.

Dido Sotiriu’yu Türkçe Okumak ya da “Ah Şu Büyük Devletler…” Söylemi

Yunanca edebiyat dendiğinde sanırım ilk akla gelen isimlerden biridir Aydın, Şirinceli Dido Sotiriu. Üstelik sansüre ve yasaklamalara rağmen. 1962 yılında Kanlanmış Topraklar (Matomena Homata) başlığı ile Yunancada yayımlanan romanı Türkçede ilk kez Benden Selam Söyle Anadolu’ya başlığı ile 1970 yılında Sander Yayınları tarafından basılmıştır. 80’li yıllarda haftalarca en çok okunan kitaplar listesinde yer alınca belli ki birilerinin dikkatini çeker. 1982 yılında dönemin Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından romanın çevirmeni Atilla Tokatlı ve yayıncısı Ragıp Zarakolu’na “Türklüğe ve Türk ordusuna hakaret” suçlamasıyla dava açılır. Tam da aynı dönemde Dido Sotiriu, “1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan Barış ve Dostluk Ödülü”nü alır ve nihayetinde dava beraatle sonuçlanır. Hatta Kara Kuvvetleri Komutanlığı, ordu kütüphanelerine koymak üzere kitaptan 169 adet satın almış. Roman beraat etmesine rağmen Herkül Milas’ın bir yazısında gösterdiği gibi bazı cümleleri, paragrafları sansürlenerek yayımlanmıştır (Milas, 2005). Buna rağmen oldukça sert bir metindir.

Yazar, önsözde öyküsünün kahramanının gerçek hayatta yaşamış olduğunu belirtmekte ve şunları söylemektedir: “Buradaki hikâyeyi ağzından dinleyeceğiniz Manoli Aksiyotis, Anadolu Rum köylüsünün sembolüdür. 1914-1918 arası Amele Taburu’nda bulunmuş, Anadolu’yu Rum istilâsıyla birlikte Elen üniformasını sırtlamış, esaret görmüş ve nihayet Yunanistan’da mülteciliğin zehirli ekmeğine ortak olmuştur. İltica ettikten sonra kırk yıl boyunca dokerlik, sendikacılık yapmış; İkinci Dünya Harbi’ni izleyen Yunan Milli Direnme Hareketi’ne katılmıştır. Emekli olunca da altmış yılı aşkın yaşantısını kaleme almıştır Manoli. Büyük bir sabırla ve cefa çekerek: Çünkü, doğru dürüst okuma yazma bilmemektedir. Bu romanın dokusunu işte ben bu türlü tanıklardan süzüp çıkarttım. Bir daha geri gelmemek üzere çökmüş bir âlemi gözlerinizin önünde canlandırmak amacıyla yaptım bu işi. Yaşlılar unutmasın; ve gençler, bütün olup biteni çırılçıplak bir şekilde görsün, öğrensin diye..” (Sotiriyu 1970: 7) (Sonrasında Manolis Aksiyotis kendi yaşamöyküsünü To Berdemeno Kouvari [Dolaşık Yumak, 1965] ve Enomena Valkania [Birleşik Balkanlar, 1976] başlıklı kitaplarında anlatmıştır). Bu önsözle yazarın her şeyden önce yapmaya çalıştığı, okuyucu üzerinde bir “sahicilik” hissi uyandırmaktır; biraz sonra okuyacağımız metin her ne kadar alt başlığında “roman” ibaresini taşısa ve bu nedenle “kurmaca”nın sınırlarına dâhil olsa da yazar burada okuyacaklarımızın “gerçeklik”ine ve “yaşanmış”lığına vurgu yapmaktadır. Kendisi de Anadolu’da doğmuş ve çocukluğunu Aydın, Şirince’de geçirmiş bir Anadolulu olarak metin kaçınılmaz olarak otobiyografik izler de taşımaktadır.

Her şeyden önce bu metin Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuran Türk milliyetçiliğinin aslında nasıl Yunan milliyetçiliğini de beslediğini, Osmanlı ordusunda askere çağrılmış bir Rum gencin, amele taburlarında acımasız koşullarda geçirdiği dört sene sonrasında nasıl ve hangi gerekçelerle Yunan ordusunda gönüllü asker olabileceğini ve sonunda kaçarak Yunanistan’a sığınmasını anlatır. Amele taburları yine başka bir 30 kuşağı yazarı olan İlias Venezis’in Numero 31328 Amele Taburu (2015, Belge Yayınları) romanıyla birlikte okunduğunda söz konusu askere alma yönteminin Hristiyan askerler için ne derece travmatik bir deneyim olduğu anlaşılmaktadır.

Bu roman pek çok başka şeyle birlikte “Türk ve Rumlar eskiden barış içinde ne güzel yaşarlardı!” nostaljisinin de iflas ettiği bir metindir. Çünkü Manolis, henüz savaş başlamadan önce kendini bir “reaya” olarak tanımlamakta ve bir Rum olarak farklı hissetmektedir.

Romanda Balkan Savaşı sonrasında hız kazanan milli iktisat politikalarına ve gayrimüslim sermayeye uygulanan boykotajlara gönderme yapılmaktadır. Manolis, İzmir’in 19. yüzyıl silüetinin ayrılmaz bir parçası olan Aya Fotini Kilisesi’nin (şimdi yerinde yerler esmektedir!) altın yaldızlı haçının reayanın tesellisi olduğuna inanır, Yunanistan’la güçlü bir bağı vardır.

Bu romanı okurken böyle bir metnin Türkiye’de nasıl bu kadar çok okunduğunu ve sevildiğini merak ediyor insan doğrusu. Bir yandan resmi tarihe çok aykırı bir anlatı epeyce şiddetli ve etkileyici bir dille anlatılmakta ama öte yandan özellikle 1982 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü’nü almasının ardından 80’li yıllar boyunca çoksatar kitaplar listesinde hep ilk sıralarda. Gerek 1982 Dostluk Ödülü’nü almasında, gerekse Türkiye’de çok satılmasında ve okunmasında romandaki “antiemperyalist”, “enternasyonalist” vurgunun etkili olduğunu düşünüyorum. Manolis romanda amele taburlarında uğradığı zulmün asıl sorumlusunun Almanlar olduğunu düşünüyor; ona göre Türk-Yunan savaşı Müttefikler’in özellikle de Almanya’nın “Anadolu üzerindeki oyunları”nın bir sonucu. Bu anlamda Manolis, romanın sonunda, artık küçük, bilinçsiz milliyetçi bir köylü çocuğu değildir; tanıştığı Giritli aktivist Nikita Drossakis’in de endoktrinasyonuyla savaşın acımazlığına inanan, her şeyi emperyalistlerin bir oyunu olarak gören “ideolojik anlamda olgun” bir bireye evrilir. Bu söylemde; İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya işgalini yaşamış ve buna karşı Yunanistan Komünist Partisi’nde mücadele etmiş Dido Sotiriu’nun ya da gerçek yaşamında Yunan Milli Direnme Hareketi’ne katılmış Manolis Aksiyotis’in anakronik ve ideolojik bakışının etkili olduğu söylenebilir. Yazarın roman üzerine kurduğu cümleler ve verdiği röportajlarla da iyice güçlenen bir söylem bu. İsmi Kanlanmış Topraklar olarak kalsa muhtemelen bambaşka bir okunma hikâyesi olacaktı romanın.

Aslında romanı yazarın niyetine rağmen ideolojik bir körlükle değil metindeki işaretleri, göstergeleri, karakterleri, olayların kurgulanışını dikkatle okuduğunuzda romanda kurgulanmış çatışmaları ve gerilimleri görmeniz çok da zor değil. Böyle bir okuma, bütün iyi edebi eserler gibi, belli bir tarihsel döneme bakışınızda, size öğretilenlerde ciddi bir yarık oluşturuyor. Birinci Dünya Savaşı’nda amele taburlarının büyük ölçüde gayrimüslimlerden oluşturulması ve taburlardaki insanlık dışı muamele Osmanlı’nın Almanya’yla yaptığı ittifaktan çok Balkan Savaşı’ndan sonra yükselişe geçen ve gayrimüslimleri her an düşmanla işbirliğine girecek “şüpheliler” olarak gören zihniyetten bağımsız olarak açıklanamaz.  Romanın yayımlandığı 80’li yılların gazete arşivlerini taradığınızda “dış güçler” söyleminin çok baskın olduğunu görüyorsunuz: 80’li yıllarda Cumhuriyet gazetesi arşivlerinde Zeynep Oral’ın, Mustafa Ekmekçi’nin, Burhan Arpad’ın yazılarında hep şu minvalde cümleler var: “Ah şu büyük devletler.. Bizlerin işine karışmasalardı her şey günlük gülistanlık olurdu..” (Burhan Arpad, “Hesaplaşma”, Cumhuriyet, 24 Ocak 1984). Günümüze kadar 30’dan fazla baskı yapmış bu romana dair çeşitli internet sitelerinde bulacağınız okuyucu yorumları da benzer bir söyleme sahip: “[Bu romanda] Denizin iki yakasında yaşayan halkların birbiriyle hiçbir problemi yokken, her şeyin Anadolu’yu haksız yere işgale kalkışan Yunan yöneticilerden ve onları kışkırtan yöneticilerden kaynaklandığını göreceksiniz.” *

Farklı ideolojilerden siyasetçilerin romanı farklı biçimlerde alımlaması romanla ilgili bazı traji-komik durumlara da sebebiyet vermiş. AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ, romanı 2014 yılında meclis gündemine taşıyarak, bu romanın Atatürk’e, Kurtuluş Savaşı’na, efelere ve Türklere büyük hakaretler içerdiğini iddia etmiş ve CHP’li Selçuk Belediye Başkanı’nın romanı kültür armağanı olarak halka dağıtması nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş. Başka bir açıdan değerlendirildiğinde bu yorumun, bir siyasetçinin romanın resmi tarih anlatısının dışına çıkan kurgusunu fark etmesi açısından isabetli olduğu söylenebilir! Sonrasında roman aynı partiden iki milletvekilini de birbirine düşürmüş: Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün romanın Ege’de Rumlara yapılan etnik temizlikten söz ettiğine dair bir tweet atınca, mübadeleye ilişkin romanları da olan CHP İzmir Milletvekili Kemal Anadol tarafından sertçe eleştirilmiş, romanın yazarının da Anadolu işgalini emperyalizmin bir oyunu olarak gördüğünü belirterek, Aygün’ün söylemini Yunanistan’daki faşist Altın Şafak Partisi ile özdeşleştirmiş (18 Ocak 2013, Cumhuriyet, Ege Eki).

Benden Selam Söyle Anadolu’ya bağlamında tartıştığım bu “dış güçler” ya da “antiemperyalizm” söyleminin yani; “bir arada mutlu mesut yaşarken, dış güçlerin halkı birbirine kırdırması söylemi”nin (bunu büyük ölçüde solda ve kendini Kemalist olarak tanımlayan yazarlarda görmek mümkün) nostaljik bir vurguyla bugün hâlâ yayıncılık sektöründe Türk-Yunan ilişkilerini konu alan pek çok popüler Yunanca ve Türkçe romanda güçlü bir damar olarak devam ettiği söylenebilir. Bu söylem özellikle mübadeleyi konu olan romanlarda, filmlerde, otobiyografilerde, kozmopolit İstanbul anlatılarında, popüler siyasal bir söylem olarak yeniden ve yeniden üretilmekte. Söz konusu söylemin dışına çıkan ender romanlardan biri ise bir sonraki yazının konusu!