
Deniz Yılmaz
Bazı yazarlar, yaşadığı dönemin tanığı olmakla kalmaz, kaleme aldığı metinlerle yakın ve uzak gelecekte yaşanabilecekleri haber verir. Dolayısıyla onların kitapları eskimez, her okumada yeni bir şeyler keşfetme imkânı sunar.
Robert Musil de böyle bir yazar; ismi anıldığında akla hemen Niteliksiz Adam gelse de yirminci yüzyıl edebiyatında iyi-kötü tartışmasını başlatanlar listesinde üst sıralarda bulunmasının yanında, ahlak ilkeleri-yaşam gerilimini metinlerine taşımasıyla nam salmıştı.
Musil, yirmi altı yaşındayken yazdığı ve 1906’da yayımlanan Genç Törless’in Buhranları’nda, hem 1930 ve 1940’ların temel etik tartışmalarını erkenden gündeme getiriyor hem de daha sonra yazacağı metinler için sıkı bir hazırlığa girişiyor, başka bir deyişle prova yapıyor.
Avusturya Askerî Akademisi’nde okuduğu dönemden hareketle kaleme aldığı Genç Törless’in Buhranları’nda Musil, bir yatılı okulda iyiliğin ve kötülüğün muğlak sınırında gezen, davranış ve eylemleri kolayca mutlak kötülüğe evrilebilen öğrencileri hikâyeleştiriyor.
Romanda belli başlı karakterler var: Musil’in “diktatör tohumu” dediği Reiting ve Beineberg, Törless, ikilinin hiç düşünmeden eziyet ettiği Basini.
Reiting, Beineberg ve Törless, okulda kimsenin bilmediği odalardan haberdar ve görünüşte güçlü karakterler. Basini ise özellikle Reiting ve Beineberg’in âdeta oyun hamuru hâline gelmiş bir öğrenci: İkili, ona her şeyi yapıp her şeyi yaptırabileceğini düşünüyor ve onu bir insan olarak görmüyor.
Üçlünün bildiği oda, okuldan atılma korkusuyla her kalıba girmeye teşne Basini’nin sorgulandığı ve propagandaya maruz kaldığı bir mekâna dönüşüyor. Böylece baskı ve itaat bir noktada kesişiyor.

İyinin ve kötünün sınırında bir öğrenci
Reiting ve Beineberg, Basini’nin ruhuna nüfuz etme konusunda birbiriyle yarışıp faşizmi ete kemiğe büründüren karakterler olarak öne çıkarken Törless, geri planda kalarak hem ikilinin hem de Basini’nin ruh hâlini gözlemliyor. İşte bu gözlem ya da pasiflik, yirminci yüzyılda çözülen, dağılan ve hatta kıyasıya eleştirilen bir tutum olarak yansıtılıyor Musil tarafından: Hukuksuzluğa, yasaların çiğnenmesine, hak gaspına ve adaletsizliğe örtülü onay gibi okunup Törless’i ikilemlere sürükleyecek bir eyleme (veya eylemsizliğe) bir gönderme yapıyor yazar.
Törless’i, Reiting ve Beineberg’den ayıran nokta; onun akıl yürütmesi, kaybettiği vicdanını belli anlarda geri çağırabilmesi, eylemlerin nedenleri ve sonuçları üzerine düşünebilmesi. Zaten bu yönleri, onu buhrana sürüklüyor. İkircikli hâlini belirginleştirense Törless’in değişimi; yazarın odaklandığı temel mesele bu.
Önce okuldaki baskın çevreyle ardından kendisiyle uzlaşması, Törless’i iyi ve kötü arasındaki sınıra ulaştırıyor. Daha sonra kendisine yönelttiği sorulara yanıtlar arayarak olup biteni ahlaki bir düzleme çekiyor.
Musil, bu süreçlerin zorluğunu yalın bir dille aktarırken yirminci yüzyılda kurulan yeni dünyayı ve başkalaşan insan ilişkilerini gözler önüne sererek psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddetin 1900’lerin başındaki görünümünü sunuyor okura. Tabii buradaki esas mesele; iyi ve kötü arasında hangi koşullarda veya ne zaman tercih yapıldığı, dolayısıyla o seçimlerin sonuçları. İşte Musil, Törless’i tam bu noktada konumlandırıyor romanda.
Genç Törless’in Buhranları, Robert Musil, Çeviren: Türkis Noyan, İthaki Yayınları, 224 s.