
Abdullah Ezik
“Göğsünün üzerine tonlarca taş konmuştu sanki.” (22)
Ebru Ojen’in geçtiğimiz günlerde yayımlanan son romanı Lojman, okuru alışık olduğumuz coğrafyadan oldukça uzak bir noktaya taşıyan, kullandığı mekânlar ve bünyesinde barındırdığı karakterlerle ön plana çıkan özel bir roman.
I
Mekân, kendi var oluşunu hazırlar.
Mekân kullanımı her metinde farklı bir şekilde ele alınabilecek, kimi durumlarda en az karakterler kadar ön plana çıkan, hatta kimi noktalarda onları dahi gölgede bırakabilen özel bir meseledir. Zira mekânı etkili kullanan yazarlar, yarattıkları atmosfer ve karakterlerin bilinçaltına da işleyen yapısal unsurlarla bu konuda oldukça farklı türde bir malzeme üretebilirler. Süphan Dağı’nın eteklerinde, Van Gölü’ne nâzır Erciş Ovası manzaralı bir dağ evinde geçen Lojman da bu kapsamda özel bir görev üstlenir ve metne de adını veren, dört duvarla çevrili “lojman”ı farklı bir biçimde değerlendirerek kendisine has bir hüviyet kazanır. Zira metnin büyük çoğunluğunun içerisinde geçtiği bu lojman, zamanla orada yaşayan herkesin içine işler, bir anlamda onlardaki dönüşüm potansiyelinin önünü açar. Bir yapı olarak lojmandaki bu ağır kanlılık, sağlamlık, soğukluk ve engin ovaya meydan okuyan gözü peklik, kaynağını işte buradan alır; onu çevreleyen duvarlar, aynı zamanda onun korunaklı sınırlarıdır. İçerisindeki herkesi kendine râm etmeyi bilir ve kimseye başka bir hayat olanağı tanımaz. Tıpkı gücünü etrafındaki herkese ve her şeye dayatan iktidar kaynakları gibi. Onu kırmak, çoğu zaman oldukça zordur ve kökten bir devrimi gerekli kılar. Ojen de Lojman aracılığıyla bu olguyu farklı açılardan gözler önüne serer.
Onca il, ilçe, kasaba dolaştıktan, farklı coğrafyalarda farklı hikâyelere konu olduktan sonra yolu nihayet viran bir köyün ıssız bir lojmanına düşen Selma ve Metin, içerisinde yaşadıkları bu yeni mekânla var olan iki karakterdir. Lojman, ana hatlarıyla Selma ve çocukları üzerinden hareket ederek onları farklı biçimlerde okura yansıtır. Ev ve aile ile ilgili tüm sorumluluğu üstlenen Metin, romanın daha ziyade düşsel planında, anlatıyı şiire yaklaştıran kısmında kalan bir şahsiyettir. Onun ortadan kayboluşu, bu anlamda içerisinde barındırdığı şiirsel taraf ve gizemle okura farklı anlamlar ifade eder. Her ne kadar doğum yapmak üzere olan eşini ve çocuklarını ıssız bir dağ başında tek başlarına bırakıp ilçeye gitmenin şiirsel bir yanı olmasa da, Selma’nın bu yokluğu ele alış biçimi ve kendi kafasında yaptığı zaman ötesi yolculuklar, metne farklı pencereler açar. Bu da okur için Metin karakterini farklı biçimlerde değerlendirme şansı sunar. Üstelik çocukların tutumu ve köylünün ona dair düşünceleri de anlatı bağlamında farklı okumaların gerçekleştirilebilmesi bakımından dikkat çekicidir. Ojen bu noktada karakterini birçok farklı açıdan gözler önüne sererek ona dair akıldaki tüm soru işaretlerini giderir. Dolayısıyla gizem ve gerçeklik arasında farklı bir denge kurulduğu söylenebilir.
Lojman, birçok açıdan sinemayla özel bağ kuran metinlerden biri, belki daha geniş planda farklı sanat kollarıyla birlikte de ele alınabilir. Bu noktada özellikle Andrey Zvyagintsev’in Loveless’ı (2017), Stanley Kubrick’in Stephen King’in aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı The Shining’i (1980) ve Yorgos Lanthimos’un Doogtoth’u (2009) ile farklı açılardan değerlendirilebilir. Aslında tüm bu bağlar romanı farklı kollardan kuşatır ve metindeki temel hikâyeyi farklı açılardan değerlendirebilmenin önünü açar. Sözgelimi sevgisizlik, kurallar, karakterler arası rasyonel ilişkiler, iktidar, aile bağları ve kişinin nefretle sevgi arasında aradığı denge; kimi noktada soğukluk kimi noktada çığırından çıkan ilişkiler; tüm bunlar anlatıyı farklı kollardan besleyen ve bilinçli olarak ipin ucunu kaçıran unsurlardır. Ojen’in bu bağlamda sinema ve daha geniş planda sanatla olan bireysel ilişkisi de düşünüldüğünde ortaya daha katmanlı bir yapının çıktığı söylenebilir. Bu da söz konusu yönetmenlerle Ojen arasında farklı bağlantılar kurulabileceğini gösterir.
Mekân konusunda bir başka bahis olarak Lojman’ın neredeyse tek bir mekânda geçmesinden söz etmek gerek, zira bu konu kitaba ismini verecek kadar önemli olan mekân olgusuyla alakalıdır. Üstelik Ojen, karakterlerini oldukça incelikli bir şekilde tasarladığı bu lojmana farklı nedenlerle hapsederek anlatısı için güçlü bir zemin hazırlar. Bu noktada kurduğu kesişimler oldukça dikkate değerdir. Zorlu kış şartları, kapanan yollar, kuvvetli rüzgâr, dağdan esen dondurucu yel… Öyle ki kişi istese dahi bu lojmandan uzaklaşamaz, başka bir yere gidemez. Bu anlamda eve kapanan insanlar, bu sınırlandırılmış dünyada kendileri gibi sınırlandırılmış insanlarla yaşamak zorunda kalır. Tıpkı The Shining’de olduğu gibi tüm bu şartlar zaman içerisinde karakterler üzerinde farklı etkiler göstermeye başlar. Ancak Ojen’in bu noktada Kubrick ve King’den ayrıldığı nokta, onu bir başka yönetmene, Zvyagintsev’e yönlendirir. Lojman’daki tüm karakterler bir tür sevgisizliğin içerisindedir. Üstelik bu sevgisizlik, birçok şekilde kendisini hissettirir, kökenini başka bir noktadan alır ve kimi durumlarda açıkça ortaya çıkar. Sözgelimi Görkem ve Murat evde kendi kendilerine vakit geçirirlerken bir tür “nefret oyunu” icat ederler. Bu oyunun temeline, en çok nefret ettikleri şeyleri sıralamayı koyarlar. Üstelik oluşturdukları liste oldukça ilgi çekicidir. Nuniş’in kaybolmasından, ağlamaktan, ‘film izlemek’ten, karın ağrısından nefret eden kardeşler, sıralanan onca şeyden sonra tek bir noktada kendileri için ortak bir nefret kaynağı bulurlar: anneleri. Selma, onlar için bir nefret kaynağıdır ve bunu açıkça dile getirmekten sakınmazlar, üstelik Selma’nın gözleri önünde. Sevgisizliği bu kadar cesur, bu kadar açık, bu kadar katı bir şekilde dile getirmek, ancak bir çocuk için mümkün olabilecek denli pervasız bir şeydir. Peki bu sevgisizlik nasıl ortaya çıkmıştır? Bunun izahı da birçok açıdan metni zenginleştiren, onun zaman ve mekânını genişleten bir unsurdur.
Selma, kişisel yaşantısında her ne kadar kimseye sevgi göstermemiş olsa da sevgiyi birçok açıdan tatmış bir kadındır. Belki “hissetmek istediği sevgi” ile “kendisine sunulan sevgi” birbirine denk değildir, ancak bu noktada söz konusu sevginin toplum tarafından biçimlendirilen bir sevgi olduğu da söylenebilir. İşte Selma’nın itiraz ettiği nokta da budur. İçerisinde hiçbir kişisel yan bulunmayan, belirli norm ve formlar üzerinden hareket eden, bir noktada genetik olma dürtüsü de taşıyan bu sevgi, onun arzuladığı bir duygu değildir. Ona her zaman güler yüz gösterip daima kendisini destekleyen annesine karşı hissettiği sevgi de bu nedenle problemlidir. Zira mecburiyetler bir noktada sevgiyi öldürür.Sevmek, bir mecburiyet olmadığı, kişisel bir tercih sonucu ortaya çıktığı takdirde değerlidir. Metin onu eşi olduğu için değil, Selma olduğu için sevmelidir. Annesi onu kızı olduğu için değil, Selma olduğu için sevmelidir. Sevgi, genler veya toplumsal normlar üzerinden aktarılan bir duygu değil, kişisel tercihler sonucu gösterilen bir duygu olduğunda anlamsal bir bütünlüğe kavuşur. Zamanla evliliklerinin çıkmaza girdiğini gören, nihayetinde çocuk sahibi olup onlarla avunan, bir anlamda sevgi ve ilgisini eşinden çocuklarına kaydıran Metin, bu noktada Selma için bir “kriz” olur. Bu “Metin krizi” zaman içerisinde Selma’nın zihnini ele geçiren bir örümceğe dönüşür ve ağını her yere atar. Öyle ki Selma başka bir şey düşünemez olur. Ne yeme içme ne sorumluluklar ne de temel ihtiyaçlar bu meseleden daha önemlidir. Nihayetinde Selma’nın umduğu başına gelir ve kendi soyundan, kendi içinde büyüttüğü “yaratıklar”, başlangıçta tamamen ona ait olan bu sevgiye, Metin’e ortak olur. Önce ikiye bölünen bu sevgi daha sonra üçe, ardından da -her ne kadar tam anlamıyla gerçekleşmese de- dörde bölünecektir. Bölünen her şey gibi bu sevgi de şüphesiz zamanla yok olmaya ve görünürlüğünü kaybetmeye mahkûmdur.
II
Sevgisizlik, bir çığ gibi büyür.
Lojman’da sevgisizlik bağlamında irdelenebilecek iki temel katman vardır. Bunlardan ilki Selma üzerinden ele alınabilir, diğeri ise Görkem ve Murat. Selma, ailesinden ve sevdiği kişiden sevgi görmüş, dolayısıyla onu tatmış, tanımış, neye benzediği, nasıl bir potansiyele sahip olduğunu bilen birisidir. Görkem ve Murat içinse durum daha çetrefillidir. Zira sevgiyle aralarında oldukça büyük bir engel vardır: anneleri Selma. Dolayısıyla onların sevgiyle ilişkileri daha sınırlı olmuş, babalarıyla çevrelenmiştir. Her ne kadar Metin onları bir babanın sevebileceğinden çok daha fazla sevmiş ve evdeki düzeni sağlayan ana faktör olarak onları hiç yalnız bırakmamaya çalışmışsa da bu durum karşısında ne kadar yetersiz kaldığı, onun gücünün de sınırlı olduğu kimi sahnelerde, daha doğrusu kimi anekdotlarda açıkça görülür. Onun varlığının söz konusu olmadığı ânlarda tüm ilişkiler ağı açıkça patlak verir ve tüm aile yalpalamaya başlar. Bu da daha başından bu ailenin kelimenin gerçek mânâsıyla, toplumsal formlar bağlamında bir “aile” olamadığını ortaya koyar. Nihayetinde tüm bu sevgisizlik ormanında Metin geçişleri sağlayan ana unsur olur. Lojman’da herkes, bir çarkın dişlileri gibi birbirine bağlıdır. Bu çarkların herhangi birindeki bir değişiklik diğerlerini ölümcül bir biçimde etkiler. Sevgisizlik, anlatı boyunca bu yüzden bulaşıcı bir hastalık, kara veba, kapkara bir bayrak gibi hızla elden ele yayılır. Buna istisnasız tüm aile dâhildir.

Sevgiyi hiç tatmamış veya sevgiyle ilişkisi oldukça sınırlı olan bir birey için sevgisizlik bir sonuç değil, içerisine doğduğu bir ortamdır; sevgisizlik bir anlamda kişinin var olduğu mekân, yurttur. Bu anlamda Görkem ve Murat, hayatları sevgisizlik üzerine inşa edilmiş bir lojman dairesinde herkesten ve her şeyden uzakta geçen iki çocuktur. Henüz çocuk ve dünyayı yeni yeni keşfettiği bir yaşta olan Murat ile ilk gençliğe adım atan Görkem için bu sevgisizlik, üstesinden gelmesi ağır bir yüktür. Bu yüzden onların lojman sınırları dâhilinde sürekli birlikte vakit geçirdikleri Selma ile ilişkileri çok önemlidir. Zira onun çocuklara karşı oldukça soğuk ve ilgisiz tavırları, onların içinde umulmaz yaralar açar. Üstelik bu yaralar, insanın hayatı boyunca izlerini silemeyeceği türden yaralardır. Çocukluk, hem yakıcı hem de yanıcı bir maddedir.
Selma bahsinde üzerinde durulması gereken bir başka konu, onun edimlerinde tamamen bilinçli davrandığı, dolayısıyla edimlerinin sorumluluğunu üstlendiğidir. Selma, genellikle ne yaptığının farkındadır ve tüm kararları bilinçli bir şekilde verir. Dolayısıyla bu bağlamda onun için her şey bir seçimden ibarettir. Sözgelimi bir süre sonra çocuklar için yemek yapmayı dahi bırakır, zira artık belirli bir yaşa gelmişlerdir. Darwin’in “doğal seçilim” yasasında olduğu gibi onlar da kendi varlıklarını kendileri inşa etmeli, kendi işlerini kendileri görmelidirler. Hatta Selma, Görkem ilk kez yemek yapmak istediğinde bu yükümlülükten kurtulduğu ve belki de bir anlamda onu bu sorumluluğu almaya ittiği için mutludur. Bu olayın ardından lojmanda birçok şey değişmeye başlar, ancak anlatının odak noktası hiç değişmez. Hayatını seçimler ve bu seçimlerin sonuçları üzerine kuran Selma, onca soruna rağmen tüm sorumluluğu üstlenir ve bunları açıkça itiraf eder,seçimlerinde her zaman mutlu olmadığını da açıkça gösterir, tıpkı çocuk meselesinde olduğu gibi. Metin’in zorlaması ve tek taraflı istenciyle çocuk sahibi olmaya karar veren, daha doğrusu buna zorlanan Selma, daha sonra eşinin kendisinden uzaklaşmaya başladığını fark edince bu kararından pişman olur. Ancak herhangi bir noktada durmayı kabul etmez, Metin’in arzularını gerçekleştirmeye devam eder; onu önce Görkem, ardından da Murat ile paylaşır. Kendi paydaşlarını kendi dünyaya getirir, kendi katilini kendi yaratır, onlara kendi etinden, kendi sütünden verir ve sadece kendisine ait olmasını istediği tek şeyi, Metin’in sevgisini onlarla paylaşmak zorunda kalır. Bu, bir süre sonra onun savrukluğunun ana kaynağı olarak da görülmeye başlar. Selma için paydaşları olan bir sevgi, yitik bir sevgidir, zamanla ayazda bırakılan kandil ateşi gibi sönmeye mahkûmdur.
Selma ve onun düşüncelerine paralel olarak roman bağlamında söz konusu edilen bir başka aileden daha söz etmek mümkündür: Yasin ve Songül çiftinden. Yasin ve Songül, anlatı bağlamında geleneksel aile yapısını yansıtır. Gerek birer eş olarak birbirlerine gerekse çocuklarına karşı davranışları belirli normlar üzerinden akar ve hiç değişiklik göstermez. Komşuluk ilişkileri de dostlukları da onlardan beklenebileceği şekildedir. Gösterdikleri iyilikler, güler yüz, yardım, onlar için birer seçim değil, zaman içerisinde oluşmuş normların karşılığı olarak hayata geçer. Selma da bu yüzden onları eleştirir. Onlar da bunun farkındadır: “‘Selma Hanım’a git bak bugün.’ / Songül isteksiz yüzünü buruşturdu. Küçümser bir edayla, ‘Uğraşmam onunla. Zaten kendini benden üstte görüyor,’ dedi.” (164) Nihayetinde onların bu sorunları açıkça dile getirdikleri nokta önce aralarındaki camın çatlamasına, ardından tuzla buz olmasına neden olur. Öte taraftan Selma’nın eleştirileri de bir noktada farklı bir yöne evrilir. Her ne kadar kimi durumlarda toplum ve köy ahalisi için “güzel”, “hoş”, “kıymetli” görünse de bu “makbul” çiftin benimsediği normlar onlar tarafından tercih edilmiş unsurlar değil, içlerinde doğdukları ve sorgulamaksızın kabul ettikleri biçimler, kılıflardır. Dolayısıyla onların sadece biçimsel olarak var oldukları, ortaya bir karakter koyamadıkları söylenebilir.
Metin & Selma ile Yasin & Songül’e bir başka bağlamda bakmak, özellikle onların iktidarla olan ilişkilerinden söz etmek, anlatıya farklı bir kapı aralayacaktır. Zira iktidar, Lojman bağlamında birçok farklı biçimde söz konusu edilir. Sözgelimi Yasin’in aile kurumuna atfettiği değer, bayrağa biçtiği anlam, içinde yaşadığı topluma dair üstlendiği sorumluluklar onun iktidara bakışını da olduğu gibi göstermektedir. Onun için iktidar, farklı kurumlardan oluşmuş, kendi özelinde parçası olduğu ve hizmet ettiği bir yapıdır. Bunu bilinçli olarak yapmaz, bunun içine doğmuş ve sorgulamaksızın kabul etmiştir. Ancak Metin & Selma için durum daha farklıdır. Onların iktidarla aralarında belirli sorunlar, en azından belirli farkındalıklar vardır. Yine bu noktada sözgelimi buruşan, katlanan, direğe dolanan bayrağı düzeltmek isteyen Yasin’e karşı Selma’nın cevabı oldukça alakasız ve baştan savıcıdır. Bu da bir tarafın iktidara ne denli kutsal bir değer atfettiğini, öteki tarafınsa bu konuya ne kadar uzak olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Peki Selma için söz konusu olan bu sevgisizlik kaynağını nereden alır? Bu, bir başka önemli soru(n)dur. Selma, ailesinden sevgisizlik görmemiş bir karakterdir. Hele annesinden gördüğü sevgi kendisi için bile dikkat çekicidir. Bu noktada okur için belirsiz kimi noktalar vardır. Sözgelimi Selma’nın babası gibi. Okur, anlatı boyunca Selma bağlamında pek fazla insanla karşılaşmaz, babası da bu ağa dâhildir. Bir tek annesinden söz edilir ki bu da birkaç cümleden ibarettir. Dolayısıyla otorite olarak babanın söz konusu edildiği bir toplum yapısında ondan hiç bahsetmeyen ve babasına dair anıları da sınırlı olan Selma, bu bağlamda belirli konuları konuşmaktan sakınır. Bu da anlatı çerçevesinde Selma’ya dair boşlukların sayısını artırırken kişinin içerisinde doğup büyüdüğü aile yapısındaki noksanlıkların ne denli önemli olabileceğini de gözler önüne serer. Özellikle iktidar bahsinde bu konu ayrı bir anlam kazanır. Başlangıçtaki iktidar boşlukları zamanla farklı alana yayılır ve birtakım özgürlüklerin, farklı düşüncelerin önünü açar. Serbest ve özgür düşünce, ancak iktidara karşı koyabildiği oranda kalıcı olur ve anlam alanını genişletir.
Lojman’ı Loveless’a yaklaştıran bir başka önemli mesele sevginin, daha doğrusu sevginin bedensel karşılığının ortadan kalkmasıdır. Metin, birçok açıdan anlatının sevgiye bakan yüzüdür. Onun ortadan kalkmasıyla sevginin varlığı şüpheye düşer, nefret hüküm sürmeye başlar. Öyle ki o varken saklanan kimi dürtüler de açıkça ortaya çıkarılır ve herkes karşısındakine karşı yıllarca içinde biriken kini kusar. Üstelik Ojen’in bilinçli olarak saldırgan bir şekilde inşa ettiği dil de bu söylemi destekleyerek anlatıyı daha üst bir zemine taşır. Nefretin bizatihi kendisiyle, nefret söylemi iç içe geçer ve bunu sert bir biçimde duyurur.
Metin, anlatıda bir “eşik” görevi üstlenir ve bunu farklı biçimlerde olaylara yansıtır. Her ne kadar kendisi fiziksel olarak birkaç yerde söz konusu edilse de varlığının gölgesi bile kimi sahnelerde ilişkileri dengelemeyi başarır. Onun her şeyi ardında bırakıp yine de lojmana gelebilmesi umudu, bir ânda orada beliriverme arzusu herkesi dinginleştirir. Selma da çocuklar da o umudu hep içlerinde taşır ve Metin gelse de her şey bir dengeye kavuşsa diye bekler. Onun geciken dönüşü de bu anlamda işleri çığırından çıkaran ana husus olur. Geciken sevgili gibi sevgilinin geciken dönüşü de bir felaketin habercisidir.
Sevginin bedensel karşılığının ortadan kalkması, ilişkiler ağının da açıkça sarsılmasına neden olur. Büyük çarklar arasındaki o küçük diş böylece kırılır. Bundan sonrası ise her anlamda tepetaklak bir ilişkiler ağıdır.
III
Dil, dörtnala koşan hoyrat bir attır.
Lojman’ın en ayrıksı yönlerinden birisi de şüphesiz dilidir. Ojen, tıpkı ilk romanı Aşı ve ikinci metni Et Yiyenler Birbirini Öldürsün’de olduğu gibi Lojman’da da ayrıksı bir dil inşa etmeyi başarmıştır.
Lojman’da kullanılan dilin birçok açıdan saldırgan bir dildir. Bu, şüphesiz karakterlerle alakalıdır. Selma da Görkem de uçlarda ve keskin karakterlerdir. Üstelik içleri birbirlerine karşı nefretle doludur. Bunu ifade etmenin en iyi yolu da şüphesiz dildir. Dile sızan nefret, bu durumda kendisini açıkça gösterir. Birbirlerine acı çektirmek, çektirdikleri acıyı önce karşısındakinin yüzünden okumak, ardından onun dile gelişine tanık olmak onlar için büyük bir “mutluluk” kaynağıdır. Selma’nın kömürlükte kilitli kalıp çığlık çığlığa yardım istediği sahne de, Görkem’in elini kestikten sonra yardım için çırpındığı sahne de buna örnek olarak verilebilir. Her iki karakter de birbirlerini işitir, birbirlerinin yardıma muhtaç olduğunu bilir, ancak bu konuda hiçbir şey yapmaz. Acı, bir yerde onlar için farklı bir tür zevk kaynağına dönüşür. “Gerilen yüzünü, fiziksel acıların karşısında parçalanan umarsızlığını inceliyor, baş edilmez ağrılarla boğuşmasından iç gıcıklayıcı bir zevk alıyordu.” (11) Bu örneklerde de görüldüğü gibi karakterlerin birbirlerinden beklentilerinin ne denli farklı olduğu hemen göze çarpar. Sözgelimi Görkem, ilgi arayan birisidir ve bunu sevginin dahi önüne koyar, ancak kendisine karşı gösterilmeyen bu ilgi, onu zamanla farklı bir kişiye dönüştürür, onun çeşitli saplantılara bürünmesine neden olur. Anlatı boyunca karakterlerle metinde kullanılan dili iç içe geçmiş, birbirlerini etkileyerek inşa edilmiştir. Dolayısıyla anlatılan hikâyeyle hikâyenin anlatılış biçimi büyük bir paralellik gösterir. Sözgelimi Selma’nın tarif edildiği şu satırlar bile hem anlatıya hem de karaktere dair önemli fikirler verir: “Suyu fazla kaçmış iğrenç bir çorbaya benziyordu Selma. Ekşimsi, tuhaf tadıyla güzel sofraları mahveden kötü kokulu bir çorba.” (14) Hemen birkaç paragraf sonra Görkem’in karakterine dair önemli bilgiler içeren şu satırlar da öyle: “Songül teyzeni çağır, acele et, yoksa bebek de ben de öleceğiz!’ / Son cümle hoşuna gitmişti Görkem’in. İçinden, Selma’nın yeni bir cümle daha kuramadan geberip gitmesini dileyerek ayağa kalktı, kapıya yöneldi.” (14) Köyde birkaç ay öğretmenlik yapan Mahir öğretmene dair söylenen şu satırlar da dikkat çekicidir: “Delirdiğini söylüyorlardı. / Annesini kestiğini duymuştu birilerinden. Ne yüce bir insan!” (18) Bu ve daha birçok örnek, romanda inşa edilen dil ile karakterlerin birbirlerine nasıl bağladığını göstermesi bakımından öenemlidir. Bu da dil-metin ilişkisini farklı bağlamlarda yeniden gündeme getirilebilmesi için okura aralık bir kapı bırakır.
Ebru Ojen’in son metni Lojman, kurguyu olduğu gibi üstlenen ilginç mekânları inşa ettiği etkileyici karakterleri ve vadettiği dilsel farklılıklarla dikkat çeken özel bir metin. Her bir cümlesi, paragrafı, sahnesi dikkatli bir şekilde tasarlanmış bu anlatı, Ojen edebiyatının yoluna hız kesmeden son sürat devam ettiğini bir kez daha gösteriyor.
“… yazgısının sınırlarını yeniden çizdiriyordu.” (26)
Abdullah Ezik’in Ebru Ojen ile yaptığı söyleşiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: