ulaşması için dışarıyla muvazene içerisinde alışverişe sahip bir içsel alan yaratmanın elzem olduğunu savunuyordu. Dolayısıyla hareket halindeki hamle, statükoyla asla bağdaşmayacaktır. Ne var ki Tanpınar belki de hayatının en devrimci ânında, 27 Mayıs’ın ilk sabahında Paris’te Güzin Dino’ya, darbeyi haber alır almaz “Aman devletimize zeval gelmesin.” demiştir. Bana göre, “Gelecek” şiirindeki hamleyi değilleyen, boşa çıkaran ve beyhudeliğe hapseden de bu kararsız tutumdur. Tanpınar içinde taşıdığı isyan ateşini, dışsal gerçekliğin tazyikiyle söndürürken hamle için gerekli müzakereyi tasfiye etmiş ve bugün bildiğimiz Tanpınar imgesinin zeminini hazırlamıştır. İnsan düşünmeden edemiyor, Tanpınar 27 Mayıs gerçekleştiğinde 59 değil de daha genç bir yaşta olsaydı, edebiyatı nasıl bir yol izlerdi? İkinci Yeni şairlerini bile daha toplumsal içerikler üretmeye iten devrimci umut, halihazırda sınıfsal meselelerin etrafında dönen ancak bu meselelerin adını koymaktan çekinen bir tavır takınan Tanpınar’a cezbedici gelir miydi? İsmet Paşa’yı Prometheusvari biçimde Türkiye’nin beklediği isyan ateşini yakacak kişi olarak betimleyen Tanpınar bu isyana poetik malzeme taşıyan bir partizan haline gelir miydi? Bunları bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var: “Gelecek” şiirinin Tanpınar’ı, geleceğin Tanpınar’ı bütün ezberimizi bozuyor ve bizatihi kendi poetikasında bir nifak haline geliyor.
Dinlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:
Hasan Turgut: Lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı alanında bitirdi. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladı. Doktora çalışmasına Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde “Necip Fazıl” üzerine sürdürmektedir. K24 ve Sanat Kritik‘te edebiyat üzerine değerlendirmeler yazmaktadır. Sanat Kritik‘te şiir üzerine eleştirmenlerle söyleşiler gerçekleştirmektedir. Ayrıca Peyami Safa, Sevim Burak üzerine kitap bölümü yazısı vardır. Şiir üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.