İpek Bozkaya
Çağdaş Türk edebiyatında, kurgu malzemesi için darbelere yönelen birçok metin vardır. Romanı yazılmadığı söylenen 12 Eylül de bu tarihyazıcılığında edebi zeminde başvurulan zaman dilimlerinden biridir. Dönemin kötücül atmosferine, kıyımlara, yıkımlara, akıl sınırları dışındaki deneyimlere, hâlâ hikayesi anlatılmamışlara birçok yazar farklı türlerde şimdiye dek işaret etmeye çalıştı. Bu içerikte üretim yapan kimi yazarlar, bu karanlığın direkt tanığı olan kuşak olarak deneyimlerinden beslenirken, kimi geç dönem yazarlar da duydukları, dinledikleri, okudukları nispetince 12 Eylül’ü edebi zeminde sabitlemeye çalıştı. Aslı Biçen’in Tehdit Mektupları’nı Ömür İklim Demir’in Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndan hemen sonra okudum. İki kitap da bahsettiğim ikinci gruptan yazarların kitapları. 12 Eylül’ün karanlık yüzüyle hesaplaşma meselesinin mevcut olduğu bu iki kitapta darbeyi ancak ailesinden dinlemiş yeni kuşak okurun anlatıya duygusal mesafesini ayarlamasında etkili, önemli bir belirleyici var: 12 Eylül’e birinci elden tanıklık etmemiş yazarların bu döneme edebi zeminde işaret etme gayretinde ve samimiyetinde, yazarın yetkinliğine ve becerisine göre, darbenin okur toplamak için yönlenilen bir malzeme olmasından edebiyatın siyasete alet edilmesine kadar okuma eyleminin muhtelif çıkarımlarla sonlanmasına neden olabilen araçsallık. İktidar eleştirisinde bu araçsallık, metinde kurulması gereken çok hassas bir dengeyi ihtiva ediyor: bu metaforik denge çubuğunun bir ucunda estetik deneyim dururken diğer ucunda şiddet pornografisi var. Yoksa Pasolini’nin II. Dünya Savaşı’nın kötücüllüğünü işaret ederken Salo ya da Sodom’un 120 Günü’nde yaptığı gibi salt şiddetten mürekkep, estetik deneyime imkân tanımayan bir ürün ortaya çıkabilir. Ya da Ömür İklim Demir’in “konuşsana lan Moskof Piçi” diye bağıran cezaevi görevlisinin şiddeti ve işkence sahneleri edebi hazzı sekteye uğratabilir. Aslı Biçen bu dengeyi iyi kurmuş bir yazar. Tehdit Mektupları’nda iktidar eleştirisinde aşırılıklara asla izin vermiyor. Metni 12 Eylül edebiyatı metinlerinde farklı bir yere koyan da bu olsa gerek. Tehdit Mektupları hem dönemi anlama çabasındaki günümüz okurunun başvurabileceği bir siyasi roman hem de dilinin ve kurgusunun doyuruculuğuyla estetiğe yatırım yapmış bir mektup roman, polisiye roman.
Roman türünün geleneksel biçimini Seksek ile eleştiren Arjantinli yazar Cortazar, aynı adlı romanında sıçramalar yaratan ayrıntılı bir okuma planı ile sekseğe benzeyen bir okuma düzeninde anlatısını kurar. Geleneksel romanın muhafazakâr biçiminin eleştirisini Cortazar kadar saptırarak yapmasa da Aslı Biçen de Tehdit Mektupları’nda daha mütevazı bir biçim eleştirisi sunar. Tehdit Mektupları, mektuplar, günlükler, beyanlar, tutanaklardan oluşmuştur ve bir anlatıcısı yoktur. Anlatıcının olmayışı ve günlükler-mektuplar yardımıyla doğrudan birinci tekil şahıs anlatıcıların mahremine dahil olmak, darbeden yaklaşık otuz yıl sonra yazılmış bu romanın yazarının sözü, kendi deneyimlemediği için, o dönemin mağdurlarına bırakarak gerçeklik algısını yükseltmesi bağlamında bir belgesellik sunar. Sözü bilindik anlamda dolaylı anlatıcıya değil de doğrudan anlatıcılara bırakarak amacını ve tekniğini netliğe ulaştırır. Üstelik böylesi bir yazım denemesinin dildeki sorumluluğu teknik olarak yazardan alması bakımından avantajları çoktur. Eğer arzu edilen edebi hazza ulaşılamamışsa bu, mektupları, günlükleri yazan anlatıcıların kendi dilinden ötürüdür ve yazarın hiçbir suçu yoktur. Fakat bu avantaja rağmen Tehdit Mektupları’nın anlatıcıları/bakış açıları dilde tam bir hakimiyeti ve yetkinliği işaret eder. Anlatıcılar/bakış açıları yazarın kendi sesinde eriyip, birbirine karışıp tek bir sese/yazarın sesine dönüşmemiştir. Her biri kendi özgün dilini ustaca kurar. İki farklı dilin hâkim olduğu metinde dil, özel ve resmi olarak ikiye ayrılır. Özel diller ise bakış açılarına göre Cihan’ın, Ülkü’nün ve baba Bahattin’in dili olarak kendi içinde üçe ayrılır. Anlatıdaki mesafeli, gerçeğe yaklaştıran, nesnel, dönemin siyasi hararetini duyguya, romantizme, bulanıklığa yer vermeden aktaran dil; mahkeme tutanaklarının, resmi kayıtların dilidir. Bu dille yazar saf ve etkili içten dili otoritenin gerçekliğine çarptırır. Kesitleri bağlama görevi üstlenen bu resmi dilin yanında bir de metnin ana gövdesini oluşturan tehdit mektupları, Cihan’ın sevgilisi Hale’ye yazdığı mektuplar, Ülkü’nün günlüğü, babasının Cihan’a yazdığı mektuplar vardır. Edebi anlamda verimli bir okuma pratiği sağlayan bu mahrem dil karakterlerin duygu deneyimlerine okuru aracısız şahit ederek okuma eylemini duygusal iş birliği haline getirir.
Cihan Perver’in 12 Eylül 1977’den 18 Mayıs 1978’e kadar yazdığı mektupların dili yalnızlık, cinsellik, bağlılık, aşk, hüzün, saflık, bir yere ait hissedemeyiş, köksüzlük, özlem gibi duygularla karakterizeyken, Ülkü Öncü’nün günlüğü kin, ayrımcılık, sabitfikirlilik, öfke, acımasızlık ve softalığın sınırlarında dolaşır. Cihan’ın mektuplarında uzun cümleler kurmada başarılı, retoriği mektup türünde deneyimleyen bir anlatıcının hiç sıkıntı çekmediği ifade ve duygu üretimi süreci görülürken, Ülkü’nün günlüğünde uzun cümlelerden olabildiğince kaçınan, duygusal olarak iflas etmiş umutsuz birinin kekeme ve aynı zamanda ikirciğe izin vermeyen, ikrar eden dili görülür. Tabiatı ve ideolojisi gereği sadece kötücül duyguları bilen Ülkü’nün mekanik olarak tekrarladığı kısa cümleler şefkat, merhamet gibi duygulardan azade bir makineyi andırır: “Babammış. İnanmadım tabii… İnanmadım… İnanmadım adama.” (65), “sen çok kötü bir kadınmışsın. Kötü kadın” (68), “İbadet insanın içini yıkıyor sanki. Ferahlıyorsun, ferahlıyorsun.” (73), “Ne nankörlük olur, ne nankörlük.” (75), “Mültefit bir adam, mültefit.” (79), “Aferin benim merhametli kızım, dedi. Merhamet.” (80), “Bütün günahların bir cezası vardır, bütün günahların.” (83), “Bu ülke bizim. Bizim.” (90), “Erkek kızım der babam bana, erkek kızım.” (92). Ülkü’nün soğuk ve tekdüze dilinden sonra bu sefer Cihan’ın babası Bahattin’in oğluna göndermediği mektupların duygulu ve retorikle bezenmiş dili yeniden anlatıyı edebi dikkat gerektiren bir yoğunluğa ulaştırarak estetik eylemi pratik alımlamadan uzaklaştırır. Cihan’ın ve baba Bahattin’in dilindeki titizlik ve Ülkü’nün dilindeki maksatlı beceriksizlikle bir tür dilsel intikamın imkânları yoklanır.
Tehdit Mektupları’nı 12 Eylül’e edebiyat düzleminde not düşen metinler içinde ayrı bir yere koyan, gösterişli politik söylemlerden çok, kitabın dille girişilen, bireyselden yola çıkarak toplumsala varan yapısı dolayısıyladır. Kitap bittiğinde politik atmosfer dolayımında kişisel dünya deneyimi ve aile kurumunun iflası akılda kalıyorsa bu, kurguyu, izleği ve dil bütünlüğünü ustalıkla sağlamış yazarın kahramanlara kendi öyküsü üzerine düşünme şansı veren biçimsel ve dilsel bağlamı sayesindedir.
Foucault “İktidar her yerdedir” derken boşluk bulduğu her olası noktada patlayabilen bir iktidarı işaret eder. Her türden güç ilişkileri, hali hazırda uç verip yeşermek üzere bekleyen iktidarı doğurur. İktidar sadece yönetenlerle yönetilenler arasında dikey bir yapıda değil aynı zamanda yönetilenlerin de kendi aralarındaki bir yapıda devamlı kılınmaktadır. Devlet, ordu, aile, eğitim, tıp kurumsal iktidarların işleyiş mekanizmalarındandır. İktidarı hem devlet aygıtındaki bir siyasi otorite olarak hem de boşluk bulabildiği her yerden patlayabilen yüzergezer bir strateji olarak Aslı Biçen’in Tehdit Mektupları’nda okumak mümkündür. Cezaevi, ordu, devlet gibi, bireyleri sistematize şekilde kontrole tabii kılan makro mekanizmalar kitapta “Yaz kızım: ‘KARAR’ ” şeklinde başlayan ilk sayfadaki tutanakla işaret edilir. Daha sonra Cihan Perver’in mevcut muktedir söylemin dışında kalmış olması dolayısıyla anormalize edilmesi ve cezalandırılması da iktidarın disipline eden performansını göstermektedir. Makro iktidarın denetlediği, çekidüzen verdiği, cezalandırdığı, normalize ve anormalize ettiği birey daha sonra mikro iktidarla karşılaşır. Sürekli dolaşımda olan mikro iktidar Tehdit Mektupları’nda Ülkü’nün yetiştirilme tarzında, aile kurumunun çarpıklığında, Ertuğrul Bey’in üvey kızını disipline edişinde, Bahattin Bey’in eşine kürtaj kararı verdirmesinde, Ülkü’nün Cihan’ın hapis kararını verdirmesinde görülebilir. İktidar sürekli söylem mekanizmalarıyla kendini pekiştirmektedir. Ülkü çocukluğundan itibaren iktidar söylemini içselleştirmiştir: “Babam bana Türk töresine uygun olmayan şeyleri yasakladı. Kafanı abuk subuk şeylerle doldurma dedi, Ömer Seyfettin, Nihal Atsız oku, Necip Fazıl oku.” (69), “Yetiştirememiş işte kızını… Değerlerimizi aşılayamamış. Babam bana bütün değerlerimizi öğretti.” (73). Yine Ülkü günlüğünde kaosu sevmeyen iktidarı ikrar edercesine şöyle yazar: “Kargaşa çok kötü bir şey. Solcuların çıkarttığı kargaşa yüzünden herkes ölüyor. İnsanın dini, milleti, ailesi sağlam olmalı. Onları bilmelisin, onlardan emin olmalısın.” (73). Zygmund Bauman, Modernlik ve Müphemlik adlı eserinde düzenin tertibi için sınıflandırma ve bölmeyi işaret ederek düzeni tehdit eden kaotik öznelerin ulus devletin atık maddesi olduğunu söyler. Ülkü’nün çocukluğundan beri düzenin idamesi için ikrar ettiği söylemlerin dışında tanımladığı bir özne olarak Cihan, ulus devletin onaylı öznelerinden olamayıp iktidarca cezalandırılmıştır. Cihan’a bir baskı aygıtı olarak kural dışı davranışlara yaptırım uygulatan iktidar temsili, minör düzlemde Ülkü iken majör düzlemde devlettir. Üstelik böylesi karmaşık bir tahakküm düzeninde muktedir yaptırımlarını -salt düzenin idamesi için değil- özneler arası uygulanan keyfi yaptırımlara dönüştürebilmektedir. Merkezi iktidarın bireylere sızması sadece Ülkü’de göstermez kendini, aile kurumunun bir iktidar yapısı olarak zarar görmüş olması demek bireylerde bozulmayı da beraber getirmiştir. Bahattin Bey’in bir türlü tatmin olamadığı evliliği, Ülkü’nün annesinin Ertuğrul Bey’le olan evliliği bu söylem kurumunun ve makbul hukuki ilişkilerin kendi üstüne kapanan yapaylığını ve işlevsizliğini gözler önüne serer.
Tehdit Mektupları barındırdığı siyasi bağlamın yanında aynı zamanda aile kurumunun iflasını anlatması dolayısıyla sosyolojik okumalara da açık bir metindir. Tahakküm mekanizmaları, baba, devlet, iktidar yansımaları, minörden majöre iktidar eleştirisi gibi izleklerde; meselenin dağılmayışı, kurgunun ve dilin savrulmayışı, dil-biçim ve içerik bütünlüğü açısından rahatlıkla başvurulabilecek metinler arasındaki yerini almıştır.