.

Anlatıl(a)mayanların Hikâyesi: Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979

Abdullah Ezik

abdullah.ezik@sanatkritik.com

Mine Söğüt’ün ilk kez 2007 yılında yayımlanan romanı Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979, ana hatlarıyla Şahbaz ile Hacer arasındaki diyaloglara dayanan, okura bütün bir yılın, darbe sürecine giden karanlık 1979’un bir tür özetini sunan özel bir eser olarak değerlendirilebilir.

Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979, öncelikle Mine Söğüt’ün kurgu ile kurgu dışını birleştirdiği bir eser olarak değerlendirilebilir. Bu romanında 1979 yılını bir bütün olarak ele alan ve ay ay Türkiye’de olup bitenleri eserine dâhil eden Söğüt, buna paralel bir şekilde kurgu ile kurgu dışı arasında sürekli mekik dokur. Romanın sonunda yer alan Almanak, metnin nasıl bir tarihsel süreç içerisinde ele alındığını ve arka planında nasıl bir çalışma yapıldığına işaret ederken metin içinde devrin olaylarına dair yapılan göndermeler bu durumu daha da anlamlı kılar. Bu bağlamda Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979’un aynı zamanda bir “devir romanı” olduğunu, 1979 yılına dair içerisinde birçok tanıklık, bilgi ve gönderme barındırdığını söylemek mümkündür.

Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979’un merkezinde romana ismini de veren Şahbaz isimli, tam olarak ne olduğu, neye benzediği, ne düşündüğü belli olmayan özel bir anlatıcı vardır. Daha doğru bir ifade ile muğlak kalan, hep sisler ardında beliren bir karakterdir Şahbaz. Varlığı hep şüphelidir. Bütün bir roman bu kimliksiz/biçimsiz/muğlak anlatıcının diliyle biçimlenir. Bu noktada yazarın romana bu denli sınırları zorlayan ve okurda muğlak bir imgeye yol açan özel bir anlatı geliştirmesi, metnin ele aldığı dönemin karanlığa işaret etmesi bakımından da kıymetlidir. Nihayetinde her şey bugünden veya romanın yazıldığı tarihten bakıldığında sisler içerisinde kalmış, geçmişin karanlığını içerisine hapsetmiştir. Zaman içerisinde aydınlatılan olaylar kadar üstü örtülen/kapatılan birçok olay da söz konusudur. Suikastlar, ayaklanmalar, kavgalar hep belirsiz kişiler, maskeyle gizlenen yüzler, karanlığa karışmaya meyyal gruplar tarafından işlenmiş, böylece 1980 Darbesi’ne giden süreçte her şey muğlak bir hâl almıştır. Dolayısıyla tam da bu noktada Mine Söğüt’ün Şahbaz ile kimliği/cinsi/varlığı şüpheli bir karakter meydana getirmesi oldukça anlamlıdır. Bir devir tanığı olarak Şahbaz, 1979’un fiziksel/zihinsel bir forma kavuşmuş hâli olarak yorumlanabilir.

Roman, Hacer isimli bir kızın ikiz kardeşi Mustafa tarafından öldürülmesiyle başlar. Lanetli olan bu köy, ancak tanrılara bir kurban verilirse makus talihini değiştirebilecektir. Tam da bu noktada perdelerini açan romanın henüz ilk sahnelerinde okur bir cinayete tanıklık eder. Herkes tarafından “deli” olarak yaftalanan Hacer, ıssız bir gecede çırılçıplak soyunarak elindeki bir değnek ile dans ederken kardeşi Mustafa tarafından bıçaklanarak öldürülür. Bu ölüm, bu belirsiz köyde yeni bir dönemin habercisidir. Hacer, tanrılara kurban olarak sunulmuş, böylelikle tıpkı eski günlerdeki gibi köyde bolluk bereket gelmiştir. Bu cinayetin ardından uzun süre yağmurların eksik olmadığı, hasadın verimli, mahsulün bol olduğu köyde artık kadınlar da sürekli ikiz çocuk doğurmaya başlamıştır. Yavaş yavaş köyün nüfusu artmakta, buna paralel bir şekilde yoksulluk ve kuraklık da günden güne şiddetlenmektedir. Bu durum köylülerde eski lanetin yeniden dirilmesi olarak karşılık bulur. Zamanla birtakım köylü evlerini terk ederek farklı yerlere göç etmeyi tercih ederken geride kalanların ikiz çocuklara bakışı da hızla değişir. Bu kurak yıl boyunca doğan tüm ikiz çocuklar ya diri diri toprağa gömülür ya da anneleri tarafından öldürülür. Böylece yeniden tanrıların susuzluğu giderilmeye, eski bereketli günlere dönülmeye çalışılır. Öte taraftan bu döngü, iki erkek bebeğin sağ kalması ve 1979 yılının başlamasıyla son bulur. Artık yeni bir dönem söz konusudur.

1979, Hacer’in öldürülmesi ve bu isimsiz köyde vuku bulan ikiz kardeş cinayetleriyle oldukça şiddetli bir şekilde başlar. Yılın ne denli karanlık geçeceği daha bu ilk alametlerden bellidir. Tam da bu noktada sözü alan Şahbaz, okur ile yeni bir dil geliştirmeye başlar. Bu kez mekân ıssız bir köyden odalara bölünmüş büyük bir hana dönüşür. Şahbaz, üç kapılı bir hanın çilehanesinde uzun bir süre işkence görmüş bir kadın ile karşılaşır ve bu karşılaşma her iki karakter için de yeni bir sürecin önünü açar.

Şahbaz, âdeta ölmesi için, veyahut öldü sanıldığı için bir köşeye atılmış/fırlatılmış bu kadına yardım etmeye karar verir ve onun yarı baygın bir şekilde yerde duran bedenini koridorlarda sürükleyerek kendi odasına taşır. Büyük bir ihtimamla yardımda bulunduğu bu kadın, günden güne iyileşmeye başlar ve yavaş yavaş kendisine gelir. Yıl boyunca ona bakacak, her ay bizzat kendi bahçesinde yetiştirdiği meyvelerle onu besleyecektir. Bir süre sonra iyileşme belirtileri gösteren kadın ile Şahbaz arasındaki ilişki zamanla daha derin bir hâl alacak, içerisinde karanlık bir tanıklık hikâyesini ilave edecektir.

Uzun bir süre işkence görmüş bir hâlde ölümün kıyısından dönen kadın, Şahbaz’dan neler olup bittiğini anlatmasını ister. Ancak “dışarı”da olup bitenler pek de olumlu gelişmeler değildir. Şahbaz, bir yandan ona işlerin pek de yolunda gitmediğini aktarırken diğer yandan işiteceklerinin oldukça karanlık şeyler olacağını ona fısıldar. Böylelikle romanın üzerine kurulacağı temel düzlem inşa edilmiş olur. Kadın, her ne olursa olsun anlatılanları dinleyecek ve Şahbaz’ın masallarına ortak olacaktır.

Roman, temel olarak 12 bölümden meydana gelir. Söz konusu tüm bu bölümler bir aya tekabül etmekte, böylelikle 1979 yıl boyunca yaşananlar kronolojik bir düzen içerisinde aktarılmaktadır. Şahbaz, ülkenin yavaş yavaş nasıl bir felakete sürüklendiğini giderek şiddetlenen olaylar ve gazetelere yansıyan haberler üzerinden bakmakla yükümlü hissettiği hastasına anlatır. Bu süreçte dile getirdikleri o kadar karanlık gelişmelerdir ki ne Şahbaz için bunları anlatmak kolaydır ne de bunları işitenler için olup bitenleri kabul etmek. Tam da bu nedenle Şahbaz’ın odası her daim korku, karanlık ve şüphe ile doludur. Bu han odasının dışında hayata dair herhangi bir belirti yoktur, öte taraftan bu odada da her şey yarı baygın bir hâldedir. Belirli bir denge gözetmenin oldukça zor olduğu bu durumda anlatıcı ile dinleyiciyi hayata bağlayan tek şey aslında bahçedeki meyvelerdir. Her bir mevsimde/ayda farklı bir meyve hasadı yapan Şahbaz, böylelikle bir yandan hayata bağlanır, bir yandan da dünyada güzel şeylerin olduğun u hatırlar, hatırlatır. Dışarıda insanlar kimi çıkarlar, küçük hesaplar, oyunlar dolayısıyla birbirlerini boğazlarken doğada, içeride başka bir hayat söz konusudur ve hayata dair asıl keyif tam da buradadır. Bu keşfin derinliğiyle kendisinde büyük bir güç hisseden Şahbaz için hayatın anlamı da budur. 1979 yılı yavaş yavaş akar ve her şey 1980 Darbesi’ne doğru hızla sürüklenirken zamanın bir nebze de olsa yavaşlayabildiği/durabildiği tek yer/oda/mekân, dolayısıyla Şahbaz’ın evi, han odası, yurdudur.

Roman boyunca asıl hikâye anlatıcısı Şahbaz konumundadır. Şahbaz, romanın her bir bölümünde hastasına/konuğuna farklı bir hikâye anlatır ve bu hikâyeler üzerinden hem ülkenin nasıl bir sarmalın içerisinde olduğuna dikkat çeker, hem de insanoğlunun içerisinde ne denli karanlık bir taraf olduğunu vurgular. Öyle ki romandaki 12 bölüm boyunca bir kayıt tutucu olarak Şahbaz, nice felakete tanıklık ettiğini açıkça ifade eder. Annesinin gözü önünde öldürülen Haydar’dan kızına tecavüz eden ve oğlu tarafından öldürülen Hayri Tuğrul’a, akıl hastahanelerinde terk edilen onlarca isimsiz bebekten hapishanelerde ölüme mahkûm edilen siyasi tutuklulara kadar birçok farklı mesele, konu, sorun Şahbaz’ın anlatımında kendisine karşılık bulur. Onun için her şey giderek daha da karanlık bir hâl alan bitimsiz bir sarmalın parçasıdır.

Şahbaz, bir yandan hastasını iyileştirmeye çalışırken diğer yandan bütün bir 1979 yılına tanıklık eder ve yaşananları gün gün kayda alır. Öyle ki bu tanıklık, bir noktada yaklaşmakta olan darbenin habercisi olarak nitelenebilecekken öte taraftan insanoğlunun kendi kişisel yaşamında ne denli büyük sorunlarla yüzleşebileceğini de ortaya koyar. Sözgelimi tek tek hayat hikâyeleri dile getirilen Şehnaz, Haydar, Melih, Hacer, Mehtap, Melih gibi onca karakter, hep umutsuz bir serüvenin parçasıdır. Daha önce de belirtildiği üzere roman boyunca anlatılan hikâyelerde hiç aydınlık bir nokta yoktur. Tam da her şey böylesi büyük bir karanlığa boğulurken Şahbaz’ın merhametli elleri devreye girer ve okura/dinleyiciye sürekli meyvelerden ikram eder. Onun bu bitimsiz ve mevsimden mevsime değişen tatlı meyveleri tüm karanlıkların içerisinde bir ışık huzmesinin saklı olduğunu ve insanın bir noktada kendisine muhakkak bir çıkış yolu bulacağını hatırlatır.

Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979, romanın sonunda yer alan Almanak ile son bulur. Böylelikle kurgu ile kurgu dışı yeniden kesişmiş olur. Okur, bir noktada romanda anlatılanlarla bu Almanak’ta dile getirilen, yer alan olayları karşılaştırdığında hem arada ne tür bir benzerlik olduğunu görebilir, hem de aslında anlatılanların anlatıl(a)mayanların yanında ne derece küçük bir yekûna tekabül ettiğini fark eder. Gerçek 1979 yılı, hayali ve kurgulanan 1979 yılına nazaran çok daha sarsıcı, yıkıcı ve ürkütücüdür. 1980 Darbesi ile sonlanan bu süreç, nice masum insanı da beraberinde sürüklemiştir.

Mine Söğüt’ün üçüncü romanı olan Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979, gerek 1980 Darbesi’ne giden sürece dair içerdiği anekdotlar, gerekse kurgu ile kurgu dışının nasıl bir çerçevede iç içe geçebileceğine dair ortaya koyduğu örnekle dikkat çeken bir eser olarak değerlendirilebilir.